28 Ocak 1921 tarihinde Türkiye Komünist Partisi kurucusu Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı, Trabzon açıklarında katledildi. Kendilerini saygıyla anıyoruz.
Üzerinde çokça spekülasyon yapılan bu siyasi katliam, bugün ortaya çıkan belgeler çerçevesinde açıklığa kavuşmuştur. Murat Bardakçı’nın Enver Paşa’nın aile arşivini yayınlamasıyla konu hemen hemen tamamen aydınlığa kavuştu.
Enver Paşa, karısına yazdığı mektupta, bu eylemin faillerinin kendisine tamamen bağlı olan bir çete olduğunu açıkça belirtmektedir. Mustafa Suphi için “düşman” ifadesi kullanılan mektupta, cezalandırma eyleminin temelinde Bakü’de Enver Paşa’nın, Mustafa Suphi’nin yönlendirdiği delegeler tarafından yuhalanması ve kürsüden konuşturulmaması olduğu anlaşılmaktadır. Enver Paşa’nın karısına yazdığı mektubu aynen aktarıyoruz:
“… Komünist Partisi Reisi Suphi Bey, Bakü’de aleyhimde olduğu için biçareyi Trabzon’da evvela karla, tükürükle hamallar epeyce ıslattıktan sonra bir motorbotla Batum’a iade etmek üzere yola çıkarmışlar. Hâlbuki yanında yüz yirmi bin Rus altını olduğundan kendisini zanlarınca yolda öldürmüşler paralarını almışlar. Maamafih bunu benim için yaptıklarından memnun olduğumu ve başkasına söylememelerini tembih ettim. Bence düşman da olsa, mademki Müslüman, böyle olmamalıydı. Fakat ne çare, yazılan çekilirmiş.”
Mektupta birkaç noktanın altını tekrar çizmemiz gerekiyor. “Mademki Müslüman, böyle olmamalıydı…” ifadesi Enver’in çete elebaşlarına memnuniyetlerini ilettiği ve tembihlerde bulunduğu cümlesinden hemen sonra geliyor. Burada Mustafa Suphi’nin, iğrenç katliamdan sonra kaybolan ve hâlâ akıbeti belli olmayan karısı Meryem (Mariam) Suphi meselesi akla geliyor. Son günlerde yeniden hortlayan uğursuz siyasi suikastlar geleneğini çerçevesinde bu iğrençlikleri not ediyoruz. Eşkıyalık ile vatanseverlik asla yan yana anılamaz. Hele Türklükle hiçbir alakası yoktur bunların.
Peki, Bakü’de ne oldu? Mustafa Suphi’nin, Enver’in fedaileri tarafından katledilmesini gerektirecek düzeyde bir düşman olarak ilan edilmesinin sebebi nedir?
Burada kastedilen, 1 Eylül – 10 Eylül 1920 tarihlerinde düzenlenmiş olan Birinci Doğu Halkları Kurultayı’dır. Bu kurultay, Sultangaliyev’in ve onun etrafında örgütlenen Bolşevik Parti içindeki Milli Komünistlerin fikriydi. Ancak Stalin, kurultaya Sultangaliyev’in katılmasını engelledi. Daha 1920 Eylül’ünde dahi Sultangaliyev tecrit konumdaydı ve Stalin tarafından tasfiye ediliyordu.
Sultangaliyev, Komintern’in Müslüman halkları ve sömürgelerdeki diğer ezilen halkları temsil edemeyeceğini ve Avrupalı bir teşkilat olduğunu savunuyordu. Defalarca bu tezini Bolşevik Parti liderliğine karşı savundu. Doğu Halkları Kurultayı, daha doğrusu Komünist Enternasyonal’den ayrı olarak bir Sömürge Halkları Enternasyonali düşüncesinin temelinde bu vardı. Nihayetinde Bolşevikler, bu fikri kabullenmek zorunda kaldılar ancak esas amaçları tamamen kendi kontrollerinde bir toplantıyla meseleyi denetim altında tutmaktı.
Sonunda Stalin’in engellemeleri sonucu Sultangaliyev kendi örgütlediği kurultaya katılamazken; Enver Paşa bu kurultaya bizzat Komintern Başkanı Zinovyev ile birlikte şeref konuğu olarak katıldı.
Enver Paşa’yı Berlin’den önce Moskova’ya, oradan da Bakü’ye getiren süreç ise çok daha başka ve uzun bir yazının konusu olabilir. Şöyle özetleyebiliriz. Mütarekeden hemen önce İstanbul’dan Odesa’ya kaçan Enver, Berlin’de tasfiye edilen Alman Ordusunun istihbarat birimleri vasıtasıyla Bolşeviklerle buluşturuldu.
Meşhur Parvus Efendi lakaplı Rus Marksisti ve Alman silah tüccarı Alexander Lvovich Parvus, burada kilit noktadaydı. Ünlü Rus Bolşevik Karl Radek’in organizasyonu ile Enver Paşa artık Bolşeviklerin himayesi altında Moskova’daydı.
Enver Paşa’nın Türkistan’a geçip, Bolşeviklere karşı çıkan Basmacı isyanına katılmasına kadar geçen 4 yıllık garip “Bolşevik” dönemi hem Kürtçü-Ermenici sahte solcular hem de sözde ülkücü, sözde Turancı, sözde Enverci antikomünist tayfa tarafından yok sayılıyor.
Şunu üzüntüyle belirtmeliyiz ki; özellikle 1920 ve 1921 yıllarında Enver Paşa, Çiçerin-Stalin-Zinovyev üçlüsü ile çok yakın bir mesai içine girmişti. Kurtuluş Savaşı için “faydalı” diyemeyeceğimiz bu faaliyetler, eğer Sakarya Savaşı’nı kaybetseydik; “zararlı cemiyetler” kapsamına dahi girebilirdi. Her daim “faydasız” olduğu kesindir.
Özellikle Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve Atatürk arasındaki mektuplaşmalar, Ankara için Doğu Cephesi’nde yaşanan en büyük tedirginliklerden birinin, Enver’in Bolşevikler ile birlikte giriştiği bazı şüpheli ve maceracı girişimler olduğunu net olarak gösterir. Özellikle Kazım Karabekir’in İttihatçı geçmişini ve Enver Paşa’ya olan sevgisini dikkate aldığımızda, bu üç komutanın hiçbir iktidar hırsı veya siyasi dava gözetmeksizin, Enver Paşa’nın Kafkaslardaki “İhtilalci” ve “Şuracı” girişimlerinden milli bir kaygı duyduğunu tespit edebiliriz.
Nihayetinde Enver Paşa için de, Türklük için de hayırlı olan gerçekleşti. Enver Paşa’nın Bolşeviklerle tasarladığı ittifak ve Enver’in 10 bin atlıdan oluşan bir “İhtilal Ordusu” ile Batum üzerinden Anadolu’ya girme projesi gerçekleşmedi. Sakarya Zaferi’nden sonra Bolşevikler, Ankara Hükümeti ile işbirliğini tercih ettiler. Kesin kararlarını verdiler.
Böylelikle Enver Paşa hayatının son dönemecinde “Türkistan şehidi” olarak temiz bir son ile tarihe geçme talihine kavuştu. Ayrıca Kurtuluş Savaşı’nın en tehlikeli dönemecinde, Anadolu’da tehlikeli bir iç savaşın önüne geçilmiş oldu. Bu da Türk ulusunun talihidir. Tabi bu talih, Atatürk’ün liderlik dehası ve Sakarya Zaferi sayesinde kazanılmıştır.
Enver Paşa’nın, Mustafa Suphi’yi düşman ilan etmesinin nedeni ise, Bakü’deki kurultayda Mustafa Suphi’ye bağlı delegelerin Enver’i yuhalamasıdır. Enver Paşa’nın özenle hazırladığı konuşmayı kürsüde okumasına engel olan bu delegeler, Enver Paşa’nın bir kahraman olarak girdiği salonda otoritesini kırdılar. Hatta bu konuşmadan sonra, İttihatçı lideri daha da tecrit eden bir kararın alınmasını talep ettiler.
Enver Paşa, Kurultay’da konuşmasını ancak Zinovyev’in müdahalesi ile ve başkasının vasıtasıyla okutabildi. Konuşmada Enver, Bolşeviklere adeta özeleştiri veriyordu. Üçüncü Enternasyonal’e bağlılığını ilan ediyordu. Hatta ulusların, ayrılma dâhil, kendi kaderini tayin hakkını tanıyacaklarını taahhüt ediyordu. Eğer Rusya’da devrim önceden olsaydı, 1914’te hemen Bolşeviklerin yanında yer alacaklarını belirtiyordu. Mecburen Alman emperyalizminin yanında yer aldıklarını vurguluyordu. Bir de kendini Hindistan’dan Kuzey Afrika’ya kadar örgütlü olan Uluslararası İhtilalci Teşkilatın lideri olarak tanıtıyordu.

Enver Paşa’nın konuşması, “taktiksel” olarak değerlendirilebilir. Kesinlikle öyledir bence de. Zaten Enver Paşa’da, ne yazık ki, stratejik veya teorik yön bulmak zordur. Her zaman “taktik”ler etrafında dönen bir aksiyon adamıdır. Ne yazık ki, sürekli zıt yönlere başını çeviren bu “taktik taarruzlar”, çoğu zaman başarılı da olamamıştır.
Türkkaya Ataöv’ün 1970 yılında yayınladığı belgelerin Rusça aslını da ekte iletiyoruz. Aşağıda ise Enver’in kısa konuşmasının tam metni ve Bakü Kurultayı’nda bu konuşma üzerine alınan üç maddelik kararı olduğu gibi aktarıyoruz.
Şevket Süreyya Aydemir “Suyu Arayan Adam” isimli eserinde, Enver Paşa’nın Bakü’deki Kurultay salonuna girmesinin, hem de Zinovyev ile birlikte görünmesinin, oradaki delegeler üzerinde büyük bir sürpriz ve coşku hali yarattığını aktarır. Ancak ne yazık ki, yuhalamalar ve tepkiler de eksik olmaz. Enver Paşa’nın etkisinin birden bire kırıldığını not eden Şevket Süreyya, toplantıya Enver Paşa’yı hususi olarak Moskova’dan alıp getiren ve onunla birlikte salona giren Komintern Başkanı Zinovyev’in, kurultaydan sonra Enver Paşa’ya hiçbir bilgi vermeden, yalnız bir şekilde Moskova’ya gitmesinin, Enver Paşa’da ciddi bir moral bozukluğu ve öfke hali yarattığını belirtmektedir.
Aşağıda aktaracağımız belgeler, zaten kendi başlarına konuşmaktadırlar. Bizim yorumlarımıza katılmayanlar mutlaka olacaktır. Ancak artık ortaya çıkan bunca belgeden sonra Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katli konusunda bir sis perdesi yaratmak isteyenler, ancak ve ancak anti-Kemalist ajanlık faaliyeti yürütenler olabilirler. Bir tek açıklığa kavuşmayan husus, Sultangaliyev’in katliamda Stalin’i de suçlayan ifadeleridir. Er ya da geç katliamın bu boyutu da ortaya çıkacaktır.
Tekrar vurgulamamız gereken husus ise şu: AKP’nin maaş bağladığı bazı alçak tarihçi şarlatanların, kendilerini ultra-Turancı ve Enverci gibi tanıtarak, Mustafa Suphi cinayetini Atatürk’e mal etmeye çalışmalarıdır. Bunlar aşırı Atatürk düşmanı sahte milliyetçilerdir.
Soğuk Savaş döneminden kalma ultra Amerikan milliyetçisi bir söylemle; hem Atatürk’ü kendileri gibi çeteci, suikastçı, anti-komünist, gerici bir hukuk tanımaz olarak gösteriyorlar hem de akılları sıra bugünkü AKP-“M”HP iktidarının tedhişçi ve sağ terörist eylemlerini meşrulaştırıyorlar.
Diğer taraftan bu sözde Türkçü özde Türk düşmanı antikomünistlerin negatif ayna ikizi olan Kürt ve Ermeni şovenisti sahte solcular, birebir aynı yalanlara ve propagandalara sarılıyorlar. Ortak özellikleri bunların da ultra Amerikancı ve gerici olmalarıdır. Kürt ve Ermeni şovenistleri, sırf Atatürk’ü ve Kemalizm’i katliamcı, faşist ve gerici olarak damgalamak için, ortaya çıkan tüm belgelere rağmen bu feci katliam için hâlâ Kurtuluş Savaşı önderliğini ve Ankara’yı suçluyor.
Bunlar aynı tiplerdir. Hepsi göbek bağıyla AKP’ye ve ABD’ye bağlıdır. Mustafa Suphi ve yoldaşlarının temiz anısından uzak durun!
Enver Paşa’nın Bakü Kurultayı konuşması
“Yoldaşlar! Size, dünya kapitalizmi ve emperyalizme karşı Bakü’de toplanan Üçüncü Enternasyonal’e ve onun Prezidyum’una teşekkürlerimi sunarım.
Yoldaşlar! Bizi dilediği kadar soyup talan edemeyerek, kanımızı emmek ve bizi ortadan kaldırmak için elinden geleni ardına koymayan emperyalizme ve kapitalizme karşı, yanlış Avrupa politikasına karşı, bugün Üçüncü Enternasyonal’le, gönülden ve gerçekten, omuz omuza ittifak etmiş durumda olduğumuz için, kendimizi mutlu sayıyoruz.
Yoldaşlar! Türkiye savaşa girdiği zaman dünya iki kampa ayrılmıştı. Birinde emperyalist ve kapitalist eski Çarlık Rusya’sı ve onun müttefikleri, ötekinde de gene emperyalist ve kapitalist Almanya ve onun müttefikleri vardı. Bizi büsbütün boğup kökümüzü kazımaya çalışan Çarlık Rusya’sı, İngiltere ve öteki dostlarına karşı mücadele ederek, hayatımızı bağışlamaya rıza gösteren Almanya’nın yanına geçtik.
Alman emperyalistleri yağma amaçlarına erişebilmek için bizden faydalandılar. Fakat bizim arzumuz yalnız bağımsızlığımızı korumaktı.
Yoldaşlar, bizi sakin Berlin yaşayışından alp Trablusgarp’ın kızgın çöllerine ve bedevilerin yoksul çadırlarına atarak, onlarla birlikte hayatımızın en güç anlarını geçirmeye zorlayan duygu, emperyalizm duygusu değildi. Trablus’u Trabluslular için kurtarmaya çalıştık ve dokuz yıllık karşı koymadan sonra İtalyan emperyalistlerini kovduklar için mutluyuz. Azerbaycan ile ilgili olarak da başka bir amacımız yoktu. Azerbaycan’ın Azerbaycanlılara ait olduğu inancındayız. Yanlış bir durum içine düştüysek, bu bizim talihsizliğimizdir.
Yoldaşlar, dünya savaşı sürerken önemli bir görevdeydim. Sizi temin ederim ki, Alman emperyalizminin yanında savaşmak zorunda kaldığımız için üzüntülüyüm. Alman emperyalizminden İngiliz emperyalizmi ve emperyalistlerinden nefret ettiğim kadar nefret ederim.
Bize kalırsa, çalışmadan zenginleşmeye gayret edenler, ortadan kaldırılmayı hak etmişlerdir. İşte, özellikle emperyalizme bakış açım budur.
Yoldaşlar, temin ederim ki, bugünkü Rusya o zaman var olsaydı ve şimdiki hedefleriyle savaşa katılmış bulunsaydı, biz bugün yaptığımız gibi tüm gücümüzle onun yanında yer alırdık. Düşüncemizin doğruluğunu kanıtlamak için diyebilirim ki, Sovyet Rusya ile birlikte eyleme girişme kararı verip ortaya atıldığımızda, Yudeniç’in ordusu, Petrograd’a yaklaşmış, Kolçak, Ural’ı avuçları içine almış, Denikin, güneyden Moskova’ya sokulmuştu. Bu güçleri harekete getiren Antant, oyunu kendi yararına sonuçlanmış sanıyor, yırtıcı dişlerini göstererek ellerini ovuşturuyordu. Biz Rusya ile dost olmaya çalıştığımız zaman durum böyleydi. Karadeniz’in fırtınaları teknenin direklerini kırıp beni geri döndürmeseydi, Kovno ve Riga zindanlarının parmaklıklarıyla bindiğim uçak beni yolumdan alıkoymasaydı, Rusya’nın en güç anlarında size ulaşır ve bazı yoldaşlara izahat vermek için bu gereksiz şeyleri anlatmak zorunluluğunda kalmazdım.
Yoldaşlar, bu dünya savaşının ilk emperyalist çarpışmalarında yenilgiye uğradığımızı biliyorsunuz. Fakat mağluplar savaşı açısından ben kendimizi yenilmiş saymıyorum; çünkü Türkiye, Boğazları kapamak suretiyle Çarlık Rusya’sının doymazlığının son bulmasını ve onun yerine bütün mazlumların doğal müttefiki Sovyet Rusya’nın geçmesini hazırlayan öğelerden biri olmuştur. Böylece Türkiye, dünyanın kurtuluşu için yeni bir yol açanlarla birlikte hareket etmiştir. Ezilenler açısından ben bunu zafer saymaktayım.
Yoldaşlar, bugün emperyalizme karşı kahramanca mücadele etmekte olan ve gücünü köylüden alan Türkiye ordusu, yukarda söylediğim gibi, yenilmemişti; yalnız bir süre için silâhlarını indirmişti. Ve düşmanla on beş yıl savaştıktan sonra, şimdi de iki yıldır, büyük yokluklar içinde savaşı sürdürüyor. Bugünkü mücadeleyi öncekine benzetmek olmaz.
Doğu dünyasının, artık kendi haklı davalarını destekleyen Üçüncü Enternasyonal’in müttefiki oluşu açısından bakıldığında, zafere doğru kesin umutla yol alıyor.
Yoldaşlar, emperyalistler arasında, Transvaal savaşı zamanından başlayarak, 1914’den 1917’ye kadar süren dünya savaşı gergin bir aşamaya varmış olup, sonuna yaklaşmıştır. Savaş, artık kesin bir dönem içindedir ve bizim, yani ezilenlerin zaferiyle, yalnız emperyalizm ve kapitalizmin silahlarını bırakmasıyla değil, büsbütün yıkılmasıyla sonuçlanması kaçınılmazdır.
Bu kongre kendi kanını ezilenleri savunma uğrunda döken Kızıl Ordu’ya olduğu kadar Türkiyeli savaşçılara da yeni bir güç kazandıracaktır. Bu kongre mücadelenin bizim zaferimizle, yani ezilenlerin zaferiyle bitmesine çalışacaktır. Bizi Üçüncü Enternasyonal yönüne döndüren neden, yalnız başladığımız mücadelede destek bulma isteği değildir. Herhalde, nedeni ilkelerin yakınlığıdır. Devrimci gücümüzü her zaman halktan, halkın ezilen bölümünden, köylüden aldık. Fabrika işçilerimiz güçlü olsalardı, önce onların sözünü ederdim. Fakat onlar da bizimle birlikti. Ruhen ve bedenen bizimle birlikte çalıştılar. Bu, bugün de böyledir. Böylece, halkın ezilenler grubuna dayandık. Ve onun acısını duyarız, onunla yasar ve onunla birlikte ölürüz.
Yoldaşlar, biz, halkın istediğine bağlı olarak, kendi geleceğini saptama hakkının ona verilmesinin yanındayız, kendimizi bizimle barış içinde yaşamaya istekli olanlarla güçlü bağlarla kenetli sanıyoruz. Bunlardan herhangi biri istemediği takdirde, kendi geleceğini saptama hakkına sahip olmasını isteriz. İşte, milli mesele konusundaki görüşümüz budur.
Yoldaşlar, savaşa, insanların iktidar uğruna birbirlerini boğazlamalarına karşıyız. Ve bu yüzden sürekli barışı elde edebilmek için, Üçüncü Enternasyonalle birlikte yürüyoruz. İşte bunun için, şimdiye kadar bütün engelleri aşıp kanlı savaşı sürdürdük ve sürdürmeye de devam edeceğiz.
Yoldaşlar, emekçilerin mutluluğunu istiyoruz, yani yabancı ya da yerli, başkalarının kazancından hileyle faydalanan fırsatçıların karşısındayız. Onlarla ilişkilerde acımasız davranmak gereklidir. Tarım ve endüstrinin büyük ölçüde gelişerek, ülkemizin bu genel mesainin meyvelerinden faydalanmasını istiyoruz. Ekonomik sorunla ilgili düşüncemiz de budur.
Yoldaşlar, yalnız yaratıcı halkın mutluluk ve özgürlüğe erişebileceğine inanıyoruz. Temel bilginin çalışma ile birleşerek gerek özgürlüğü teminat altına almasını, ülkemizin böyle aydınlanmasını diliyoruz. Bu noktada erkek ile kadın arasında fark da görmüyoruz. Sosyal politika konusundaki düşüncemiz de budur.
Yoldaşlar, size derim ki, Fas, Cezayir, Tunus, Trablusgarp, Mısır, Arabistan ve Hindistan İhtilalcileri Örgütleri Birliği, bizimle tamamen beraber olduklarını iletmemi benden istediler. Birlik, bütün devrimci yöntemlerin uygulanmasıyla, kan emici yaratıkların dişlerinin söküleceğinden ve onların takatten kesileceklerinden emindir.
Yoldaşlar, bu hedefe yöneltilmiş olan ellerimiz birbirine uzanmış durumdadır. Uzun sürecek ve yalnız zaferimizle bitecek olan bu mücadelenin sonuna kadar, birlikte çalışmaya hazır olduğumuz herkese selâm olsun.
Onlara başarılar dilerim. Yaşasın ezilenlerin birliği! Kahrolsun bu birliğin karşısında korkudan titreyen zâlimler!”
Enver Paşa’nın açıklaması üzerine kongrenin kararı
“Doğu Halklar Kongresi Enver Paşa’nın Türk ulusal devrimci hareketi hakkındaki açıklamasını dinlendikten sonra aşağıdaki kararı almıştır:
- Kongre, başta İngiliz ve Fransız emperyalist haydutları olmak üzere, Doğu halklarını sömüren ve boyunduruk altına alan ve bütün dünyanın emekçi yığınlarını köle düzeyinde tutan dünya emperyalizmine karşı mücadele etmekte olan bütün Türk mücahitlerine sempati duyar. Komintern Kongresi’nde olduğu gibi, Doğu Halklar Birinci Kongresi de Doğu’nun ezilmiş halklarını yabancı emperyalistlerin boyunduruğundan kurtarmak isteyen bütün ulusal devrimci hareketleri destekler.
- Ancak Kongre, Türkiye’deki bütün ulusal devrimci hareketin yalnız yabancı sömürücüleri hedef aldığını ve başarısının Türk köylü ve işçilerini kölelik ve sömürünün her cinsinden kurtaracağı anlamına gelmediğini açıklar. Bu hareketin başarısı tarım ve vergi sorunlar gibi Türk çalışan yığınları için önemli olan bütün sorunları çözmeyecek ve Doğu’nun kurtuluşu önünde en büyük engel olan ulusal çatışmaları ortadan kaldırmayacaktır.
- Kongre, geçmişte Türkiye’nin emekçi yığınlarının zengin ve yüksek rütbeli küçük bir subaylar grubu yararına yok olmaya mahkûm etmiş olan ve Türkiye köylü ve işçilerini emperyalist gruplardan birinin çıkarları yararına katledilmeye terk etmiş bulunan önderlere karşı özellikle tedbirli olmayı gerekli sayar. Kongre, bu önderlere emekçi yığınlara hizmete ve geçmiş yanlış adımların düzeltmeye hazır olduklarını eylemleriyle göstermelerini önerir. Kongre, Türkiye ve bütün Doğu’nun emekçi yığınların Türkiye ulusal devrimci hareketini desteklemeye çağırarak, yabancı emperyalistlerin kurtuluş hareketine müdahalelerini ve yerli zengin bürokrat ve generaller (paşalar, derebeyleri ve benzeri) üstündeki etkilerini kullanmalarını önlemek için Türkiye köylü ve işçilerinin bağımsız örgütlerde birleşmelerini ister. Türkiye emekçi halkı bütün sömürücülerden kurtuluşu ancak bu yolla gerçekleştirebilir ve toprak, fabrikalar, madenler ve ülkenin bütün zenginlikleri emekçiler ve yalnız emekçiler yararına yalnız bu koşul altında hizmet edebilir. Emekçi halk yalnız bu yolla eğitim araçlarını küçük ve ayrıcalıklı bir azınlığın elinden alp bütün halka verecek ortama ulaşabilir. Yalnız her türlü zenginin yenilgisi Türk emekçi halkının çıkarlarının yönetici klik tarafından şu ya da bu emperyalist grup yararına satılmasını önler. Yalnız dıştan ve içten baskı yapanlardan kurtuluş gerçek anlamıyla bağımsız bir Türkiye yaratılmasına yol açabilir.”