AKP’nin istatistik kurumu TÜİK, 2002 yılının 2. çeyrek büyüme rakamlarını yayınladı. TÜİK %7,6’lık büyüme oranı açıkladı.
2020 yılında Türkiye ekonomisi reel olarak küçülmüştü. 2021 yılında TÜİK’e göre %11,4’lük bir büyüme gerçekleşti. Bu sene ise şu anda %7,6’lık bir büyüme açıklanıyor.
Daha önce yazdık, yine yazalım. Bu büyüme halka ne kadar yansıdı şeklinde bir eleştiri var. Öncelikle bu büyümenin kendisi var mı sorgulanmalı.
AKP sürekli büyüme oranları açıklıyor ancak 2013’ten beri dolar bazında Türkiye’nin GSMH’sı birkaç yıl hariç hep düştü. Kaldı ki ABD Dolarının da kendi enflasyonu ve değer kaybı var.
TÜİK’in açıkladığı enflasyon verisinin sahte olduğunu ileri sürüp, büyüme oranını doğru kabul etmek bir aymazlık. Çünkü büyüme oranının hesabında cari büyümeden enflasyon etkisini çıkarmak için TL bazındaki parasal büyümeyi fiyat endeksine bölmemiz gerekiyor.
Şöyle ki TÜİK’e göre cari fiyatlarla Türkiye son bir yılda %114,6 büyüdü. Tabii kimse Türkiye %114,6 büyüdü demiyor. Bu orandan enflasyon etkisini çıkardığımızda, TÜİK’e göre %7,6 oranında büyüdü. Eğer enflasyonu düşük hesaplarsanız büyüme oranı da yüksek çıkar.
Biz bu notumuzu yine düşelim ve yine de TÜİK’in büyüme istatistiklerini doğruymuş gibi ele alalım. Sonuç yine çok kötü…
TÜİK’e göre 2022’nin ikinci çeyreğinde önceki yıla göre %7,6’lık bir büyüme var ancak elektrik tüketimi 2020’den itibaren ilk kez 2022’nin ikinci çeyreğinde küçüldü. Yani 2022 yılının üçüncü ve dördüncü çeyreğinde özellikle sanayide ve ihracatta daralma bekleniyor.
2020’nin üçüncü çeyreğinde hem elektrik tüketimi hem ekonomi %10 küçülmüştü. O zaman AKP ekonomi kurmayları bunu pandemiye bağlamıştı oysa 2020 yılının üçüncü çeyreği tüm dünyada pandemi sonrası büyüme ve iyileşme sürecinin başladığı çeyrekti.
Şu anda ise ABD ve AB’de resesyon bekleniyor ve hatta bu ülkelerin ekonomi kurmayları enflasyonu azaltmak için bilinçli olarak para daraltıcı politikalar uygulamaya karar verdiler. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası dahi dünyadaki ekonomik resesyon beklentisinin ihracat ve sanayi sektörüne olumsuz etkisini bahane ederek politika faizini bir miktar daha indirmişti.
OECD Türkiye’de üçüncü ve dördüncü çeyrekte büyümenin yavaşlayacağı ve hatta 2023’ün küçülme yılı olacağı tahminini yapıyor.
Peki, sanayi üretimindeki bu yavaşlamaya ve elektrik tüketimindeki azalmaya rağmen Türkiye üçüncü çeyrekte nasıl %7,6 büyüdü?
TÜİK’e göre büyümedeki en büyük etken tüketimin artması. Büyümede %22,5’lik oran ile tüketici harcamalarındaki artış ön planda duruyor. Bu işte tam olarak enflasyonist büyümeye işaret ediyor.
Ücretler eridikçe tüketim kısılıyor. Sonra altı ayda bir asgari ücrete yapılan zam ile birden ihtiyaçların giderilmesi için, fiyatların fırlamasına karşı adeta bir yarış içinde, bütün dar gelirliler adeta mağazalara koşuyor. Bu hiperenflasyon yaşanan her ülkede görünen bir olgudur.
Ücretliler fiyatlar yeniden yükselmeden tüketim kalemlerini yükseltiyor. Daha üç ay geçmeden ve yeni bir çeyreğe girmeden, bu talep artışı fiyatları tekrar artırıyor. Bir sonraki çeyrek, bir dahaki ücret artışına kadar tüketim yine kısılıyor. Buna klasik iktisat kuramında ücret fiyat sarmalı deniyor ve nihayetinde ücretlerin hep reel olarak eridiği görülüyor.
Eğer tüketici talebindeki artışın, fiyatları fırlatan etkisini bir sonraki çeyreğe, ekonominin parasal hacminde yarattığı artışı ise, şimdiki çeyreğin büyüme verisine dâhil ederseniz, büyüme oranını daha yüksek hesaplarsınız. Bilindik TÜİK taktikleri.
Her durumda tüketici kalemlerindeki artışa dayanan büyümeye, verimsiz büyüme denir ve enflasyon mutlaka bunu alıp götürür. Sadece emekçilerden değil, nihayetinde bütün ekonomiden.
Yine de şunu söyleyelim ki; parasal daralma ve durgunluk ile karşılaştırıldığında, AKP’nin seçim senesinde -ekonomiyi bir sonraki dönem felç edecek olsa da- enflasyonist bir büyüme politikasını tercih edeceği kesindir. Bu seçim senesi, seçim rüşveti olarak adlandırılan Hazine harcamalarını da dikkate alırsak, kesenin ağzını açmak ve ekonomiyi kızıştırmak, bir ekonomi politikası değil ancak siyasi operasyon olarak AKP’nin son çaresi gibi gözüküyor.
TÜİK’in kendi istatistikleri ayrıca çok önemli bir olguyu ortaya çıkarıyor. 2021 Kasım’ında AKP lideri Tayyip Erdoğan’ın “faiz” ve “Nass” üzerine demeçlerinden sonra yaşanan ve TL’nin %100’ü aşan devalüasyonu ile sonuçlanan süreç, Türkiye’ye adeta bir ekonomik darbe yaşattı.
Bu ekonomik darbenin sonuçları daha bir yıl geçmeden Türkiye ekonomisinde ve toplumsal yapımızda büyük bir tahribat ve servet aktarımı olarak ortaya çıktı. Neredeyse AKP’nin ilk 19 yılına denk bir vurgun!
TÜİK’e göre son bir yılda ekonomik büyümeden en çok faydalanan iktisadi sektör %26,6 büyüme ile finans ve sigorta sektörü oldu. Bankacılık sektörünün açıkladığı %300 oranındaki kârlılık artışı ile tutarlı bir veri bu.
Bilindiği gibi “faize savaş açıyorum” diyen Tayyip, yarattığı garabet sistem ile 5 ayda 64 milyar TL’yi Hazine’den, faiz sermayesine aktardı. Kur Korumalı TL Vadeli Mevduatı olarak bilinen sistem ABD Dolarının TL karşısında yükselişini engellemediği gibi, toplumdaki bütün vergi mükelleflerinden ve özellikle ücretlilerden finans sermayesine devasa bir kaynak ve servet aktarımına yol açtı.
Kâr oranlarını katlayan bankaların dağıttığı kredilerle de ekonomi sıcak ve canlı tutulmaya çalışıldı. Bunun bedeli ise beyaz ve mavi yakalı emekçilerin ve genel olarak sabit ücretlilerin gelirlerinin daha da erimesi oldu.
TÜİK’ün rakamları bile durumu ortaya koyuyor. Gayrisafi katma değerde işgücünün geliri sadece son bir yılda %7’den fazla düştü. %32,6’dan%25,4’e indi. Net işletme gelirinin payı ise %49,2’den %54’e çıktı.
“Refah getirmeyen büyüme” kavramı sıklıkla kullanılıyor. Oysa konuyu bir milli ekonomi çerçevesinde ele almak da hatalı. Bu varsayımda enflasyonist dahi olsa belki bir “büyüme” var diyebiliriz. Ancak Türkiye’de saray ekonomisi ile milli ekonomi birbirinden ayrışmış durumda. Evet, Türkiye hem küçülüyor hem yoksullaşıyor, hem de saray ekonomisi ve uzantıları büyüyor. AKP’nin vurguncu oligarşisi ve son bir yılda adeta iktisadi bir darbeyle birkaç hafta içinde yaratılan yeni faiz oligarşisi ise şişmeye devam ediyor. Toplumun tüm üretici kesimlerinin sırtında bir ur gibi!