Ahsen Batur’la hiç tanışmadım…
Ama onu, Türklük tarihine yaptığım yolculuklardan tanıyorum.
Orta Asya Türk tarih ve edebiyatının Anadolu coğrafyası ile buluştuğu o günden beri tanıyorum.
Uluğbey’in Hazinesi’nden, Mukaddes’ten, Son Timurlu’dan, Vicdan ve diğerlerinden…
Abdullah Kadiri’nin, Pirim Kadirov’un, Adil Yakubov’un, Özbek Edebiyatı’nın Türkiye Türkçesine elini uzatıp kucaklaştığı o andan beri tanıyorum.
Selenge Nehri’nin yönünü değiştirip Anadolu’ya aktığı, Selenge Yayınları olduğu o andan beri…
Türk dünyası ile sınırların kalktığı, özlediğimiz o birliğin en azından zihinlerde buluştuğu o andan…
Ahsen Batur’un bir yayıncı, bir yazar, bir çevirmen olarak yaptıklarını yapabilmek için keşke sadece Arapça, Fransızca, Rusça ve Türk dünyasının tüm lehçelerini bilmek yetse idi. Ama yetmeyeceğini hepimiz biliyoruz. Onun yaptıklarını yapabilmek için bunların üzerine eklenecek bir bilgelik gerekir. Hiç tanımadığım Ahsen Batur’da olan da buydu mutlaka.
Belki bir üniversitenin, bir enstitünün, bol bol kaynak aktarılan fonlu bir kuruluşun ve hatta bir devletin bile yapabileceklerinin çok ötesinde oluşan bu birikimin başka bir açıklaması olmasa gerek.
Batı merkezciliğin, Rus merkezciliğin, İslam taassubunun çizdiği rotaların dışında bambaşka bir pusulayla, Türk merkezli bir “navigasyonla” çıktığı yolculuğun da başka bir açıklaması yok.
“Kürdoloji Yalanları”na açtığı savaşın, çevirdiği ve kazandırdığı telif eserlerle kurduğu yeni sistematiğin, açtığı ufkun, doldurduğu boşluğun da yok…
Bu ancak bilgelikle, cesaretle ve inançla olur. Hatta söylemesi Türk’e pek yakışan “çılgın” ruh haliyle…
Aziz Sancar, Nobel ödülünü aldığında ya da Özlem Türeci- Uğur Şahin çifti Covid aşısını bulduğunda yaşadığımız gururu düşündüm Ahsen Batur öldüğünde. Bilimde, fende, teknolojideki ilerleyemeyişimizin yarattığı kompleksin bir çeşit dışavurumu da denebilir bu gurura. Oysa Ahsen Batur’un dilimize kazandırdığı eserleri bilenler Türk tarihindeki o coşkun ilerleyişi bilirler.
Ahsen Batur gibilerin çıkartıp bulduğu, keşfettiği, bazen en önemli bilimsel çalışmaların yapamadığını yapan cinstendir. O buluş, tarihe yönelik bir keşif, genlerde saklı olanı bulmaya dönüktür.
O nedenle de Ahsen Batur gibilerin yalnız bırakılması, yalnızlığa sürüklenmesi, hizmet ve katkılarının üstünün örtülüp ilerleyişlerinin engellenmesi çok acıdır.
Son günlerinde yanında sadece Gökçe Fırat vardı. Ahsen Batur’un çıktığı yola saygı, açtığı yola vefaydı bu…
Bazen böyledir. Kıymeti bilinmeyenlerin kıymetini yine kıymeti bilinmeyenler bilir.
Uluğbey’in Hazinesi de böyle değil miydi? Değeri bilinmeyen koca bir hazine, yalnız ve cesur insanların omuzlarında bugünlere taşınmadı mı?
Ahsen Batur’un hazinesi de böyle olacak, bir gün kıymet bilenler çıkacak elbet, elden ele gelecek nesillere aktarılacak.
Ahsen Batur’u hiç tanımadım ben…
Ama bulup çıkardığı bilimsel ve tarihsel bilgiden, bizlere bıraktığı bu hazineden tanıyorum…