Dün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bir kararı haberlere düştü. Anadolu Ajansı ve TRT hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair.
Aslında konu çok ciddi ve başsavcılığın üzerine gitmemesi başlı başına hukuk cinayeti.
Yenilenen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminden 3 gün önce akademisyen kılıklı bir MİT elemanı, İmralı’dan Apo’nun mektubunu getirip okumuş, Anadolu Ajansı da bunu olduğu gibi servis etmişti.
Seçime bir gün kala ise, teröristbaşının Erbil’deki terörist kardeşi Osman Öcalan röportajı TRT’nin Kürtçe kanalında yayınlanmıştı.
Hem mektupta Apo hem de röportajda kardeşi, İstanbul’da yaşayan Kürtlere Ekrem İmamoğlu’na oy vermeme çağrısında bulunuyordu.
Yani bu iki kurum basitçe seçim kanununa muhalefet etmekle kalmamış, resmen terör faaliyetine aracılık etmişti! Fakat savcılığın kovuşturmama gerekçesi, “basın özgürlüğü” ve “ifade özgürlüğü”.
AA’yı ve TRT’yi bu pisliğe alet eden, arkasındaki siyasi iradeden başkası değil. Dün takipsizlik kararı veren savcılığın arkasında yine elbette aynı siyasi irade var.
Düşünün. Bu ülkede müzisyen arkadaşıyla şakalaştığı için, atasözü paylaştığı için, şarkı söylediği için, tweet attığı için aylarca tutuklu kalan sanatçılar, gazeteciler, yazarlar varken Saray’ın basın-yayın yoluyla işlettiği terör faaliyetine özgürlük tanınıyor!
12 Eylül’den sonra darbeciler kendilerine yasal zırh temin etmişti. Teröristlerle iş tutup seçim manipüle etmeye çalışan AKP iradesinin ise yasaya anayasaya ihtiyacı yok. (Zaten tanımıyorlar.) Hukuku, adliyeyi ellerine almışlar! Ucu kendilerine dokunmadan hukuku nötralize edebiliyorlar.
Gerçi bu “mini açılım” sürecinde görülmüştü ki PKK’nın da Apo’nun da Kürtlerde bir karşılığı yokmuş. İmamoğlu, ikinci seçimde oylarını 800 bin küsur arttırmıştı.
Ama sonuçta durum belli, hukuksuzluk belli, kimin suç işleyip kimin örttüğü, her şey belli.
Bu arada tüm bu netliğin ortasında aynı hukuksuzluktan yararlanamadığı için cırtlak zırlak ağlayan bir adamı da duydu bu kulaklar.
“Ben kısa bir süre önce bu tip gerekçelerle tutuklanmış bir gazeteciyim ve bu nedenle tutuklanan başka gazeteciler de oldu. İktidarın şöyle bir tavrıyla karşı karşıyayız: İşine geldiği zaman… Çünkü burada şikâyet edilen iktidar. İktidarın TRT Genel Müdürlüğüne, Anadolu Ajansı Genel Müdürlüğüne atadığı kişiler ve bunların bağlı olduğu siyasi iktidar. O günkü siyasal tercihlerine isterse anayasayı askıya alıyor, isterse uygulamıyor, muhalifler için ceza kanunu katı ve özgürlükçü olmayan bir yorumla devreye sokuyor ama iktidar lehine olursa alabildiğine esnetiyor. Savcının takipsizlik kararını okuyunca bir gazeteci olarak çok duygulandım. Burada basın ve ifade özgürlüğünün çok geniş bir yorumu var.”
Tabi Merdan’ın özgürlükçü ve geniş yorumdan kastı, binlerce Mehmetçiğin ve binlerce masumun katili terörist Apo’yu doyasıya övme serbestisi.
Merdan’ın geçtiğimiz haziranda tutuklu yargılanmasına konu olan canlı yayın demecinde sırf Apo için “siyasi mahkûm” ifadesini kullanması bile başlı başına PKK propagadasıydı.
İşte Merdan, serbestçe PKK propagandası yapmak istiyor, bunun için de faşist iktidara sitem ediyor!
Yanlış anlaşılmasın. Ben Merdan’a kızmıyorum. “Zekâ” ve “filozofluk” çıtası Apo olan bu sefil kafanın dünkü hukuksuzluktan çıkardığı sonuç da ancak bu kadar olurdu zaten.
Esas kızdığım, bu tipten muhalefet, sol, ilericilik, hatta –sümme hâşâ– cumhuriyetçilik ve Atatürkçülük bekleyip itibar edenler.