Gökçe Fırat, geçen hafta Türk Solu dergisinde Atatürk, Dil Devrimi, Öz Türkçecilik ve İslam Biliminin duraklamasını konu alan birbirinin devamı üç makale yayınladı.
(https://www.turksolu.com.tr/ataturk-dil-devrimi-ile-dini-kurtardi/)
Gökçe Fırat, gönlü “Türklük”le mayalanmış; Türkçü, Milliyetçi, dindar (dinci değil) çağdaş bir solcu. Ama onu asıl özel yapan her türlü düşünceye, fikre ve ideolojiye çok farklı yaklaşması.
Bilhassa tarihe, günlük olaylara ve gelecek kurgularına sıra dışı, yani alışılmadık açıdan bakıyor olması çok önemli.
Anlayacağınız yazarımız, cins bir kafa yapısına sahip. Bu söylediklerimi yukarıda adresini verdiğim makalelerinden alıntılar yaparak göstereceğim.
İşte Gökçe Fırat’ın söyledikleri:
“Luther dinde değil dilde bir reform yapmıştır!”
“Luther, dilde devrim yaparak dini güçlendirdi.”
Yazarımız, bu durumu şöyle açıklıyor:
“Avrupalılar, aynı zamanda hem din dili hem felsefe dili hem de bilim dili olan Latinceyi bırakmış ve kendi ana dillerine dönmüşlerdir”
Dilin, düşünmenin temel ögesi olduğunu, insanların ancak ana dillerinde düşünebildiklerini vurgulayarak, dile hâkim olmayan toplumlar ne okurlar ne de okudukları üzerinde düşünebilirler.
Gökçe Fırat’ın tespitleri çok nettir:
“Dili yasaklayan şeytandır.
Medrese, dinin arkasına saklanmış ve savaşı öyle vermiştir. Medreseciler hem Arap alfabesinden yanadır hem de Arapçanın din dili olduğunu savunurlar, Arapçadan çıkılırsa dinden çıkılacağını iddia ederler.
Dil, Müslüman’ın koruması gereken samimiyettir ve iradedir.
İnsan ancak dili ile itiraz edebilir, varım diyebilir.
Dili olmayanın iradesi yoktur ve iradesiz insanın da dini olmaz.”
İşte tam burada, Şevket Süreyya Aydemir’in “Suyu Arayan Adam” isimli kitabında anlattıklarını hatırladım:
Şevket Süreyya, Sarıkamış faciasında yer alan 28’inci Tabur’da yedek subay olarak görev yapmaktadır.
Komuta ettiği birliğindeki askerlerin dinleri ve sosyal konularda ne bildiklerini öğrenmek ister ve sorar:
“-Bizim dinimiz nedir?
Hepsinin bir ağızdan, ‘Elhamdü-l-illâh Müslümanız’ diye cevap vereceklerini sanıyordum. Fakat öyle olmadı, cevaplar karıştı.
Kimisi ‘İmamı Azam dinindeniz’, kimisi ‘Hazreti Ali dinindeniz’ dedi.
Kimisi de hiçbir din tayin edemedi. Arada, ‘İslâmız’ diyenler de çıktı.
Ama, ‘Peygamberimiz kimdir?’ deyince, onlar da pusulayı şaşırdı.
Akla gelmez peygamber isimleri ortaya atıldı.
Hatta birisi, ‘Peygamberimiz Enver Paşa’dır’ bile dedi.
……………..
Dinimizin adı ve peygamberimiz bilinmediği gibi, din ilkelerini ve ibadetleri doğru dürüst bilen kimse de çıkmadı.
Ezan dinlemişlerdi. Fakat ezan okumayı bilen yoktu.
Namaz kılan bir iki kişi çıktı. Onlar da namaz surelerini yanlışsız okuyamadı.
Daha garibi, niçin namaz kıldıklarını bir türlü anlatamadılar.
Bu bölük, o zamanki milletin bir parçasıydı.
Hepsi Anadolu köylüleriydi.
Biz Anadolu köylüsünü dindar, mutaassıp bilirdik.
Halbuki bu gördüklerim sadece cahildiler.”
Gökçe Fırat’ın en önemli tespitlerinden biri de Avrupalı “Hıristiyan ümmetlerin” Luther’in söylem ve etkisi ile ulus devlet aşamasına geçiş yapmaları.
“Luther, öyle büyük bir işe girişmişti ki ancak bugün anlayabiliyoruz yaptığı devrimin büyüklüğünü. O güne kadar Batı’da ulus kimlikleri yoktu, Hıristiyanlar bir ümmetti, o ümmetin tüm unsurları da Roma’daki Papa’ya tabiydi. Krallar vardı ama kralların üstünde bir Papa vardı. Luther, Papalığa isyan ederek ulusa, ulusçuluğa ve ulus devletlere giden yolu açmış oldu.”
Bizim siyasal İslamcıların ve onun iktidarının tezlerinden olan harf ve dil devrimlerine de gönderme yaparak:
“Bugün bizim din bezirgânlarının çok sevdiği ‘atalarımızın yazdıklarını okuyamıyoruz’ yakınmasını hiçbir Avrupalıdan duymuyoruz. Oysa Avrupa’nın kültürel kökenlerinde de Yunanca vardır ama Antik Yunanca denilen Yunancayı bugünkü modern Yunanlar okuyamaz. Avrupa’nın dini kökenlerinde, felsefi kökenlerinde Latince vardır ama hiçbir Avrupa ulusu Latince okuyamaz.”
Biz şimdiye kadar Türklerin yani Osmanlı’nın aydınlanma dönemini ıskalamasını ikna edici olarak bir türlü izah edemedik. Bakın bu durumu Gökçe Fırat aşağıdaki paragraflarda gayet netlikle izah ediyor.
“Avrupa’nın kültürü son derece dindardır çünkü temelinde Luther vardır. Doğu ülkeleri ve İslam imparatorlukları ise Arap dilinde ısrar ederek uluslar çağını kaçırır. Ulusal diller gelişmez, ulusal devletler gelişmez, ulusal kültürler gelişmez. İşin en vahimi ise dinsel düşünce de artık gelişmez.
Müslümanların Luther’i nerede?
Bu gerçeği gören tek Doğulu lider Atatürk olmuştur”
Alfabe tartışmasını anlaşılır şekilde izah eder:
“Osmanlı aydınları alfabeyi tartışmaya başladılar. Nedeni basitti, Türk dilinde sesli harfler dilin temelidir oysa Arap alfabesinde sesli harf yoktur. Yani konuştuğunu yazamazsın, yazsan bile onu her okuyan farklı okur. Kısacası Arap Alfabesi, Türk diline uygun değildir. Bu, iki kere iki dört kadar bir matematik problemidir.”
“Medrese, dinin arkasına saklanmış ve savaşı öyle vermiştir. Medreseciler hem Arap alfabesinden yanadır hem de Arapçanın din dili olduğunu savunurlar, Arapçadan çıkılırsa dinden çıkılacağını iddia ederler.”
“Oysa İslam’da dilsizlik şeytanlıktır. İnsanlar konuşur, dille konuşur, şeytan ise dille değil hile ile konuşur. Hile, şeytanın dilidir.
Şeytan, dili yasaklayandır, Allah ise insanlara ana dilini verendir.”
Ülkemizdeki Siyasal İslam’ın iktidarının, yerli yersiz konuşan ideologlarının ve onun dayandığı tarikatların dil ve alfabe konusundaki düşüncelerinin ne kadar gereksiz ve boş olduğunu şöyle ifade eder:
“Mahir Ünal’a göre, dillerini koruyan Arapların bu çağın Einstein’larını yaratması gerekmez miydi? Ama işte hiçbir şey yok ortada. İslam bilimi deyince, felsefesi deyince neden hâlâ bin yıl öncesinden örnekler bulmaya çalışıyoruz sanıyorsunuz?”
“Ülkemizde onlarca tarikat var. Neden bunlar kendi aralarında o savundukları Arap alfabesini kullanmazlar sizce? Çünkü dini kılıklı siyasal propagandalarını ancak Türk dili ile yapabileceklerini bilirler. Günlük gazetelerini neden Arap harfleri ile basmazlar? Ve neden Latin alfabesi ile din kitapları basarlar da Arap harfleri ile basmazlar?”
“Yahu, son bin yılda kaç Müslüman bilim adamı çıktı da biz onu okuyamıyoruz?
Kaç felsefeci çıktı? Hepsini geçtim kaç din bilgini çıktı?
İslam dünyası büyük çoğunluğuyla dinsizdir. Dini yükselten biz laik Türkleriz ve en dindar İslam toplumu da biziz.”
Gökçe Fırat muğlak konuşmayı hiç sevmiyor, itiraz edilemeyecek argümanlar sunuyor:
“Elimde ‘1001 İcat: Dünyamızda İslam Mirası’ isimli bir kitap var. 2010 yılında, İslam dünyasının dünya bilimine katkılarını anlatmak için yazılmış.
Birinci sayfa, 632 ila 865 yıllarını, ikinci sayfa 887 ila 1145 yıllarını, üçüncü sayfa 1187 ila 1437 yıllarını, son sayfa ise 1453 ila 1633 yılları arasını kapsıyor. Devamı var diye sayfayı çeviriyorsunuz ama devamının olmadığını görüyorsunuz.
Demek ki İslam dünyasının dünya bilimine katkısı 1633’te bitmiş!
Nasıl açıklayacağız bu durumu? Mahir Ünal’ın suçu harf devrimine ve laikliğe atması gibi biz de suçu dine, İslam’a ya da Arapçaya mı atalım?
Elbette öyle değil. Hıristiyan toplumu uluslaşma sürecine girerken İslam toplumları ümmetçilikte direttiği ve ulusçuluğa engel olduğu için oldu bu geri kalma.
Nitekim Atatürk ulusal devrimi yaptıktan sonra bilim alanında Türkiye yeniden kayda değer atılımlar yapmaya başladı.”
Bence en iyisi siz bu makaleleri şu adresten bulun okuyun:
(https://www.turksolu.com.tr/ataturk-dil-devrimi-ile-dini-kurtardi/)
Cümlelerin altını çizerek ve not alarak okuyup arşivinize kaldırın…