Suudi Arabistan’da taciz suçlamasıyla 2 yıl hapse mahkûm edilen Türk akademisyen Muhammed Ali Çağlar, hapisten gönderdiği bir ses kaydı sayesinde kamuoyu gündeminde.
Eşinin anlattığına göre, 7,5 ay önce umre ziyaretinde çıkan izdihamda yere düşen çantasını alırken kalabalıktan birinin kalçasına başını çarpıyor.
Kâbe’de görevli Suudi polisi ise, Çağlar’ın bu hareketi bilinçli yaptığına kanaat getirip onu gözaltına alıyor. Çağlar, çıkarıldığı şeriat mahkemesince suçlu bulunup hapse atılıyor.
Hapisten yolladığı ses kaydında, bulunduğu 64 yataklı koğuşta 126 kişi olduklarını, yatak verilmediğini, böcekler başta olmak üzere korkunç şartlar altında akıl sağlığını yitirmeye başladığını ve astımlı ciğerlerinin kötüleştiğini anlatıyor.
Muhammed Ali Çağlar, Ürdün’de İslam hukuku üzerine doktora yapan bir ilahiyatçı. İddia edildiği gibi “şeriat hukuku dersi” verip vermediğini bilemiyorum ama Google Scholar’dan konuya dair yayınlanmış makalelerine ulaşılabilir.
Bu noktada, sosyal medya denilen mecranın özellikle Türkiye gibi son derece kutuplaşmış bir ülkede nasıl bir vicdan ve izan katili olduğunu belirtmek durumundayız. Muhalifleri esir eden sinik “Oh olsun” yaklaşımına, siyasal İslamcıların “din düşmanlarına gün doğdu” tepkisi eşlik ediyor.
Her şeyden önce, şikâyetçisi, kanıtı, herhangi bir kamera kaydı bulunmayan bu vakada Suudi şeriat mahkemesinin suç hükmüne varmak için dayandığı tek veri, Suudi polisin verdiği ifadeden ibaret.
İslam dünyası dediğimiz 1,5 milyar insanın gelişmişlik, görgü, adap ortalamasının ne olduğunu herhalde en iyi tecrübe edebileceğiniz yer Kâbe’dir. Oturmasını kalkmasını bilmeyen, saygı nezaket nedir bilmeyen Sudanlısı, Bengalîsi, Bedevisi, Malay’ı, kimi bilmem ne balasının Türk hacılara ettiği zulüm, anlatmakla bitmez.
Modern tarih, Mekke ve Medine’de izdiham sonucu yaşanan katliamların tarihidir desek yeridir. Ezilmeler ve ölümler olmasa orada yaşananları kimsenin anlatacağı yok. Türkler, din kardeşliği hatırına bunları eşe dosta anlatıp sineye çekmekle yetinir.
Bu kadar saygı ve merhametten uzak bir ortamda, bir o kadar saygısız ve merhametsiz Suudi polisinin yerden düşen çantasını alırken kafasını bir başkasının kalçasına çarpan birinden şüphelenmesi gayet olağan. Gözaltına aldığı kişi Türk olduğu için özellikle iftira atması da…
Fakat en kesin olanı, Suudi Arabistan veya şeriatla yönetilen hiçbir ülkede adalet diye bir şeyin olmadığı ve olamayacağı.
Bu noktada, tabi ki “oh olsun” vicdansızlığını mahkûm edelim.
Ama “şeriat hukuku” çalışan bir akademisyenin “şeriat hukuku”nu pratik olarak yerinde yaşadığı tespiti yerindedir. Ve bunun son derece trajikomik olduğu da doğrudur.
İslamcıların beğenmediği, “Atatürk İsviçre’den, İtalya’dan, Almanya’dan kopyalayıp başımıza çaldı” diyerek aşağıladıkları Batı hukukunda böyle bir kepazelik olabilir mi?
Düşünsenize. Dünya Müslümanlığının merkezindesiniz. Ve kendinizi kanıtlamanız için ihtiyacınız olan kamera kaydına bile bakılmıyor. Üstelik göz göre göre yalan atılıyor. Orada kamera olmadığı söyleniyor. Kuyruklu yalana bak! Kâbe’den canlı yayınlar olmasa İslam dünyası televizyonun günah olduğu vehminden kurtulamayacaktı.
İslamcılar belki her inatçı çocuğun son limanına can havliyle sığınabilir: Gerçek şeriat bu değil.
Nerede anam gerçek şeriat? Almanya’da herhalde!
Baksanıza, İslam ülkelerinden ipini koparan Batı’ya koşuyor. Hatta Batı kabul etmek istemeyince insanlığı bile sorgulanıyor.
Neden?
Çok basit. Batı hukuku yaşatıyor. Şeriat hukuku ise durduk yere seni alıp böceklerin pisliğin içinde yargısız infaz ediyor.
Muhammed Ali Çağlar haklı. “Burada ölmek istemiyorum” diyor, yalvarıyor. Şeriatla yönetilen halkların ortak çığlığı bu değil mi zaten. Ama kolektif bilinçler öyle bir yamuk ki, onları merhametle kabul eden Batılı ülkelerde biraz bitleri kanlanınca bu sefer orada şeriatı tesis etmeye çalışıyorlar. Oraları da kaçıp geldikleri cehenneme çevirmek istiyorlar. Akıllar o derece tutuk.
Ama şeriat hukukçusu hocanın kıymetini bilmesi gereken sadece Batı’nın laik burjuva hukuku mu?
Muhammet Ali Çağlar’ı esas kurtaracak olan, burjuva diplomasisi. Yani monşerler. Tabi eğer kaldıysa.
Hatırlayın. Geçen yıl Bekir Bozdağ’ın Adalet Bakanı olarak ilk icraatlarından biri neydi? Şeriatçı Suudilerin kasap gibi kesip doğradıktan sonra asitte eritip buharlaştırdıkları Kaşıkçı’nın dosyasını yine Suudilere, yani kasabın kendisine devretmek!
Şimdi “hain laikçiler eğleniyor ama gerçek şeriat bu değil” diye ağlaşan İslamcıların hangisi o zaman Kaşıkçı’nın satılan adaletini savunmaya koyuldu? Hiçbiri tabi ki. Çünkü ırzına geçilen, Batı hukukuydu, modern devletti, laik cumhuriyetti.
Şimdi İslamcıya soru şu:
Şeriatçı Suudiler, “bir güzellik” yapıp Muhammet Ali Çağlar’ın dosyasını Türk adaletine devretsin ister misiniz?
Türkiye’de tam şeriat ilan edilip Batı hukuku iptal edilse sorun yok. Orada da aynı kader, burada da…
Ama Suudiler dosyadan vazgeçip laik Türk hukukuna devretse, bu sefer şeriat hukuku zarar görecek.
Biz, “oh olsun”cuları mahkûm ettik, dışladık. Şimdi siz buyurun samimiyet testine. Masum akademisyenin canı mı, şeriatınızın canı mı?