Türklerin Göktürk ve Uygur dönemlerinde uyguladıkları demokratik anlayışlar, bu toplumların yönetim biçimleri ve toplumsal yapıları açısından önemli bir yere sahiptir. Her ne kadar bu dönemlerdeki yönetim şekilleri modern anlamda demokratik rejimlerle örtüşmese de bazı demokratik ilkelere ve toplumsal adalete dayalı uygulamalar göze çarpmaktadır.
Göktürkler, Orta Asya’da 6. yüzyılın ortalarından 8. yüzyılın başlarına kadar hüküm süren ilk Türk devletlerinden biridir. Göktürklerin yönetim biçimi, genel olarak monarşik bir yapıya dayansa da devletin işleyişi ve yönetimi, bazı demokratik unsurlar içermektedir. Göktürklerde, hükümdar çok güçlü bir figür olmakla birlikte, yönetimde farklı sosyal sınıfların ve meclislerin de söz sahibi olduğu bir sistem vardı. Bunların içinde en belirgin demokratik özellik, kurultay adı verilen meclis uygulamasıdır. Kurultay hem hükümdarın hem de halkın temsilcilerinin bir araya geldiği, önemli kararların alındığı bir meclis organıydı. Bu meclis, sadece hükümdarın kararlarını onaylamakla kalmaz, aynı zamanda hükümdarın hükümetinin denetlenmesini sağlar, halkın haklarının savunulmasında önemli bir rol oynardı. Göktürk kağanı, kurultayda alınan kararlara büyük saygı göstermek zorundaydı.
Göktürklerde, Kağan çok güçlüydü ancak bu gücün sınırsız olmadığı söylenebilir. Kağan, kurultayda seçilir ve halkın onayını almak zorundaydı. Kağan’ın özellikle büyük bir askeri güce sahip olmasına karşın, yönetiminde toplumun önde gelen üyelerinin, örneğin beylerin de etkinliği vardı. Göktürklerin devlet yönetiminde halkın taleplerine duyarlı olmaları, kağanların yalnızca askerî başarılarla değil, aynı zamanda toplumun ihtiyaçlarını gözeten bir liderlik anlayışına sahip olmalarını gerektiriyordu.
Uygur Türklerin de ise, hüküm sürdükleri dönem kültürel ve sanatsal anlamda önemli olsa da, yönetim şekilleri açısından da dikkate değerdir. Uygurların yönetim anlayışında da bazı demokratik öğeler bulunur. Uygurlar, genellikle tek adam yönetimi altında olsa da, bu yönetim bazen meclisler ve toplumsal liderlerle denetlenirdi. Uygur Kağanı’nın yetkileri genişti, ancak danışmanlık ve toplumsal liderlerin görüşleri de önemliydi. Kağan, belirli kararlar alırken ya da ülkeyi yönlendirirken, bazen halkın temsilcileriyle görüşerek daha demokratik bir yönetim anlayışına sahipti.
Uygurlar, Türklerin geleneksel “Töre” hukukuna bağlıydılar. Töre, adaletin sağlanması, eşitlik ve hakkaniyetin gözetilmesi gerektiğini vurgulayan bir hukuk sistemiydi. Uygur Kağanı, Töre’yi halkın yararına olacak şekilde uygulamak zorundaydı. Devlet yönetiminde halkın adalet arayışı ve yöneticilerin buna karşı sorumluluğu çok önemli bir yer tutuyordu. Ayrıca, devletin her kademesinde halkın söz hakkı olmasa da toplumsal denetim ve şikâyet mekanizmaları mevcuttu. Uygur hükümetinde halkın sesini duyurabileceği, bazı yerel meclisler ve toplumsal temsil mekanizmaları vardı. Bu meclisler, özellikle yerel yönetimlerde ve halkla ilişkilerde önemli bir rol oynuyordu. Yerel yönetimler, halkın günlük yaşamını düzenleyen ve toplumsal düzeni sağlayan kararlar alırken, bazen merkezi hükümetin politikalarını da etkileme gücüne sahipti.
Göktürk ve Uygur dönemlerinde demokratik unsurların varlığı, bu toplumların yönetim anlayışlarını önemli ölçüde şekillendirmiştir. Göktürkler, kurultay gibi toplumsal bir meclis aracılığıyla halkın karar süreçlerine katılmasını sağlamışken, Uygurlar da Töre gibi adalet anlayışlarıyla halkın haklarını gözetmişlerdir. Ancak, bu sistemler tamamen modern demokrasilere benzememekle birlikte, toplumsal katılım ve adaletin önemli olduğu bir yönetim anlayışı ortaya koymuşlardır.
Her iki toplum da, kendi dönemlerinin koşullarında halkı gözeten, temsilin ve denetimin sağlanmaya çalışıldığı bir yönetim anlayışı geliştirmiştir. Bu da Türklerin erken dönem devletlerinde halkın haklarına saygı gösterildiğini ve demokratik uygulamalara eğilimli olduklarını göstermektedir.
Yıl 2025 ve Türk coğrafyası olan Türkiye’de devlet yönetimlnin demokrasi zaafları ve antidemokratik uygulamaları günden güne toplum içinde büyük bir kaos yaratmakta. Bu durumun mutlaka birden fazla sebebi var fakat bu sebepler arasında en önemlisi devlet yönetiminin her geçen gün Türklük dinamiklerinden uzaklaşıyor ve hatta uygulanan bazı politikalar ile yönetimi Arap kültürü etrafında şekillendirmeye çalışıyor olması. Tarih bize; mutlak surette her dönem doğru yolu göstermektedir. Bu bağlamda tarihten günümüze Türk ve Arap devlet yönetimlerini karşılaştırdığımızda ortaya çıkan vahim sonuçtan ne tarihsel ne de siyasal olarak pek fazla ders alınmadığını görmekteyiz. Toplumun etnik yapısı ve o yapıyı oluşturan değerler siyasi ve politik olarak nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda bazı önemli ipuçları da vermektedir. Tabii ki de dönemsel olarak büyük farklılıklar olacaktır lakin değişim de ancak geçmişin sağlıklı temelleri üzerinde gerçekleştirilirse olumlu bir sonuca ulaşır. Bu yüzden Türklüğün, Türk tarihi ve kültürünün unutulduğu ya da unutulmak istenildiği noktada toplumun yönetimsel sistemi geçmişin bağlarına dayalı bir refleks olarak çöker.