Köşemizin adı neden “hukuksuzluk”
Anayasaya göre Türkiye Cumhuriyeti; insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Her Türk vatandaşı Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahiptir.
Hakların Anayasada yazması, talep edilebilmesi ve güvence oluşturması bakımından iyi ve yerinde olsa da bu, uygulama için yeterli değildir zira hukuk devletine metinlere bakılarak değil uygulamaya bakılarak karar verilebilir. Ülkede hukuk devletini var edecek, gösterecek olan ise yürütme değil yargıdır. Anayasaya göre yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır. Bu sebeple mahkeme kararlarının başında “Türk milleti adına” yazılır. Duruşmalar açık olup, dileyen herkes tüm davaları izleyebilir. Ancak millette bu yönde bir bilinç oluşmadığı kişisel tecrübelerle görülmektedir.
Dördüncü kuvvet olarak diğer kuvvetler üzerinde etki sahibi olan basının adliyelerle ilgisinin polis tarafından dikte edilen bilgi notlarını aynı anda son dakika haberi olarak girmek ve üçüncü sayfa adliye haberleri vermek dışında ilgisi olmadığı da aşikârdır. Böyle olunca adliyelerde hukuka aykırı kararların artış göstermesi doğal sonuçtur.
Bu sebeple millet adına karar verenlerin, özellikle siyasi nitelikli davalarda, nasıl kararlar verdiklerini bir nebze olsun ortaya koymak için köşemizin adı “hukuk” değil “hukuksuzluk” olarak belirlenmiştir. Bu köşede bazı güncel kararlar ile kişisel veya vekil olarak bilgi sahibi olunan davalar hakkında kısa değerlendirmeler yapılacaktır.
Kimin yargısı!
25 Mart 2024 tarihinde başlayan Yargıtay Başkanlığı seçimleri nihayet 37. turda 14 Mayıs 2024 tarihinde sonuçlandı. Seçimde üç aday yarışırken her adayın bir cemaat, tarikat veya grubun adayı olduğu, hatta sözde milliyetçi partinin adayı/adamı olduğu ileri sürülen M. Şentürk’ün saraydan müdahale ve rica üzerine 35. turda çekilmesinin sağlandığı, seçilen adayın Menzilci, seçilemeyen adayın Hakyolcu (Nakşibendi kolu İskenderpaşa cemaati) olduğu haberleri yer aldı. Bu haberlerin/iddiaların muhatapları tarafından yalanlanmadığı gerçeği yanında, şüyuu vukuundan beter bu durumda yargıdan siyasi davalarda objektif kararlar beklemek hamsiden kavağa çıkmasını beklemekten farksız olsa gerektir.
Pasaport gasp kararı!
Anayasaya göre vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabilir. Her ne kadar şehit kardeşi bir subay olarak iktidar tarafından “terörist” olarak yargılansam da hakkımda hiçbir zaman yurt dışına çıkış yasağı olmadı. Buna karşın 15 Temmuz 2016 olayından sonra uygulanmaya başlanan yeni hukuk düzeninde önce mevcut yeşil pasaportum Olağanüstü Hal kanun hükmünde kararnamesiyle iptal edildi.
Umuma mahsus pasaport talebim idare tarafından reddedilirken Ankara 15. İdare Mahkemesi 2017 yılında açtığım davada “mevcut yeşil pasaport iptal edilirken başka pasaport verileceğine yönelik bir düzenleme yapılmamıştır” gerekçesiyle davayı reddetti. Oysa kanunlarda serbest olan haller değil yasak olan haller yazılır yani pasaport verilmesi yönünde bir düzenleme gerekli değildir. Bunun da ötesinde mahkeme kanuna değil hukuka göre karar vermek zorunda olup, Anayasaya aykırı olarak. kanunu uygulaması gerekirken bunu yapmamıştır. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi de istinaf talebini gerekçesiz olarak reddettikten sonra yapılan bireysel başvuruda Anayasa Mahkemesi hak ihlali kararı vermiştir.1
Devam eden süreçte yapılan yeniden yargılamada Anayasa Mahkemesi kararı doğrultusunda iptal kararı verilmiştir. Ancak 15 Temmuz 2016 olayından sonra birçok hukuksuz işlem yapan Emniyet, pasaport işleri Nüfus Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’ne devredilmiş olmasına karşın, aldığım umuma mahsus pasaporta tekrar şerh koymuştur. 2023 yılında açtığım davada Ankara 17. İdare Mahkemesi skandal bir kararla davayı yine reddetmiştir. Ret gerekçesi “Davacı hakkında devam eden soruşturma ve kovuşturma dosyalarının bulunduğu, derdest dava ve soruşturmaların terör örgütüne üye olmak ve Cumhurbaşkanına hakaret olduğu hususu göz önüne alındığında, kovuşturma sürecinde yurt dışına çıkışı engelleme amacı taşıyan tedbir niteliğinde tesis edilen dava konusu, pasaport başvurusunun zımnen reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” şeklindedir.
Mahkeme kararı skandal niteliğindedir zira beraat sonuçlanmış ancak savcıların itirazı sebebiyle hâlâ kesinleşmeyen, ve bana değil bana isnat edenlere yakışan “terör örgütü üyeliği” davası ile Akape Başkanı Tayyip’e hakaret davalarını gerekçe göstermiştir.
Turpun büyüğü heybede misali skandalın büyüğü de istinaf aşamasında yaşanmıştır. Bu hukuksuz karar yürütmenin durdurulması talepli olarak istinaf edilmiştir. İstinafa 24.04.2024 tarihinde cevap veren İçişleri Bakanlığı “şahsın idari şerhini 12.09.2023 tarihinde dava devam ederken kaldırdık” demiştir. Oysa yargılama aşamasında ve hatta 15.02.2024 tarihli duruşmada bu yönde bir savunma yapılmamıştır. Zira Nüfus’un yetkisini devrettiği Emniyet şerhi kaldırmış ancak Bakanlığa bildirmemiştir. Bu işleme rağmen Ankara 10. İdari Dava Dairesi 25.04.2024 tarihinde yürütmenin durdurulması talebimi reddetmiştir. Bir başka deyişle idarenin vazgeçtiği, kaldırdığı işlemi mahkeme ısrarla devam ettirmiştir. Aradan geçen yedi yıla rağmen yargıda bir ilerleme olmadığı bu davada tescillenmiştir. Nitekim 2024 yılında ret kararı veren 10. Daire’nin iki üyesi 2018 yılında da ret kararında imzası olan hâkimlerdir! Bu sözde hâkimlerin zihniyet ve uygulaması aradan geçen yıllara ve Anayasa Mahkemesi’nin somut ve bizzat davaya ilişkin ihlal kararına rağmen değişmemiştir!
Netice olarak, belirttiğimiz karar Anayasanın yargı eliyle tebdil, tağyir ve ilgası olup, Anayasaya karşı apaçık bir başkaldırı niteliğindedir. Bu asiler hukuki çerçevede karşılık görmedikçe ve iktidar tarafından desteklendikçe Türkiye Cumhuriyeti’nde temel hak ve özgürlükler tehdit ve tehlike altındadır. Bu gasplara son verilmesi için yapmamız gereken Mustafa Kemal’in Askerleri olarak onun izinden gidecek cesaret ve umuda sahip olmaktır. Umut ise başkasından ummak değil eyleminden sonuç beklemektir. Son sözde belirtmek gerekir ki lafla peynir gemisi yürümez misali 19 Mayıs sadece sözle kutlanacak değil örnek alınacak ve uygulanacak bir harekettir!