Almanya seçimlerini değerlendirdiğim Çarşamba günkü yazının sonlarında hatırlarsanız, Almanya’nın ve aslında pek tabii tüm olarak Avrupa Birliği ülkelerinin bilindik anlamda Türkiye’ye düşman olmadığını, tam tersine Türkiye ile Avrupa Birliği ülkeleri arasında karşılıklı çıkar ilişkileri olduğu için birbirlerinin batmalarını istemelerinin çok da rasyonel olmayacağını yazmıştım. Buradaki ilişkiler çarpık da olsa karşılıklı menfaat sürdüğü sürece bu böyledir ve kriz durumlarında elbette yine kendi menfaatleri adına sizi yüzdürmek için tüm imkanları seferber ederler. Bunun istisnaları da olabilir pek tabii. Bir gün tamamen bittiğiniz, iflas ettiğiniz anlaşılırsa işte o zaman hepsi birden piranalar gibi üşüşür ve kendi alacaklarını hatta daha ileri giderek kendilerine hak gördükleri her şeyi koparmak için acımasızca saldırırlar. Nitekim “Hasta adam” Osmanlı’yı paylaşma planı ve filmin sonunda uğradığı işgal böyle bir şeydi.
***
Durum böyleyken ilişkilerdeki çarpıklıkları düzeltmek yerine her defasında polemikler oluşturarak ve biraz da son yılların popüler abartılı söylemiyle “Avrupa bitti, bitiyor artık batıyorlar…” dememizin içeride oy karşılığı olsa da gerçek hayatta sonucu değiştirici etkisi yok. Aslında Avrupa özelinde yaşanan, Korona pandemisi sonrası piyasalardaki enflasyonist baskı ve onu takip eden resesyonla birlikte yıllara yayılmış demografik gerilemedir. Fakat bizim buradaki batışı görmemiz daha uzun yılları alır. Ayrıca biz de çok umut vaad etmiyoruz. Zaten tersi olmuş olsaydı Avrupa Birliği ülkeleri daha ciddi taleplerle gelir, en azından Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına karşı yaklaşımlarında bir takım değişiklikler olurdu, değil mi?
***
Maalesef, Türkiye’de başta siyaset kurumu olmak üzere birçok alanda ilkesizlik ve utanmazlık facia boyutlarındadır. Topçu popçu, çer çöp ne varsa topladıkları o canlı insan pazarı neyin nesiydi öyle? O manzaradakiler gibi bir zillete düşüp öyle yaşayacağıma sabahlara kadar hamallık yapıp onurumla yaşamayı yeğlerim. “Gavur” tabirini yakıştırdığımız(!) Batı memleketlerinde de usulsüzlükler, ihanetler yok değil ama halkın emanetine bu kadar aleni ve gaddarca saldırıldığı görülmüş değil.
Zaten sağda durarak, o ya da bu şekilde sınıflı toplumu savunuyor ve aslında kendi inancınla da çelişir duruma düşüyorsun, hiç olmazsa bunun hakkını ver. Ama orada bile yalpalıyor, mızıkçılık yapmaya ve başarısızlığına bahane aramaya çalışıyorsun. Gavur dediklerin, senin yaptığını yapmıyor, hatası varsa kabul ediyor. Ve şimdi sen, sırf adının önünde Müslüman yazıyor diye cennete gideceksin ama o gavur dediğin adam cehenneme gidecek öyle mi? Şimdi bunun Aziz Nesin romanlarında başka bir tabiri var ama hadi biz onu burada söylemeyelim…
***
İmamoğlu vakası
Ekrem İmamoğlu henüz resmi aday değil ama şimdiden diploma krizi alevlendi. Neyin heyecanıdır bu böyle diye sorabilirsiniz. Rejimin ve Ekrem İmamoğlu ekibinin bir yarışını, bir ön alma mücadelesini görüyoruz. Henüz daha YSK’ya adaylık başvurusu yok ama diploma sıkıntısı var! Şimdi bu tür sorunlarda neyi amaçlandığınıza bağlı olarak biraz zorlarsanız isteğiniz bulguyu ya da kararı çıkarttırabilirsiniz, işin orası o kadar da zor değil. Fakat bu şekilde saldırıldığı sürece saldırılan taraf daha çok kazanır. Herhalde bunu da görüyorlardır.
Seçimlere de bayağı zaman varken kim kimi daha aşağı çekip batırır, bunu da göreceğiz. Tam bir yıpratma savaşı şeklinde süreceği kesin. İktidar hırsı vatan sevdasının üstünde olan otoriter bir rejim, gitmemek için her şeyi dener. Seçim, mümkün olan en geç zamanda yapılacak, bu arada da İstanbul’un felç olması pahasına her türlü kara propoganda ve sabotaj denenecek.
Bu planlara karşı CHP’nin de kendi içinde toparlanarak uyanık hareket etmesi gerekir. Siyasi yasak gelse bile durumu kabullenip Mansur Yavaş’ı sürmek yanlış olur. Tam tersine mücadeleden kaçmamak, ısrarcı olmak şart!
Ayrıca Mansur Yavaş aday yapılsa hiç kuşkunuz olmasın, onun da dosyası çekmecelerindedir. Doğru ya da iftira olması çok önemli değil, icap ettiğinde çıkarıp onu da kullanır ve Mansur Bey’i bir hayli hırpalarlar. Artık ok yaydan çıktı, madem Ekrem Bey’de karar kılındı sonuna kadar direnmeye, bu arada mahkemelerle bile mücadele etmeye hazır olmalılar.
CHP, kendi içindeki kılçıkları da temizlemeli. Mesela o yoklamada 17 milletvekilinin imza vermemiş olması bir demokrasi göstergesi değil zafiyettir! Demokratik idare, şayet siyasi partiler söz konusu ise grup disiplinini de kapsar, aksi takdirde hizipleşmelerin önü alınamaz.
Kesinlikle çok dikkatli olunmalı. Gördüğünüz gibi rejim her yerde muhalefetin içine sızıyor, içeri adamlar yerleştiriyor ve ortalığı mayınlıyor. Bunların patlamasıyla ortalık siyasi mevta doldu ama bu arada kendi alanını da daralttı. Şimdi bu zihniyetten memlekete bir şeyler katması, özellikle artık bu saatten sonra beklenmemeli. Rakiplerini sakatlayarak kazanmak peşinde ve maçlara o motivasyonla çıkıyor.
***
Öcalan açıklamalarını nereye koyalım?
Beklenen İmralı mesajı nihayet geldi. Abdullah Öcalan’ın avukatlığını yapacak değilim fakat dinlemeye başladığım anda aldım o buram buram gasp rejiminin kokusunu. “Tek tipleştirici” vs. ithamlarla cumhuriyet, tüm sorunların kaynağı olarak ifade ediliyor. “O cumhuriyeti beraber yıktık, ikinci yüzyılda beraberce yeniden kuralım ve demokrasiyle taçlandıralım…” manasına gelebilecek ve tüm suçları eski devlete atan çarpık bir mesaj. Kendisi açısından ise gayet pragmatik fakat içi boş bir rejim dayatmasıdır.
Açıkçası samimiyetten uzak tamamen siyasi ikbal uğruna yaptırılan bu tarz açıklamalarla bir sonuca varılamaz. Ayrıca bu yeni sürecin Suriye’deki güncel durumla bağlantılı bir zaruretten kaynaklandığı da unutulmamalıdır. Dikkatli olsunlar, zira bu rejim bittiğinde şu günlerde yapılanlar sorgulanacaktır.