Erdoğan’ın Yunanistan’ı “adalarda silahlanmadan vazgeçmeye” çağırması, “şakasının olmadığını ve ciddi olduğunu” dile getirmesi Türk dış politikasında Yunanistan’la ilgili yeni bir dönemin başladığının göstergesi. Erdoğan geçtiğimiz hafta “Benim için Miçotakis diye biri yok.” diyerek yeni döneme ait bir giriş yapmıştı.
Tam da seçimlerde Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığını açıkladığı gün, Yunanistan üzerinden sert mesajlar vermek elbette bir tesadüf değil. İktidar dört bir koldan seçim çalışmasına başlamış durumda. Sosyal medya yasası ve Suriye’ye operasyon neyle ilgiliyse, Yunanistan’la yeni dönem de tam olarak bununla ilgili ve özünde dış politikayı değil AKP’nin içe yönelik siyasetini ifade ediyor.
İktidar medyasının bugünkü manşetlerinin tek tip olması kampanyanın başladığını ve medyanın da buna dahil edildiğini gösteriyor. “Yunanistan aklını başına al!” diyor Yeni Şafak. Akşam, “Yunan’a uyarı! Aklını başına al” manşetiyle çıkıyor. İktidarın tüm diğer “gazeteleri” de bu manşetlerden bir tane seçmiş. Parmak sallayan bir Erdoğan görüyoruz fotoğraflarda ve “başkomutanın üniformayı giydiği” vurgusu yapılıyor.
Dış politikada gerilim üzerinden başlayan bir seçim çalışmasının nasıl devam edeceğini kestirmek çok zor değil. Geçtiğimiz günlerde Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklamada “Miçotakis’in ABD Kongresi’nde Türkiye’yle ilgili konuşmasının üslubunun özellikle tercih edildiğini; Yunanistan’ın Avrupa Birliği’ne çok borcu olduğunu, ekonomilerinin kötü olduğunu ve ‘içerideki’ kötü durumu düzeltmek için Türkiye’yi kullandıklarını, bu yüzden de Türkiye’yi hedef aldıklarını” dile getiriyordu.
Gerçekten de doğru bir tespit. Yunanistan’da Türk düşmanlığı gerçekten de siyasetin ana unsurlarından bir tanesi. Peki tam tersi de geçerli olabilir mi? AKP’nin iç siyasette düştüğü sıkıntılı durumu düzeltmek, ekonomideki büyük krizi örtbas etmek için Yunanistan meselesini ön plana çıkarmak da iktidarın siyasi stratejisi olabilir mi?
AKP’nin düşünce dünyamıza soktuğu “hayatın doğal akışına” uygun düşündüğümüzde Yunanlıların da tıpkı geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye gelerek “Türkiye’nin düzensiz göçle mücadelesini hayranlıkla takip ettiğini söyleyen” Bulgar bakan kadar Türkiye’den memnun olmaları lazım. Sonuçta Türkiye’nin mülteciler konusunda üstlendiği misyonun Bulgaristan’dan çok Yunanistan’a faydası var.
Pekala böylesi bir denklemde Yunanistan’ın AKP iktidarını sıkıntıya sokacak bir girişimde bulunması “hayatın doğal akışına” uygun olur mu? Sonuçta, AKP’nin yerine gelebilecek bir iktidarın mülteci jandarmalığına devam edip etmeyeceği belli değil. İktidar değişikliğinde Türkiye’nin mültecileri geri göndereceğini açıklamasıyla birlikte Avrupa sınırında oluşacak bir yığılma Yunanistan için en büyük tehlike olmaz mı? Neden, Yunanistan Erdoğan’ı sıkıntıya sokup kendi ayağına kurşun sıksın ki?
Hem daha 2002’de Yunan Başbakan Simitis yapılan ikili görüşmeden sonra “İlk defa karşımızda bir Atilla görmedik.” diyerek Erdoğan’a çok yüksek bir “Yunan notu” vermemiş miydi? Yunanistan, Tayyip Erdoğan’ı sever ve O’ndan başka birisini de riskli bulur.
Ama sonuçta Erdoğan’a da üzerinde bol nutuklar atabileceği ve çatışabileceği düşmanlar gerek. CeHaPe’nin, ABD’nin, market sahiplerinin, Gezicilerin düşman gösterildiği ama artık bunların gazının kaçtığı bir ortamda, Yunanistan meselesi tıpkı Suriye’ye operasyon gibi halkın önüne sunulacak yeni bir politik malzeme olabilir.
Böylesi bir yeni kriz zemini “mavi vatancı” paşalar, Türkçüler, ulusalcılar; “AKP’ye karşıyız ama Yunan’a karşı devletimizin yanındayız” diyen gizli AKP’liler için de iyi bir hizaya girme olanağı yaratacaktır.
Erdoğan tabii ki böyle bir kitle hazır olda beklerken “Aslında 12 Adaları Lozan Anlaşması’yla verdik.” diyerek Atatürk’ü suçlayacak değil. Şimdi Yunan’a 1 asır öncesini hatırlatıp, Kurtuluş Savaşı’nı övme zamanı! O kart ise şimdilik cepte başka gündemler için hazır tutulacak.