Bir Dünya Kupası daha geride kaldı. Adalet yerini buldu, kupa Arjantin’e gitti. Böylelikle Arjantin’in ulusal kahramanı Messi, kariyerinin sonlarına doğru ilk dünya kupasını alarak ülkesine olan borcunu ödemiş oldu.
Kimileri Messi’nin maçlardaki davranışlarına bakarak Arjantin’e tepkili olsa da, Maradona’nın hatırına Arjantin’i desteklemeye devam etti. Bu “vefa” duygusunu sadece futbolla açıklamak mümkün değil elbette. Maradona, duruşuyla bir futbolcudan çok daha fazlasıydı ve O’nun egemenlere karşı tavrı, bugün Arjantin’e karşı olan sempatinin hala devam etmesini sağlıyor.
Maradona öldü ama arkasında yeşil zeminde Arjantin’e sadık milyonlarca taraftar bıraktı. “Beyazların” ve Avrupa göçmenlerinin kurduğu bir ülke olmasına rağmen Arjantin’e duyulan sevgiyi de bu karakterlerde aramak gerek. Arjantin demek Maradona demek ve elbette Che demek. Bu sempatinin kökeni “romantizmde” değil, sömürüsüz bir dünyaya duyulan ortak özlem ve bu mücadeleyi göze alabilen kahramanlara duyulan saygıda aranmalı.
Diğer taraftan bu Dünya Kupası, ekran başında izleyen seyirci için “ikilemlerin” çok fazla yaşandığı ve “tarafsızlığın” bir seçenek olarak daha fazla ön plana çıktığı bir turnuva oldu. Bu da dünyanın içinde bulunduğu süreçle yakından ilgili.
Örneğin 1998 Dünya Kupası’nda İran ve ABD maçında tüm dünyanın İran’a yoğun bir desteği vardı. Ancak bu Dünya Kupası’ndaki maç, İran’da büyük toplumsal eylemlerin olduğu bir döneme denk geldi ve İran’ın ABD karşısındaki galibiyetinin mollalar tarafından kullanılabilme ihtimali, koşulsuz bir İran desteğinin önüne geçti.
Zihinlerde oluşan bu çelişkinin politik düzlemde de bir karşılığı var. Sosyalist hareket açısından temel çıkış noktalarından bir tanesi olan “anti emperyalizm” kavramının politik saflaşmalarda belirsizliğe ve bazen de yanlış konumlanmaya yol açtığı bir dönemdeyiz.
Tıpkı savaşlar gibi spor müsabakaları da bir güç mücadelesinin yansıması ve “anti emperyalist” olmak adına İran’ı desteklemenin doğal sonucu, İran’daki molla rejiminin güçlenmesi oluyor.
İranlı futbolcular, İran Milli Marşı’nı okumayı reddederken, İran’ın mağlubiyeti Tahran sokaklarında sevinç gösterilerine sebep olurken “anti emperyalist teoriye uygun olması” adına İran’ı desteklemek, sol bakış açısının önemli bir zaafını açığa çıkarıyor.
Fas Milli Takımı’nın yükselişi, özellikle İslamcı çevrelerin Fas’ın başarısı üzerinden yarattığı ümmetçi tavır da buna örnek gösterilebilir. Meclis’te AKP milletvekillerinin Fas’ın çeyrek final galibiyetinden sonra duydukları sevinci gösteren bir fotoğraf karesi yayınlandı.
AKP’li milletvekilleri bilmiyor olabilir ancak Fas, 2021 seçimlerinden sonra eski Fas değil. Geçen sene yapılan seçimlerden sonra 10 sene boyunca iktidarda bulunan Fas Adalet ve Kalkınma Partisi çok büyük bir hezimete uğradı. Bu durum Fas’taki toplamsal sorunlarla ve Müslüman Kardeşlerin tüm Arap ülkelerinden tasfiye edilmesiyle de yakından ilgili. Her Müslüman ülkeyi ümmetçi gibi gösterme hevesi, klasik bir AKP yalanı.
Fas’ın başarılarını “İslamcılığın” başarısı gibi sunmaya çalışmayan bir iktidar olsaydı ülkece Fas’ın başarısına daha çok sevinebilir, bu mutluluğa ortak olabilirdik.
Diğer taraftan maçlardan sonra Avrupa’da Fas vatandaşlarının kutlamaları sonrası yaşanan olaylar ve Türkiye’de de kalabalık kutlamaların yapılması, göçmen sorununun insanlığın önünde “entegrasyon” masallarıyla bitmeyecek büyük bir sorun olduğu gerçeğini gösteriyor. Ancak “Arap”lara olan bakışın Arapların Avrupa’ya yoğun göçüyle birlikte daha olumsuz hale geldiğini söyleyebiliriz. Bu gerilimi klasik “ırkçılıkla” açıklamak da kolaycı bir bakış açısı olacaktır. Ancak görünen o ki topluluklar zamanla entegre olmuyor aksine aradaki makas daha da açılıyor.
Dünya bir taraftan Katar’da Dünya Kupası’nın düzenlendiği, ödül töreninde Messi’ye entari giydirilen, milyarder Arapların büyük Avrupa kulüplerini satın aldıkları bir düzene doğru gidiyor. Düzenlenen dünya kupasının toplam finansmanının 220 milyar dolar olduğu bilgisi basında yer aldı ve bu çok büyük bir para. “Batı”, Arapların bu büyük maliyetleri karşılamasından son derece memnun.