Tayyip Erdoğan’ın en sık ziyaret ettiği ülkelere baktığımızda, Ukrayna listenin başında geliyor. Ukrayna ziyaretleri Erdoğan açısından Batı ile gerilen ilişkileri yeniden toparlayıcı bir anlam taşıyor.
Tüm dünyanın ve NATO’nun bölgedeki gelişmeleri takip ettiği bir dönemde Rusya’ya da, “Türkiye’nin Batı için önemli bir yere sahip olduğu” hatırlatılarak, pazarlık gücü arttırılmak isteniyor.
Diplomasiyi önemseyen, uluslar arası hukuku kabul eden ülkeler açısından bu tarz manevraların anlaşılabilir bir yönü var ve ülkelerin denge siyaseti yürütmesi normal bir durum olarak kabul ediliyor.
Ancak söz konusu Türkiye olduğunda, dış politika iktidarın içeride “güçlü” görünebilmek adına kullandığı bir enstrümana dönüşüyor. Bu zeminde yapılan politika; sınırları uçsuz bucaksız, kırmızı çizgileri belirsiz, kimsenin “öngöremediği” bir bulmacaya dönüşüveriyor. Hal böyle olunca, dosta güven verilemiyor, düşmana da korku salınamıyor.
Kaldı ki “denge diplomasisi” ülkelerin siyasi gücüyle orantılı. Ekonomik gücü olmayan, askeri açıdan zayıf, siyasette sıkıntılı bir ülkenin “arabulucuk” hevesinin bir karşılığı yok. Olmadığı gibi, bu tarz girişimler oluşabilecek çatışma durumlarında “ortada kalmaya” da sebebiyet verebilir.
Türkiye’nin, Ukrayna üzerinden ABD’ye yaklaşma çabasının anlamını da Putin’i Türkiye’ye getirerek verilmek istenen mesajı da tüm dünya anlayabiliyor. Erdoğan aslında barışı tesis etmeye çalışmıyor, ülkenin dış politikasını kendi iktidarını sağlamlaştıracak bir kıvama sokmaya çalışıyor.
Bunun için de “dış politika manevrası” olduğu söylenen şeyler, “tehlikeli bir oyuna” kolaylıkla dönüşebiliyor. Türkiye’nin Ukrayna’ya İHA ve SİHA satışının Rusya’yı ne kadar rahatsız ettiği düşünüldüğünde, oluşan yeni dengelerde bu rahatsızlığın kısa sürede farklı boyutlara varması; Rusya-Ukrayna arasında bir çatışma durumunda, Türkiye’nin de “taraf” olarak algılanması mümkün.
Erdoğan’ın 3 Şubat 2020’deki Ukrayna ziyaretini hatırlamak gerek. Kırım’ın gündemde olduğu bir dönemde Ukrayna’ya gidilmiş ve Kırım üzerinden Rusya ile bir gerilim yaşanmıştı.
Rusya ise hemen ertesinde 27 Şubat’ta, İdlib’de görev yapan Türk askerinin üzerine hava saldırısında bulunmuş, 33 askerimiz şehit olmuştu.
Aradan sadece iki sene geçti. Türkiye ve Rusya arasında Suriye’de adı konulmamış bir “karşıtlık” hala devam etmekte. Şimdilik sadece “askıya alınmış” bir gerilim, sahada varlığını sürdürüyor.
Ruslar tarafından farklı algılanabilecek her türlü siyasi girişimin Türkiye’yi farklı bir noktaya sürükleyeceğini, “arabulucuk” girişiminin bile “taraf olmak” gibi algılanabileceğini görmemiz gerek. Erdoğan’ın siyasi bekası, ülkeyi sıkıntılı bir duruma sokabilir.