İran Devrim Muhafızları Ordusu Sözcüsü Ramazan Şerif’in Tahran’da düzenlediği basın toplantısında yaptığı, “Aksa Tufanı, Siyonistler ve ABD eliyle gerçekleşen Kasım Süleymani suikastının intikamlarından biriydi ve bu intikamlar devam ediyor” açıklaması, 7 Ekim’de düzenlenen “Aksa Tufanı” saldırısının arkasındaki esas gücü gösteriyor.
Hamas, karşı bir açıklama yaparak bu sözleri yalanlamış olsa da Devrim Muhafızları Ordusu Sözcüsünün ifadesini “yanlış anlaşılma” olarak yorumlamak mümkün değil.
Olayın ardından “Hamas üyelerinin saldırı öncesi İran’da eğitim aldığı, bu askeri eğitimin İran Devrim Muhafızları’nın Kudüs Gücü subayları tarafından verildiği” iddiaları basında da yer almıştı.
Molla rejimi böyle bir açıklamayla bölgede ne kadar etkin olduğunu ve İran’ın İslamcı örgütler üzerindeki etkisini göstermeye çalışıyor.
7 Ekim’in ardından yapılan “saldırının İran’la ilgisi olmadığı” açıklaması ise siyasi sorumluluğu Hamas’a yükleme ve İran’ı koruma çabasıydı.
İki açıklama çelişkili olsa da, çelişen ifadelerin kullanılması bile “İran parmağını hatırlatmaya” yönelik bilinçli bir tercih.
Böylesi olayların “belge” ile aydınlatılması pek mümkün değil.
Ancak son üç ayda kimin süreçten kazançlı çıktığına bakmak, saldırının arkasındaki güçleri anlamak açısından önemli.
Molla rejimi Filistin davasının en önemli savunucusu gibi görünse bile, İsrail’in 7 Ekim sonrasında düzenlediği tarzda bir saldırganlık mollalar için önemli bir propaganda aracına dönüşüyor.
Üç ay öncesine kadar İran’da devam eden molla rejimi karşıtı toplumsal eylemler azalmış durumda. Geçtiğimiz yıl ülkenin her yanını saran “Mahsa Emini” gösterileri molla rejimini çok büyük bir sıkıntıya sokmuştu.
İsrail saldırıları, molla rejimi açısından “Allah’ın büyük bir lütfu” haline dönüşmüş durumda. İsrail’in varlığı, Molla rejiminin devamı açısından büyük bir güvence.
Diğer taraftan saldırı öncesinde esas gündem olan Ukrayna-Rusya savaşının da pek fazla konuşulmuyor olması, İran’ın kadim dostu Rusya’nın da sürecin içinde olduğunu gösteriyor.
Entrikalar üzerine bir devlet inşa eden Rus geleneğinde bu tarz olaylar son derece sıradan.
Küçük bir olay gibi gelebilir ancak Rusya’nın şiddetle karşı çıktığı “İsveç’in NATO üyeliği görüşmeleri” öncesinde Stockholm’de Türk Büyükelçiliği önünde Kur’an yakılması olayını hatırlamak gerek. Rasmus Paludan isimli şahsın Rus istihbaratıyla olan ilişkisi kısa sürede ortaya çıkmıştı.
Bu olaydan çok kısa bir süre sonra bu sefer de Salwan Momika isimli bir meczup Kur’an’ı yakma eyleminde bulundu. Momika’nın İran Devrim Muhafızlarının kontrolündeki terör örgütü Haşd-i Şabi üyesi bir Hıristiyan Arap olduğu, örgüt içindeki Hıristiyan birliğin komutanlığını üstlendiği olaydan sonra anlaşıldı. ( https://www.turksolu.com.tr/kuran-yakan-provokator-iranin-militani-cikti/ )
Kur’an yakma eylemlerinin faili olan iki meczuptan birinin Rus istihbaratıyla bağlantıda olması diğerinin de İran vatandaşı olması elbette bir tesadüf değil.
7 Ekim saldırısı, Rusya’nın dostu olan tüm ülkeler için bir fırsata dönüşmüş durumda. Türkiye de artık Hamas gibi bir terör örgütünün devlet düzeyinde savunulduğu bir ülke konumunda. Buna “şer ekseni” deniliyor ve Türkiye, şimdilik telaffuz edilmese bile Hamas’ı kollamasıyla bu ülkeler arasında sayılıyor.
Böylesi bir “şer cephesi”nin genişlemesi ise molla rejimini daha korunaklı hale getirecek. İran’ın itirafına bu açıdan bakmak gerek.