Dün Bloomberg’de yayınlanan bir habere göre, Türkiye’nin Rusya’ya BOTAŞ’ın doğalgaz alımından dolayı kaynaklanan borçlarını 2024 senesine ertelemeye çalıştığı söyleniyor.
Geçtiğimiz ay dış ticaret açığının rekor kırdığı düşünülürse ve kış aylarıyla birlikte açığın daha da artacağı dikkate alınırsa, AKP iktidarının döviz için yeni kaynaklar yaratması hayati bir önemde.
Türkiye’nin ana alıcısı olan AB ülkeleri ekonomileri de durgunluğa girmiş durumda ve Türkiye’ye verilen siparişlerde bir azalma eğilimi rakamlara yansıyor. Bu kış Avrupa için gerçekten zor geçecek ancak bu zorluk Türk ekonomisine de ciddi biçimde yansıyacak.
Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mustafa Gültepe, geçen hafta yaptığı açıklamada Avrupa’da yaşanan bu daralmanın Türkiye açısından bir fırsat olabileceğini, bazı sektörlerin ihracatının olumlu yönde etkilenebileceğini söyledi. Ancak durgunluğun daha fazla hissedilmesi ihtimali de var ve Gültepe bu ihtimali de masaya koyuyor.
Demek ki, süreç kimse açısından belirginleşmiş değil. Ancak Avrupa’da beklenilen durgunluk olumlu biçimde yansımazsa Türkiye’ye döviz girişi açısından ciddi bir sıkıntı yaşanabilir ve iktidar da böylesine bir olasılığa karşı şimdiden ön alma planı yapıyor.
BOTAŞ’ın borçlarının 2024’e ertelenmek istenmesinin sebebi de olumsuz bir durum karşısında ek kaynak yaratabilmek. BOTAŞ’ın kasasından şimdilik çıkmayan her döviz ek kaynak olarak geri dönmüş olacak.
Erdoğan’ın “faizleri tek hanelere kadar düşürmeye kararlı olduklarını” ısrarla söylemeye devam etmesi, AKP’nin sıcak paranın girişine olan güvenini de gösteriyor.
Arap sermayesiyle, İsrail’le yeniden kurulan yakın ilişkiler, Rusya ve Türkiye ilişkilerinin farklı bir noktaya evrilmesi, iktidarın önünde yeni olanaklar yaratıyor. AKP bu “fırsatları” sonuna kadar kullanacak.
Bunları yazmamızın amacı tabii ki ekonominin ne kadar iyi olduğunu ifade etmek değil. Böyle bir durum yok ancak bazı muhalif kesimlerin göstermek istediği gibi bir “felaket tablosu” da en azından şimdilik yok. Gelen paranın karşılığında Türkiye’nin geleceği ipotek ettiriliyor ve Türk ekonomisinin en azından belirli bir düzeyde gitmesi güvence altına alınıyor.
Ortada “en azından” belirli koşulları sağlama almaya çalışan, ekonomik döngüyü sıkıntılara rağmen devam ettiren bir ekonomi politikası var. Bu politika algı yönetimine dayanan bir propaganda tarafından da destekleniyor. Erdoğan’ın %83 olarak açıklanan enflasyon oranını baz etkisi sonucunda %40-50 civarına düşürüp bunu bir başarı öyküsü olarak takdim edeceği kesinleşmiş durumda.
Sadece bu ekonomik tablo üzerinden halkın tercihlerini değiştireceğini umudu taşıyan, “mutfakta kaynamayan tencere” üzerinden geliştirilen siyasetle sınırlı bir muhalefet anlayışı başarısızlığa uğrayabilir. İktidarın kendine olan güveni tamamen dayanaksız da değil. Dayanmaya çalıştıkları temelleri görmek güçlü bir muhalefet oluşturmak açısından çok önemli. Muhalefetin sürekli ortaya koyduğu “cehalet” teorileri üstünlük hissi verip gururu okşasa da ortaya çıkan sonuç iktidarın kendince yaptığı planın tutması oluyor. Bunları da şimdi söylemek gerekiyor, seçimlerden sonra oturup ağlamamanın bir anlamı yok.