Vahdettin’in bir İngiliz gemisine sığınıp kaçmasının tam 100. yıldönümünde CB’lığından bir “belge” Murat Bardakçı’ya sızdırıldı.
Murat Bardakçı da bu belgeyi yayınlayıp, Vahdettin’in neden kaçmak zorunda kaldığına ilişkin kendince bir açıklama yaptı.
Belgenin kaynağı, Tayyip Erdoğan’ın şu anda bulunduğu Cumhurbaşkanlığı makamı.
Belge ve AKP sözcükleri yan yana gelince kamuoyunun aklına doğal olarak hep bir sahtecilik şüphesi düşüyor.
Örneğin Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nde saklananlar arasında mesela görevlilerin diplomaları da var mıdır sorusunu ister istemez düşündüm ben.
Dincilerin tarihi belgede sahteciliklerle dolu.
Tayyip’in kendisi de bu konuda güven vermeyen bir isim. Hatırlanacağı gibi kısa bir süre önce AKP ve PKK ittifak halindeydi ve “açılım” adı altında bir süreç yürütülüyordu. Tayyip bu süreçte “talep” icabı bir açıklama yapmıştı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına özür dilediğini ilan etmişti.
Büyük nefret ve infial uyandıran bu açıklamaları şimdi unuttular. Bugün neredeyse Turancılık taslayacak türden yeni bir siyasi şov içindeler. Ancak söylentiler -ve özellikle Demirtaş gibilerinin beklentileri- oportünistin her an yine PKK’ya dümen kıracağı şeklinde.
O dönemde Tayyip, Necip Fazıl’ın kitabını kaynak olarak vermiş sonra da devletin resmi belgesi olduğunu iddia ettiği kısacık bir raporu elinde sallamıştı. Bu kağıda göre “Dersim’de 1936-1937-1938-1939 yıllarında toplam 13 bin 806 kişinin öldüğü” rapor edilmişti.
Daha sonra yazarımız Serap Yeşiltuna, eksiksiz bir şekilde “Devletin Dersim Belgeleri”ni yayınladı. Bu belge arşivde vardı ancak ne seri numarası ne de düzenleniş şekli, resmi devlet belgesiymiş izlenimi yaratıyordu. Ciddi bir belgede sahtecilik şüphesi ortadaydı yine.
“Resmi Tarih”i eleştirenlerin yok saydıkları aslında Kemalist ideoloji değil, tarih biliminin ulaştığı belgeli ve sistemli olgular.
Tarihte revizyon olmaz mı? Olur. Önemli belgeler yeniden tarih yazımlarını gerektirir. Örneğin şu anda Katar Şövalyeleri ile ilgili ciddi bir tartışma var Avrupalı tarihçiler arasında. An itibariyle belgeler ortodoks tezden, yani böyle bir isyanın gerçekten olduğundan yana ağırlığını koyuyor. Ancak belge değil sadece şüpheyle ve spekülasyonla bu tür alternatif tarih yazımına koyulanlara “revizyonist” deniyor. Bu kötü bir terim. Sahte-bilim gibi. Yani tarih yazımında bilimsel metot çerçevesinde “revizyon” elbette vardır ama “revizyonizm” bilimsel yöntemden sapanlar için kullanılır.
“Dinci tarih” yazımı bu seviyede bile değil. Deli raporları ve sahtekârca üretilmiş çocuksu kağıt parçaları ile yürüyen bir şarlatanlık!
Bu yüzden alternatif dinci tarih tezi de ortaya çıkmıyor. Çünkü tarih tezi bütünlüklüdür. Örneğin “resmi tarihin” –ki Kemalist bir resmi tarih ne yazık ki hiç olmadı- bir olgusunu çürütmek için ortaya sürdüğünüz iddia, eğer o olguyu güya çürütürken, kendi tarih tezinizi tamamen olumsuzluyorsa, bu tür bir “revizyonizm” aslında kabul edilmiş, geleneksel tarih tezlerini güçlendirmiş olur.
Şimdi önce meşhur Dersim Belgesi ile örneklendirelim. Vahdettin meselesine ve yeni ortaya çıkan “belgeye” de hemen ardından değinelim.
İddia 1: Cumhuriyet’in tezi. Dersim’de feodal ve bölücü bir isyan vardı ve kanun sınırları içinde bu isyan bastırıldı.
İddia 2: Dincilerin ve Kürt şovenistlerinin iddiası. Burada 100 binden fazla mazlum ve korumasız insan soykırıma uğratıldı.
Sonra dinciler bir belge sunuyor. Belge 13 bin 802 gibi garip bir sayı içeriyor. Başka hiçbir detay yok. Cumhuriyet’i suçlamak amaç ise belki amaca ulaşılıyor. Tayyip bol bol laf ebeliği yapabiliyor. Karşıdevrimci medya bu sakızı çiğnemeye bir müddet daha devam ediyor. Ama bulabildikleri en sağlam “belge” bile dincilerin ve Kürtçülerin “Dersim’de Soykırım oldu” iddiası tamamen çürütmüş oluyor. Yüz binler nerede? Katledilen siviller nerede? Toplu mezarlar nerede?

Şimdi Vahdettin meselesine gelelim. Murat Bardakçı’nın iddiasını aynen aktarıyorum: Mareşal Fevzi Çakmak, Atatürk’e Vahdettin’in yabancı işgalcilere sığınarak kaçacağı yönünde bir istihbarat raporu sunuyor. Atatürk ise bir not düşüyor bu rapora ve o sırada İstanbul’da Ankara Hükümeti’nin temsilcisi olan Refet (Bele) Bey’e şu talimatı veriyor:
“Dersaadet’te (İstanbul’da) Refet Paşa Hazretleri’ne;
Vahideddin’in memâlik-i ecnebîyeye (yabancı memlekete) firar için hazırlıklarda bulunduğu istihbar edilmiştir (haber alınmıştır). Tahakkuku (gerçekleşmesi) halinde ahali vasıtasıyla linç tatbîki lâzımdır. Bunun temini mercûdur (rica olunur).
Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi, Başkumandan Mustafa Kemal.”
Bardakçı da şöyle bir sonuç çıkarıyor buradan. Vahdettin’in kaçmasının nedeni, bu talimatı öğrenmiş olması olabilir!
Mantık silsilesine bak! Vahdettin İngilizlere sığınarak kaçma planları yapıyor. Sonra Ankara bunu öğreniyor ve öldürülmesi pahasına bu kaçışın engellenmesini istiyor. Vahdettin de bu yüzden kaçmaya karar veriyor.
Bir dakika! İyi de zaten kaçmak istemiyor muydu? Yani kaçtığını ispatlayan bir belge!
Tarihte belge, bir zamana ve mekana ait bir olguyu işaret eder. Zamanın nasıl aktığını biliyoruz. Zamanda ileri gidilip geri gelinmez.
Acaba Bardakçı’nın kafasında bazı kategorik bilgiler bulanıklaştı mı? Çünkü Bardakçı, Vahdettin’in zamanda yolculuk yapıp, Atatürk’ün “linç talimatı”nı öğrendiğini, sonra tekrar 1 Kasım 1922 tarihine dönüp, daha verilmemiş “talimat” dolayısıyla ölüm korkusuna kapıldığını ve İngilizlere sığınma planları yapmaya başladığını ileri sürüyor. “Geleceğe Dönüş” filmi gibi. Atatürk “linç talimatı” vererek geçmişi etkilemiş!
Oysa 1 Kasım 1922’de TBMM Saltanatı kaldırdı ve Vahdettin vatan haini ilan edildi zaten. Yani Vahdettin’in “topuklamaya” karar vermesi için zamanda yolculuk yapması veya müneccimleri devreye sokmasına gerek yoktu.
Atatürk bir “linç” talimatı verdi mi? Pek ispat edilmiş gibi değil. Nitekim bu belgenin sahteliğine ilişkin ciddi itirazlar hemen geldi. Hatırlanacağı gibi yine Tayyip’e bağlı Yeni Şafak gazetesi komik ötesi bir şarlatanlık yapmıştı. İnönü’nün Atatürk’ü zehirleyerek öldürttüğüne ilişkin bir kâğıt parçası yayınlamışlardı. Sonra her tarafı dökülen belgenin sahte olduğu hemen ortaya çıktı. Ancak ne Yeni Şafak ne de İbrahim Karagül özür diledi. Bir açıklama bile yapmadılar. Şaklaban Kadir, en azından deli raporuyla falan kapatıyordu böyle olayları.
Şimdi yeni “belge”ye geri dönelim. Sahteliği veya orijinalliğini ispat edecek bilgi ve uzmanlık bizde yok. Ama tarihi biliyoruz. Kapanmış olayları değerlendirebiliriz en azından.
Vahdettin’in kaçışına Ankara Hükümeti engel olamadı çünkü o sırada İstanbul’da hâlâ işgal kuvvetleri vardı. Halkın bu kaçışı engellemesi için seferber edilmesi yoluna gidilmek istendiğini varsayalım. Düşman işbirlikçisi Vahdettin’in yakalanması için adeta bir şehir ayaklanması tasarlanmak istendiyse, bu kanundışı ve gayrimeşru da değildir. Çünkü o tarihte İstanbul bir operasyon bölgesidir TBMM hükümeti için. Daha kurtarılmamıştır. Not edelim.
Bardakçı’nın iddiasını kendi bulanık zihni kategorilerinden arındıralım ve normal kronoloji ve neden sonuç ilişkileri açısından ele alalım.
1 Kasım’da Saltanat kaldırılıyor. Sonra Vahdettin kaçma planları yapıyor. Ankara bunu öğreniyor. Her yolun kullanılarak bu kaçışın engellenmesi talimatı veriliyor. Bu talimatı öğrenen Vahdettin daha da korkuyor. İngiliz komutana başvuruyor ve planlarını hızlandırıp hemen İngiliz gemisiyle kaçıyor.
Yani şimdi ne oldu? Atatürk “linç”çi mi oldu? Onu bilemiyoruz ama Vahdettin’in hainliği bir kez daha ispatlanmış oldu. Oysa dinci sahtekârlar yıllarca ne diyordu? Vahdettin vatanseverliğinden kaçmış. İç savaş çıkmasın diye!
Güldürmeyin adamı. Bir padişah “hal edildi” diye niye iç savaş çıksın ki?
Bay gericiler, bunu bizzat sizin bilmeniz lazım. Osmanlı tarihinde kaç tane sultanı dinsiz ilan edip, kellesini bizzat siz aldınız. Padişah kellesi gider. Olur, böyle şeyler. Ama tarihimizde tüyen ve düşmana sığınan tek padişah Vahdettin.
Nitekim şimdi de gericiler diyor ki; “Vahdettin korktu ve kaçtı. Yoksa yazık linç edilecekti.”
İyi de o zaman hain olduğu tezini güçlendirmiş oldunuz. Mesela şöyle bir belge çıkmadı değil mi? “Aslında Vahdettin beni gizli gizli destekledi. Ama şimdi bunu açıklarsa ben zor duruma düşerim. Bu yüzden onu linç edelim.”
Veya şöyle bir belge: “Vahdettin’i halka linç ettirmeye çalışmayın çünkü halk onu çok sever ve hain olarak görmez.”
(Yine de hiç şakasını bile yapmamak lazım. Yeni Şafak gelecek sefer böyle şeyler de uydurmaya kalkmasın sakın!)
Komik oldu değil mi? İşte o kadar “boktan” bir tarih teziniz var ki; Atatürk’e saldırmak için bulduğunuz “belge” bile Vahdettin’in hainliğini ispat ediyor.
Bu arada şu da dikkatlerden kaçmadı değil. Bu “belge” CB’lığı tarafından tam olarak Vahdettin’in İngiliz gemisine sığındığı tarihte “sızdırıldı.” Kimisi mesaj verilmek isteniyor dedi.
Tamam, mesaj veriliyor da! Bu belgenin Vahdettin’i aklayan bir belge olmadığı kesin! Verilmek istenen siyasi bir mesaj değil. Sanki bir bahane hazırlanmış. İleriye yönelik bir plan mı bu?
Tarih okumasına daldı herkes ama ben güncele ve 8 ay sonraki seçime odaklandım bu yeni tartışmayla. Vahdettin belgesi bahane, kaçış planı şahane demeyelim de ne diyelim?