Siyasetin en sarsıcı manzaralarından biri, ideallerin valiz gibi el değiştirdiği anlardır. Dün bir partinin “vazgeçilmez ilkeleri”ni savunan bir isim, ertesi gün başka bir partinin kürsüsünde aynı coşkuyla konuşabilir. İsimlerin, logoların önemi yok; bu tablo artık neredeyse sıradanlaştı.
Sorun yalnızca bir siyasî kimliğin değişmesi değil. Asıl mesele, bu değişimin arkasında topluma açıklanan güçlü bir fikir, bir vicdan muhasebesi olmayışıdır. Oysa fikir değiştirmek insana özgüdür; insan gelişir, bakışı değişir. Ama her dönüşümün bir hikâyesi, bir bedeli olmalı.
Bugün seçmen, ideoloji değil, koltuk devrini izliyor. Meclis koridorlarında yankılanan tek ses, “hangi parti daha avantajlı” hesabı. Bu da yurttaşın güvenini aşındırıyor; çünkü “temsil” duygusu, ilkelerin savunulacağı inancına dayanır.
Gerçek değişim, rozet değişiminden değil, toplum için bedel ödemeyi göze alan ilkeli bir duruştan doğar. Bugün en çok ihtiyacımız olan da işte bu: Oy pusulalarındaki logolardan bağımsız, sözü ile eylemi arasında mesafe olmayan insanlar.
Ve işte bütün bu manzara, aslında yeni değil. Dün sert sözlerle eleştirilenler, bugün aynı masada oturabiliyor. Belki de bu durumu en iyi şu cümle anlatır:
“Dışarıdan üzerimize savrulacak rüzgârı, kendi yelkenimize doldurmak.”
Rozetler değişir, bahçeler değişir; ama güç hesaplarının dili her dönemde aynı kalmaya devam eder.

