Geçtiğimiz hafta yapılan 6’lı masa toplantısı sonrasında Ahmet Davutoğlu’nun yaptığı “Cumhurbaşkanı içeriden veya dışarıdan olsun, genel başkanlar her stratejik kararda imza yetkisine sahip olacak” açıklaması, muhalefet kazansa bile karşılaşabileceği büyük sorunları önceden haber veren bir alarm niteliğinde.
Davutoğlu’nun daha seçime bile girmemiş siyasi partisinin muhalefetin çoğunluğu üzerine kurmaya çalıştığı bu tahakküm, sadece küçük dünyasının politik hesaplarıyla ve kendisini “gölge başbakan” zannetmesiyle açıklanamaz. Bu açıklamalar, İslamcıların iktidarda ya da muhalefette olmaları fark etmeksizin, kendilerini sürekli mağdur göstermeleriyle ve buna karşın muhalif kesimin de bu propagandanın tesiri altında suçluluk hissetmesiyle yakından ilgili.
Hal böyle olunca da Davutoğlu’nun da dahil olduğu İslamcılar, sürekli ağlayarak bir şeyler talep ediyor, muhalif kesim de bu zırvalara “toplumsal mutabakat” adına sessiz kalıyor, saygı gösteriyor ve bir süre sonra da kabulleniyor.
Davutoğlu’nun bu açıklamaları Halk TV’de yapması bir tesadüf değil. Halk TV ve Tele 1 gibi kanallar, eski AKP’li şimdi “muhalif” siyasal İslamcıların arka bahçesi haline gelmiş durumda. Kamuoyunun beklentisi, bu isimlerin geçmişte dahil oldukları kirli tezgahı açıklamak olmasına rağmen, Davutoğlu ve Babacan gibi isimler bu “riskli” konulara hiç girmeden muhalefete siyaset dersi vermeye çalışıyor.
7 Haziran seçimleri sonrası yaşanan kanlı dönem için “Terörle mücadele defterleri açılırsa birçok insan, insan içine çıkamaz.” diyen eski Başbakan Davutoğlu’nun, “Seçimlerde oy farkının yüksek olması gerek. Sandıklarda hile olabilir.” diyen 13 sene bakanlık yapmış Babacan’ın neye tanıklık ettiğini kimse sormuyor.
Bu konulara girmeyenler, söz konusu Cumhurbaşkanlığı seçimleri olduğunda aslan kesiliyor ve muhalefete yön vermeye çalışıyor. Neden? Çünkü İslamcılar mağdur! Kim mağdur etti onları? Tabii ki Kemalist devlet! O zaman ana muhalefet, İslamcılara öylesine geniş imtiyazlar sağlamalı ki, onlar da muhalefetin parçası olmayı kabul etsin. Yani mesele AKP’den kurtulmak değil, iktidardayken ellerindeki olanaklara yeniden sahip olmak. Bunun adı “toplumsal sözleşme” falan değil “toplu sözleşme pazarlığı”.
Davutoğlu’nun tüm genel başkanların iktidara ortak olmasıyla eş başkanlık dayatan önerisi böylesi bir pişkinliğin sonucu. Aslında önerdiği şey devletin AKP’den kurtarılması ve yeniden yapılanması değil, 6 paralel devletin kurulup devletin daha fazla parçalanması. Bir siyasi federasyon önerisi sunuyor Ahmet Davutoğlu. Yaptığı öneri de “serok Ahmet”in Kürtçü ideolojisiyle de son derece uyumlu.
Diğer taraftan, Cumhuriyet tarihi bir eşikteyken ve büyük bir toplumsal dönüşüm zorunluluk haline gelmişken, böylesine açılımların hiçbir kesimde kabul görmeyeceği ve aksine muhalefete yönelik desteği azaltacağı da ortada.
Davutoğlu hiçbir ortak yönü bulunmayan ve her an birbirine “kazık atma” ihtimali bulunan, kendi içinde güven unsuru taşımayan bir koalisyonun portesini çiziyor. Böylesi diken üstüne bulunan bir birlikteliğin halka güven vermesi ve gerçek bir seçenek olduğunu düşündürmesi mümkün olabilir mi?
Muhataplarına karşı böylesi derin bir güvensizlik besleyen siyasetçinin diğer taraftan ısrarla koalisyonun içinde yer almaya devam etmesi siyasi bir tutarsızlık değil midir?
Kaldı ki böylesi bir seçim işbirliğinde, özgül ağırlığının çok daha ötesinde bir pay talep etmek özgüveni Davutoğlu’na nerden geliyor? Babacan bile Davutoğlu’nun ayrı ittifak teklifini kabul etmedi. Davutoğlu’nun bu yalnızlığına rağmen bozguncu çıkışları, 6’lı masanın üzerinde her geçen gün daha fazla yük haline geliyor. Şimdilik tolere edilen bu çizgi, çok daha kritik bir gündemde masanın ayaklarını kırabilir.
Belki de Davutoğlu’nun görevi tam da o “kritik” anda fıtratını hatırlayarak muhalefeti dağıtıcı darbeyi vurmak ve siyasi kariyerini borçlu olduğu Erdoğan’a kendisini ispat etmek. Ve böylece “itibarının iadesini” sağlayarak misyonuna devam etmek. Davutoğlu’nun dayanaksız özgüveni, ancak bir yerlerden verilen güvence ile mümkün olabilir.