Cumhuriyetimizin yüzüncü yılını gururla kutlarken geride bıraktığımız bir asırlık süreyi tahlil etmekte fayda var. Her ne kadar tüm detaylara giremeyecek olsak da bu yüz yıllık çınarın yol hikayesinde kayda değer pek çok nokta var. Cumhuriyet her ne kadar bizler için bir gurur kaynağı ve milli bir övünç ise; ilan edildiği ilk günden itibaren de bazıları için büyük bir tehlike ve rahatsız edici bir unsur olmuştur. Ne yazık ki aradan yüz yıl da geçmiş olsa ülkemizdeki Cumhuriyet düşmanları günümüzde bazen sessiz ve derinden, bazen de oldukça aleni bir şekilde faaliyetlerini sürdürmeye devam ediyor. Lakin yadsınamaz bir gerçek var ise o da; bu güruhun güvendiği kudret, Milli Mücadele’nin karşısında durup, mandacılığı bu millete bu ülkeye layık görenlerin devamı olmasıdır.
Cumhuriyet düşmanlarının metodu tarihten günümüze genelde aynıdır. Din olgusundan yola çıkarlar, rejimin oldu bittiye getirildiğine vurgu yaparlar, millettin rızasının alınmadığını söylerler ve bunun gibi onlarca içi boş zırvalarla rejime kin beslerler. Rejimin ilk dönemlerinde Cumhuriyet ve laiklik karşıtı Velid Ebüzziya bir yazısında şunları söylemiştir:
“İslamiyet meşveret (danışma) üzerine kurulmuştur. İslam inancı tam olanlar, millet işlerinin meşveret-i amme ile yürütülmesini isterler ve bu gibiler dini akideleri itibarıyla da hâkimiyeti milliye taraftarıdırlar.”
Böylelikle Cumhuriyetin İslamiyet ile bağdaşmadığını hatta dinsizlik olduğunu yaymaya başlarlar. Velid Ebüzziya, Cumhuriyetin ilanının aceleye getirildiğini iddia ederken saltanatın kaldırılmasını da araya sıkıştırır, “O karar da aceleyle alınmıştı” diyerek asıl yarasını meydana çıkarır. Cumhuriyeti balon uçurma ile eş tutar ve on iki saatte ilan edildi diye küçümser. “Efendiler, devletin adını taktınız, işleri de düzeltebilecek misiniz?” sorusu ise hem Mustafa Kemal’e hem İsmet Paşa hükümetine güvensizliğin ifadesidir (Tevhid-i Efkâr, 30, 31 Ekim 1923)
Genç Cumhuriyetin bir diğer azılı düşmanı Teali İslam Cemiyeti Başkanı vatan hainliğinden yargılanan İskilipli Atıf’tır. Günümüzde bir kesim tarafından hala kollanıp adının okullara, hastanelere, yurtlara, parklara verildiği İskilipli Atıf! Milli Mücadele dönemi Yunan uçaklarıyla Anadolu’ya gönderdiği fetvası şöyledir:
“Anadolu’nun masum ve mazlum ahalisine…
Birinci Dünya Savaşı’na katıldılar; yediler, içtiler, çaldılar, keyif ettiler, kalan herkes öldü, sefalet, acılar çekti. İmparatorluk parçalandı. Şimdi de Anadolu’da Mustafa Kemal ve Kuvayı Milliye maskaraları çıktı…
Yazık, bin kere yazık ki gerek harp içinde ve gerek Mütareke’den sonra memleket, bunların fitne ve fesadı uğruna milyonlarca evladını telef ediyor da Talat, Enver, Cemal, Mustafa Kemal vesaire gibi beş on eşkıyanın vücudunu ortadan kaldırmak için icap eden küçük fedakârlığı göze aldırmayarak memleketi ve kendilerini ebedi tehlikelerden kurtarmak ve selamete çıkarmak yolunu idrak edemedi ve hâlâ edemiyor.
Millet aldanıyor, aldatılıyor. (…) Kendisini hâlâ aldatmaya çalışan heriflere diyemiyor ki, ‘Ey hainler! Ey Allah’tan korkmayan ve Peygamber’den hayâ etmeyen mahlûklar; başımızı bin türlü belalara soktunuz, mağlup oldunuz, bizi de o yolda mahv ve perişan ettiniz. (…)
İngiltere ve Fransa gibi muazzam ve muntazam devletlere meydan okuyorlar. Bu yüzden İngilizleri kızdırıp Yunanlıları musallat ettiler. (…) Bir taraftan Yunanlılarla savaşıp diğer taraftan kaçıyorlar. (…) Düşünmüyorsunuz ki, Yunanlara fazla zayiat verdirmek bile bundan sonra bizim için hayırlı ve menfaatli bir şey olmaz.
Hem, sizler, ey yalancı ve deni şakiler! Kendi memleketinize karşı ecnebi milletlerden hiçbirinin yapmadığı eşkıyalık ve kötülükleri yapıp, milleti, memleket eşrafını, ulemasını asıp keserek, mallarını yağmalarken kendinize ne hakla, ne yüzle, ne utanmazlıkla Kuvayı Milliye namını veriyorsunuz? Milleti öldürerek, mahvederek milletin hukukunu koruyacaksınız, öyle mi?
Bu bagileri, bu asileri, bu eşkıyaları mümkün olduğu kadar az zaman içinde yakalayıp ortadan kaldırmak hepimiz için bir farzdır.
Ey kahraman askerler! Savaş yıllarında sizi cephe cephe sürükleyen ve aç susuz süründüren ve din kardeşlerimizin, hemşehrilerinizin boş yere ölmesine neden olan birkaç kişi arasında Mustafa Kemal, Ali Fuat, Bekir Sami gibi zalimler de var idi. (…) Bugün yine o eşkıyalar, bagilerdir ki, elleri birtakım yetimlerin, dul kadınların kanlarına bulandığı halde kalbinize sokularak sizi mahvetmek, evlatlarınızı yetim, eşlerinizi dul bırakmak ve servet ve saadetinizi tamamen çalmak için şeytanın dahi aklına gelmeyen hile ve desiselere başvuruyorlar. Siz, bu zalimlerin cinayetlerine daha ne kadar göz yumacaksınız? Elinize aldığınız fetvayı şerif ki Allah’ın emridir, okuduğunuz hattı münif ki halifemizin, padişahımızın bir fermanıdır. Siz Allah’ın emrine, halifenin fermanına uyarak bu canileri, bu katil canavarları, daha ziyade yaşatmamakla memur ve mükellefsiniz. Şu alçaklar ve hempaları, bu cinayetleri hep sizin sayenizde yapıyor. Bunların vücutlarını tamamen dünyadan kaldırmak, beşeriyet için, Müslümanlık için farz olmuştur. (…) Askerler, bu kadar uyuduğunuz artık yeter, bu zalimlere alet olduğunuz yeter…
Padişahımız halifemiz efendimiz hazretlerinin merhamet ve şefkat kucağı size açılmıştır. Hepiniz koşunuz. İşte size ihtar eyliyoruz. Allah’ını, peygamberini ve padişahını seven bu tarafa gelsin!”
Görüldüğü üzere belgelenmiş bir hainlik söz konusu. Ne acıdır ki; ihanetin tarihini ve gerçekliğini günümüzde yok sayanlar kendilerini ülkenin bekası konusunda hangi sınıfa koymaktadırlar, sormak lazım!?
Cumhuriyetin ilk yıllarında Ebüzziya’dan Rıza Nur’a kadar yüzlerce rejim düşmanı bu aydınlanma sürecini baltalamak istemiştir. Lakin diğer bir açıdan bakıldığında bu muhalif ve gerici duruşun temelinde Atatürk düşmanlığı yatmaktadır. Çünkü büyük Atatürk, Cumhuriyet’in ilanıyla sadece bir rejim değişikliği değil aynı zamanda ülkenin ve milletin gelecekteki kaderini de değiştirmiştir.
Cumhuriyet tek düzeyde ele alınacak bir olgu değildir. Yapılan birçok devrim Cumhuriyet’in kalbinden çıkmıştır. Çağdaş bir yaşam, bilimsel eğitim, kültürel gelişme süreci, kadınların hak ve özgürlükleri ve en önemlisi bağımsızlık… Bunlar ve çok daha fazlasını Cumhuriyet’e borçluyuz.
Bu muhalif çabaların yanı sıra, Anadolu’nun bazı bölgelerinde özellikle Doğu bölgesinde rejime karşı ayaklanmalar başlamıştır. Her ne kadar rejim karşıtlığı olarak görülse de asıl amaç bölgedeki feodal düzenin ve rant sisteminin yok olmaması için gerçekleşen isyanlardı. Çünkü Cumhuriyet her bireye eşit, adil ve özgür bir yaşam sunuyordu. Ve bu;ağalık düzeninden, insan ve emek sömürüsünden beslenenlerin işine gelmiyordu.
Köy Enstitülerinin kurulması da bu nedenle çok önemliydi. Genç Cumhuriyet devrimleriyle birlikte gerek şehirlerde gerek kırsalda milleti bilim ve ilimle aydınlatacaktı. Kültür ve sanat alanlarıyla da eğitim sistemini daha çağdaş hale getirerek batı medeniyetiyle yarışacak bir millet oluşturma arzusu içindeydi. Maalesef Cumhuriyet düşmanlarının bin bir entrika ve yalanları ile bu süreç yarım kaldı.
İlerleyen yıllarda Cumhuriyet’in sağlam temeller üzerine kurulduğunu, yıkılmasının zor olduğunu anlayan güruh, birtakım yalanlar ile rejimin imajını zedelemeye başladı. Yine bu yalanların odak noktasında Cumhuriyet devrimleri vardı. Bunlar harf inkılabı, kılık kıyafet devrimi, şapka kanunu, medeni kanun, öğretim birliği yasası başta olmak üzere aydınlanmaya giden her yol için birçok hurafe uydurdular, uydurmaya da devam ediyorlar.
Günümüzdeki Cumhuriyet düşmanlığı ise tek bir ilke üzerinden sürmektedir. Laiklik ilkesi! Aslında yüz yıl önce olan muhalefetin de temel sebebi buydu. Toplumun yapısı gereği din olgusunu devlet sisteminden ayırdığınız zaman ülkeyi felakete götüren yapının sonunu getirmiş oluyorsunuz. Bu yüzden laiklik ilkesi Cumhuriyetin taşıyıcı kolonudur. Tarihe dönüp baktığımızda gerçekleşen devrimlere şer koyanlar, hurafeleri üretenlerin temeli, dini kullanan şarlatanlara dayanır. Bu şarlatanların en büyük sermayesi de cahil kalmış toplumdu. Bu topluma istedikleri gibi yön verip, milleti ve ülkeyi sömürü odağı haline getiriyorlardı. Oysa Cumhuriyet ve laiklik ilim demekti. Mutlak surette de ilim, bu güruhun işine gelmeyen ve onların bu vahşetini sonlandıracak en güçlü yapıydı. Atatürk’ün şu sözü ise Türk toplumunu bu vahşet karşısında birleştirmek ve gittikçe daha da güçlenen bir yapı haline gelmesini sağlamaktı; “Bütün dünya bilsin ki, benim için bir yandaşlık vardır: Cumhuriyet yandaşlığı, düşünsel ve toplumsal devrim yandaşlığı. Bu noktada yeni Türkiye topluluğunda, bir bireyi bunun dışında düşünmek istemiyorum.”
Ve Mustafa Kemal bir meclis konuşmasında şöyle der; “Efendiler, yüzyıllardan beri doğuda haksızlığa ve kıyıma uğratılan ulusumuz, Türk ulusu, doğasından gelen niteliklerden yoksun sayılıyordu. Ulusumuz sahip olduğu nitelikleri ve değeri, hükumetin yeni adıyla uygarlık dünyasına daha kolay gösterebilecektir. Türkiye Cumhuriyeti, dünyadaki yerine yaraşır olduğunu başaracağı işlerle kanıtlayacaktır.”
Bu yüzden Atatürk’ün işaret ettiği Cumhuriyetin amacı, toplumu çağın ilerisine taşıyacak imkanları sağlamaktır. Cumhuriyet okuldur, Atatürk öğretmen!
Gelelim yüz yılın gerçeğine…
Cumhuriyet’i ve devrimleri korumamız gereken karakterler yüz yıldır değişmiyor. Yalanları değişmiyor. Amaçları değişmiyor. Kullandıkları “silah” değişmiyor. Ve ne yazık ki yozlaşan toplum nezdinde güçlenip, çoğalıyorlar. Ama her şeye rağmen korktukları iki şey değişmiyor; Atatürk ve bilim! Biliyorlar ki bu iki unsur Onların karanlığının sonu, ülkenin aydınlığıdır. Milletin refahı ve istikbalidir.
Bu yüzden Cumhuriyet’e her zamankinden daha sıkı sarılmalıyız. Kurtuluşun haritası onda saklıdır. Lakin Cumhuriyet’e ve devrimlere sahip çıkmak için önce “Mustafa Kemal’in askeri” olmak lazım.
Mustafa Kemal’in askeri olmak için de Onun işaret ettiği yoldan yürümek gerekir.
Yolunu aydınlat ve ilerle…!