No Result
View All Result

“Suça sürüklenen çocuk” değil çocuk sanık

Ali ÖZSOY by Ali ÖZSOY
22 Ağustos 2025
in GÜNLÜK
0
“Suça sürüklenen çocuk” değil çocuk sanık

Mattia Ahmet Minguzzi cinayetiyle birlikte, kanunda geçen “suça sürüklenen çocuklar” ifadesi yeniden tartışılmaya başlandı. Geçen hafta Ankara’da kız kardeşini korumak isteyen bir genç, yine 18 yaş altında olduğu için “çocuk” kategorisinde sayılan çeteciler tarafından katledildi. AKP’nin “adaletsizlik bakanı” ise konu ile ilgili yeni bir düzenleme yapılacağını açıkladı.

Halkın vicdanını ve adalet duygusunu yaralayan birinci husus; katiller veya katil zanlıları için kullanılan “suça sürüklenen” ifadesi.

İkinci husus ise; özellikle Kürt mafyasının tetikçi olarak kullandığı suç makinesine dönüşmüş kişilerin; en cani suçlara imza atsalar bile “çocuk” indiriminden yararlanıp, kısa sürede hapisten çıkmaları.

Tartışmaya barolar, bazı avukatlar ve özellikle Kürt şovenisti olduğu bilinen isimler de taraf oldu. Bunlar “suça sürüklenen çocuk” kavramının sosyoloji biliminin bir emri olduğunu iddia ettiler. Ayrıca Batı’daki çağdaş hukuk sistemlerinde de çocuk faillerine ceza indirimleri olduğunu, bunun evrensel hukuk ilkesi olduğunu ileri sürdüler.

Sadece Batıda değil, dünyanın hemen hemen bütün hukuk sistemlerinde çocuk suçlarına cezai indirimlerin olduğu doğrudur. Bunun sadece sosyal değil mantıksal da bir nedeni var. Ehliyeti tam olmayanın sorumluluğunun da tam olmaması hukukun içsel mantığına uygun. Ancak özellikle sürekli örnek verilen Batı’da, ağır suçlarda 15-18 yaşları arasındaki failler için bu indirimler geçerli olmuyor. Yani “evrensel hukuki ilke” argümanı yanlış. Sosyoloji kısmına gelirsek.

Sosyoloji bir bilim olarak rüştünü asla ispat edemedi. Ama Amerikalıların elinde son 50 yılda tamamen sahte-bilime dönüştü. ABD akademisinin egemen kliği, Fransız gerici demagogu Foucault’un tezleri ile (ne yazık ki bir değil hiçbir yaraya merhem olamayan) “dil felsefesi”nin en vulgar versiyonunu çiftleştirdi. Ortaya günümüzün akademik damgalı cehaleti ortaya çıktı.

19. yy.da sosyolojinin iddiası toplumu, salt toplumsal olguyla açıklamaktı. Nihayetinde bu iddianın içinde bir toplum mühendisliği amacı da vardı. Bu yüzden sosyolojinin kurucu isimleri, bir disiplin olarak sosyolojinin kendi “bilgi alanında” egemenliğini ilan etmek için ilk başta psikolojiye savaş açtılar, sonra diğer disiplinlere.

Klasik sosyologlar öznele değil nesnele vurgu yaptılar. Nesnellik ve sosyolojinin kapsayıcılığı iddiasıyla bırakın psikolojiyi, ekonomiyi ve hatta tarihi bile dışlamaya çalıştılar. Günümüzde ise gerileyen Batı düşüncesi, nesnel toplumsal gerçekliği saptama ve değiştirme iddialarını terk ettiği gibi sosyolojiyi en öznel hezeyanlarla iştigal mesleğine dönüştürdü.

Bu yeni “bilim”e göre toplumsal olgular nesnelin ve toplumsal yapının değil, “insan kurgularının” rastlantısal ürünüdür. Nesnel gerçekliği araştırmayı önerenleri mahkum eden Amerikan akademisi iki yüzlüydü. Çünkü bu köylü kurnazları nesnel bilgi olasılığını mahkum etmekle birlikte “toplum mühendisliği” çabasından vazgeçmiyorlardı.

Dil felsefesinden aşırılmış laf ebelikleri ile süslenmiş yeni tip post-modern “sosyoloji” kuramlarına göre, toplumsal olan sosyal kurgudur ve hatta dilsel kurgudur. Sosyal kurgunun temelinde dil varsa; o halde dili değiştirdiğimizde sosyal kurgu da değişmiş olur.

Klasik sosyolojinin “toplum mühendisliği” sosyal sorun için sosyal yapıya müdahaleyi önerir. Bu yüzden en azından reform ve hatta devrim düşüncesine açıktır. ABD neo-liberalizmi ile Fransız post-modernizminin birlikte peydahladığı hilkat garibesi yeni sosyoloji ise; toplumsal her sorunu aslında korur, kangrenleştirir ve söylem makyajıyla yeniden paketleyip bize pazarlar. Toplumsal sorunlar ve sömürüler, Amerikalıların ifadesiyle “white-wash” işlemine tabi kılınır. Yani sözcüklerle badana yap, meşrulaştır.

Örneğin fuhuş sorunu mu var? “Seks işçisi” dersin, ortada ne fuhuş kalır ne de kadın satıcıları. Onlar da “seks işvereni” zati. Irkçılık mı var? Zenciye “negro” değil “Afro-American” dersin, üniversitelere de gettolardan biraz fazladan zenci serpiştirirsin. Böylelikle hem ırkçılığın bittiği ilan edilebilir hem de sisteme minnet borçlu azınlık orduların olur.

Emperyalizm mi var, yerel kültürlerin en gerici yanlarını yüceltirsin. Bu toplumların esaretine karşı savaşan ulusal bağımsızlıkçı ilericilere “otoriter kolonyal aydın” dersin. Hem “kolonyalizm” günahı bize geçer hem de “kültürel çeşitlilik” yaşayan “yerellere” efendilik taslamaya devam edersin.

Kadın sorunu mu var; bunu cinsel kimlik sorununa dönüştürürsün. Kadın hareketini de eşcinsellerin yedek gücü yaparsın.

İşte bu da bir “toplum mühendisliğidir.” Ama kelimenin en Amerikancı ve gerici haliyle. Bu yeni tip toplum mühendisliğinin en büyük tabusu, topluma yönelik gerçekten reformcu veya devrimci müdahaledir. Bunlar “üsten müdahaledir”. “Otoriter”dir. Devrimciler en büyük tahakkümcülerdir. Çünkü “organik” olana müdahale ederler. Yani utanmazımız “kurgu” dediğine şimdi “organik” der.

Toplumsal sorunlar aynen kalmalıdır ki bunlar üzerinden kendi hegemonyaları sürsün hem de “hak savunusu” yapsınlar. Bunun için de trilyon tane terim, kavram üretilir. Yeni ruhban sınıfının tekelindedir bu kavramlar. Bu kavramların nasıl yorumlanacağı da onlara sorulmalıdır.

Devrimlere “üsten, otoriter” diyenlerin, sürekli en tepedeki üstyapı kurumu olan hukuk alanında “aktivizm” ve “reform” önermeleri de ilginç bir paradokstur. Kavram ve bilgi ağalığı yapanlar, sosyal değişim talebini hukuki metinlere hapsetmek ister. Böylelikle değişim taleplerini de kendi tekellerine alabileceklerini inanırlar.

Düşünün bir kere. Kadın ve erkek denmiyor. “Toplumsal cinsiyet” deniyor. Kimse bunların kaç adet olduğunu, ne olduğunu, neyi kapsadığını bilmiyor. Bir de hukuki metinlere de bu kavramlar dahil ediliyor. Bu metinleri anlamak için kesinlikle yeni ruhban sınıfına ihtiyacımız var. Düşünsenize boşanma davası olacak. Kadın ve erkek medeni statüleri yok. Ne kadının ne de erkeğin hakkı savunulabilir böyle bir durumda. Pozitif ayrımcılık yapacaksak bir taraf lehine, ona da imkan yok.

Post-modern bir lafazan gelecek bize kanunu yorumlayacak. İşte bunlar bu yüzden bu kadar delicesine dile, retoriğe ve kavramlara kafayı takmıştır. Oysa dilde karmaşık hiçbir şey yok. Ve yalan söylüyorlar. Sömürü ve otorite dilde falan kurulmuyor. Sömürü sosyo-ekonomik yapıda kuruluyor. Dil zaten on binlerce yıldır aynı. Nispeten en tarafsız alan. Dil hepimize açık. Ezilen de teorisini yapabilir ezen de. Matematik gibi.

Size “önce dili düzeltmeliyiz” gibi bir cümle kuran varsa elinize sopa alın kovalayın. Bunlar ilerici değildir. “Kuran’ı alimler anlar, sen okuma, çok karışık bir dili var” diyen yobazın yeni versiyonudur. Hayır dil çok basittir! Hukukta ise en açık dil ceza hukukundadır. Zaten en cahil suçlular bile kanunu okuyunca çok iyi anlar.

Hukukun dili daha da basitleştirilmelidir. “Suça sürüklenen”, “suçu hayal eden”, “suçu merak eden”, “toplumsal cinsiyet”, “kişisel kamusal alan” gibi oksimoron kavramlarla mistikleştirilmemelidir. Kadılar, ulemalar, ruhbanlar çağına geri dönüşe hayır. Cumhuriyet, yasamanın ulusal egemenlik ilkesiyle yurttaşlar eliyle gerçekleştiği, yasaları da vatandaşların okuyup anlayabildiği rejimdir. Akademik veya dini kadılara ihtiyaç yok. Yurttaşlar çağındayız!

Toplumsal yapı gerçektir. Uydurma ve keyfi değil. Gerçekte uydurma olan bu kavramlardır. “Sosyal konstrüktlere” karşı çıkan liberal “sol”cular asıl kendileri uydurukçudur. İşte bu yüzden “Sosyolojinin” uydurduğu moda kavramların (!) hukuka ithal edilmesi, istisnasız her seferinde fecaate yol açıyor. “Toplumsal cinsiyet” uydurmasının yol açtığı karmaşa ve saçmalık iyi bir örnektir. İlericilik ve gericilik arasında bir mevzilenme olan kadın hakları davası; ABD tarafından dayatılan “toplumsal cinsiyet” cepheleşmesiyle tasfiye edildi.

Kadın hakları yerine artık, bir kutbunda dincilerin diğer kutbunda travestilerin yer aldığı en gerici ve bireyci taleplerle örülmüş cinsel kimlik savaşları tartışılıyor. Bir uç “çocukların cinsel tercihleri olması, cinsiyet değiştirmesi imkanından” bahsediyor, diğer uç “çocukların dinen evlenmelerinin imkanından”.

Bazı avukatların, baroların ve Kürtçü “fenomenlerin”, “suça sürüklenen çocuk” kavramını asla sorgulanamaz bir bilimsel veya hukuki kategori olarak ele almaları da benzer bir kurnazlıktır. Onlar için kavramın açıklayıcı olmaması, yanlış olması ve hatta çocuk düşmanı olması önemli değil. Kavram onların kavramı ya. Sorgulanırsa otorite ve rant alanları sarsılacak.

İşin sosyoloji kısmı zaten sakat. Ancak hukuk boyutuna girdiğimizde “suça sürüklenen çocuk” (SSÇ) kavramı daha da büyük bir felakettir. Bu tanımlama hem hukuka hem de çocuk haklarına aykırı bir kavramdır. SSÇ isimlendirmesi çocukları korumadığı gibi, hukukun yüzlerce yıllık birikimine de bir saldırıdır. Çünkü SSÇ lakabı, sadece 18 yaşından küçük suç faillerin mağdurlarının adalet talebini zedelememekte, aynı zamanda yargılanan çocuğun sanıklık hakkını da elinden almaktadır.

Çok ayrıntıya girmeyeceğim. Doğrusunu söylediğimizde durum açıklığa kavuşacak. “Suçu sürüklenen çocuk” yerine “çocuk sanık” demeliyiz. Aksi takdirde soruşturulan ve yargılanan çocuğun, sanık olma hakkını yani masumiyet karinesini ortadan kaldırmış oluruz. Daha yargılama bitmedi ki! Belki masum çıkacak.

“Suça sürüklendiğini” nasıl hemen ilan ediyorsun? Hem de güya çocuk hakları adına!
“Suça sürüklenen” dendiğinde ise “sürüklenmiş” imasını bir yana bırakalım, zaten suçlu olduğunu kabullenmiş oluyorsunuz. Yani adeta çocuktan “sanık” olma hakkını önce alıyorsunuz. Sonra “sürüklenmiş” diyerek; güya bu haksızlığı tazmin ediyorsunuz. Bu liberallerin kendilerini tatmin için oynadıkları sayısız dil oyunundan biridir.

Ayrıca hukuk mantığına yönelik daha da büyük bir saldırı var SSÇ kavramında. Fail çocuk suça “sürüklendiyse”, sürükleyeni de azmettirici fail olarak yargılamak zorundasın.

“Toplum sürükledi” diyemezsin. Annesi mi sürükledi, babası mı? Mahalledeki mafyatik tipler mi? Bunu saptamaya, sorgulamaya ve yargılamaya niyetin yoksa “sürüklenmekten” bahsedemezsin. Kaldı ki sürükleyen varsa savcının “sürükleyeni” bulması, mahkemelerin de yargılaması kanuni bir zorunluluktur.

Ceza hukukunda fail hemen hemen her zaman gerçek kişidir. “Toplum”, “şartlar”, “mahalle”, “aile” gibi kavramlar fail olamaz. Aksi takdirde kolektif cezalandırma gündeme gelir. Orta Çağ engizisyonu, Hitler veya Stalin faşizmi örnekleri ortadadır. Orada da hukuk kalmaz.

Toplum mu çocuğu suça sürükledi? O zaman o “sürükleme” eylemi artık hukukun konusu değildir. Kanunda da böyle bir ifade yer alamaz. Çünkü kanunun dili tam da vulgar Marksistlerin eleştirdiği gibi olmalıdır: Şekli ve şeklen eşit. İlla sosyal eşitlik istiyorsak o kanunla gelmez ki; o zaten sosyal devrim meselesi.

Hukukta eşitlik soyutlaması şart. İşçi ile kapitalist arasındaki eşitsizliği bu “dil” gölgeliyorsa; o halde hukuka dokunma. Bırak hukuk gölgelesin ama mantıken tutarlı olsun. Git mülkiyet ilişkileri veya gelir dağılımı ile uğraş. Bunun için istersen yeni bir kanun çıkar. Kamulaştırma yap ya da gelir vergisi koy. Gidip “borca sürüklenmiş işçi” diye kavram uydurup, mesela “bu dezavantajlılar yasal faizin yarısını ödesin” deyip borçlar kanununun içine etme! Bu tür düzenlemeler hiçbir işe yaramayan, sömürü ilişkilerini daha da karmaşıklaştıran, sahtekarca gösteriler!

Çocuk sanıklar sorunu varsa da hukuk ile oynama. Bu sorunu yaratan iktidarı ve düzeni hedef al. Çocuğun sanık olma hakkına saldırma.

Çocukların toplum tarafından suça sürüklenmesi gibi bir durum varsa da bu tür bir sürüklenme siyasetin ve sosyal politikanın konusudur. Soyut varlıkların “fail” ilan edildiği yerde, kesinlikle hukuksuzluk ortamı vardır. “Soyut failler” suçun ve cezanın kişiselliği ilkesini ve kolektif cezalandırma yasağını sakatlar.

Diğer uçta anneye veya babaya ceza verelim diyenler var. Onu da o kadar basit yapamazsın. Ayrı bir yargılama gerekir. Belki anne çok iyi; baba ise çeteci, istismarcı. Veya tersi. Veya ikisi de çok iyi, başka biri kötü örnek ve azmettirici!

Anayasamızın, yasalarımızın ve temel insan hakları metinlerinin çok açık bir şekilde temel aldığı ilke; kesin hüküm olmaksızın kişinin masum sayılmasıdır. Yetişkinlere sanık olma hakkını tanıyorsunuz. Çocuktan neden bu hakkı alıyorsunuz? “Suça sürüklenmiş” deyince çocuk kayırılmış mı oluyor yani? Temel amacınız, sokaklardaki Kürt mafyası gerçekliğini ve terör oluşumunun artık çocukları tetikçi olarak kullandığı olgusunu gizlemek. Çocuk hakkı palavrası sıkmayın. Suriye’de çocukları “askere alan”, sokakta çocuklara torbacılık, tetikçilik yaptıran faşistler mi çocuk haklarını öğretecek bize?

Çocuk korunacaksa, yargılamada ve cezalandırmada bazı ek ilkeler devreye girecekse, önce sanıklığını tanıyın sonra yine çocuk sanık olarak koruyun.

Hukukta laf ebeliğinin yeri yok. Tipik Amerikan post-modern gericiliği. “Dil her şeydir” diyen sözde entel liberallerin emin olun ki; hiçbir konuda hiçbir şey yapmaya niyetleri yoktur. Asıl sömürü hep bu tür dil oyunları ile perdelenir.

“İşin özüne gel, bu cezalar yetmiyor, sen ne öneriyorsun” diyenler olabilir. Şu anda çocukların cezaları yetişkinlere kıyasla düşürülerek infaz ediliyor. Çoğu suç için de böyle kalacak. Çocuklara verilen bazı ağır suçlardan verilen cezalar yetişkin oranında mı olsun? Batıda olduğu gibi…

AKP gibi bir suç şebekesinin yönettiği bir ülkede, iktidardakilere herhangi türden bir ceza politikası önermeyi reddediyorum.

İşin özü mü dediniz? İşin özü AKP’nin yeni Kürt-PKK Açılımı ile halk tabiriyle “tas kafalılar” terörü patladı. Tıpkı birinci İhanet Açılımı’nda olduğu gibi sokaklarda Kürt mafyası terör estirmeye başladı.

Güya PKK terörü bırakıyor ama sokak çetesi olarak bu sefer halkın üstüne salınıyor. Halka korku ve dehşet ortamı yaşatıyorlar. Böylelikle “bakın Kürtler çok kalabalık, çok büyük sorun var, çözümü destekleyin, sizi bir tek AKP korur” havası yaratılmak isteniyor. Türk halkı AKP ile PKK arasında kıskaca alınıp, manen ve madden teslim alınmak isteniyor.

Son bir yılda 18 yaş altı çocukların tetikçi olarak bu kadar çok kullanılması AKP ve PKK’nın ortak politikasıdır. İşin özü budur.

Bir devrimci olarak “hukuk aktivizmi”ni reddediyorum. Bu da ABD ürünüdür. Hele bugün Türkiye’de hukuk aktivizmi AKP’den daha ağır ceza ve infaz kanunları dilenmeye eş değerdir.

Sorun AKPKK diktasıdır. “Tas kafalılar”, çocuk psikopatlar ve diğerleri ile mücadele yöntemi siyasidir. Tek çözüm bir an önce AKP’yi yıkmaktır. Türkiye’nin hukuk reformu sorunu yoktur. Faşizm sorunu vardır.

Previous Post

İmamoğlu’na teşhis: Stockholm sendromu

Next Post

Rejimin sonu devletin sezon finali olabilir

Next Post
Rejimin sonu devletin sezon finali olabilir

Rejimin sonu devletin sezon finali olabilir

Facebook Twitter Instagram

TÜM HAKLARI SAKLIDIR © 2022 TÜRKSOLU, ATATÜRKÇÜ, MİLLİYETÇİ, SOLCU GAZETE.

No Result
View All Result
  • TÜRKSOLU
  • GÜNLÜK
  • HAFTALIK
  • ARŞİV
  • İLERİ YAYINLARI KİTAPLIĞI

TÜM HAKLARI SAKLIDIR © 2022 TÜRKSOLU, ATATÜRKÇÜ, MİLLİYETÇİ, SOLCU GAZETE.