Irak’ın kuzeyinde Zaho’daki bir tatil beldesine düzenlenen saldırıda ikisi çocuk en az 9 kişi hayatını kaybetti, 23 kişi yaralandı.
Olayın Türkiye’nin Suriye’ye operasyon düzenleyeceğini açıkladığı ve Astana Zirvesi’nde İran’ın Türkiye’yi Suriye’de işgalci ilan etmesinin hemen arkasından meydana gelmesi elbette tesadüf değil.
Saldırının hemen ardından Irak Başbakanı Mustafa el-Kazımi’nin Türkiye’yi suçlaması ve “karşılık verme hakkını saklı tuttuklarını” söylemesi, Irak’ın farklı yerlerinde Türk konsolosluklarına yapılan saldırılar, Türk bayraklarının yakılması, Türkiye’nin “fail” olarak görüldüğünü gösteriyor.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “TSK’dan aldığımız bilgiye göre sivillere yönelik herhangi bir saldırımız olmamıştır.” demesinin de önemi yok.
Saldırırının hemen arkasından Türkiye’de HDP’nin başlattığı ve olayı “2. Roboski” olarak gösteren kampanyaya baktığımızda, Zaho olayının Türk Silahlı Kuvvetleri’ni hedef alan bir provokasyon olduğu açıkça ortada.
Güneydoğu’da PKK’ya yakın baroların yaptıkları basın açıklamaları, HDP’nin tavrı, ABD’nin olayla ilgili açıklamaları, Irak Devleti’nin tutumu, PKK’nın ve Fethullahçı çetenin açıklamalarında Türkiye’nin “işgalci olarak” gösterilmesi ve “bölgeden bir an önce çekilmesi” çağrısı meselenin ana noktası.
Ancak saldırının Türkiye’yi zora sokmak için yapılmış bir provokasyon olması ve Türkiye’nin sorumlu olmaması, Türkiye’yi bu olayın sonuçlarından muaf tutmayacak.
Bizim açımızdan en önemli nokta bu. Bu tarz provokasyonların muhatabı olmamak için tek koz provokasyon bölgelerinden olabildiğince uzak durmak.
Türkiye ise uzak durmak bir kenara, iktidarın iç siyasette malzeme yaratabilmesi adına bu bataklığın içine her gün daha fazla müdahil olmaya çalışıyor.
“Büyük Osmanlı hayali” çok fazla dillendirilmese de iktidar bloğunun siyasi genetiğine işlemiş durumda ve meseleyi Türkiye açısından tehlikeli kılan şey Suriye’de kısmi bir istikrarın sağlanmış olması. Böylesi bir ortamda Türkiye’nin “işgalci” olarak görülmesi, Türk Ordusu’nu daha fazla hedef haline getiriyor.
Siyasi iktidar bunu görmüyor değil ancak toplumdaki “Savaş Türk’ün düğünüdür!” mantığının “hedef oldukça” ve “şehit verdikçe” artması, AKP-MHP sahte milliyetçiliği açısından güçlü bir zemin oluşturuyor.
Suriye’den Türkiye’ye “mülteci akınını önlemek için bölgede bulunma” söyleminin artık bir gerçekliği yok. Türkiye’nin bu bölgelerdeki askeri varlığı, Türkiye’de yaşayan mültecilerin evlerine dönmeleri açısından da bir engel teşkil ediyor.
Bu tarz olayları sonuçlarıyla birlikte değerlendirmek gerek. “Kimin işine yarıyor?” sorusu önemli bir anahtar. Ancak masadaki tüm güçler zaten bunun farkında ve “suçsuz olmak” masada olduğunuz sürece önemsiz. Türkiye’nin önündeki en büyük zorunluluk zorla oturmaya çalıştığı masalardan kalkmak ve artık hiçbir masada olmamak olmalı.
Elinde hiçbir politik malzemesi kalmamış bir iktidarın buna yanaşmayacağını da ortada. Muhalefete düşen ise böylesine bir ısrarın AKP sonrası döneme yansıyacak büyük faturasını açıkça göstermek olmalı. Zira o bedeli hep birlikte ödeyeceğiz!