Ulu Önder Atatürk’ün vefatından evvel en büyük davası Hatay’dı. Hatta ağır sağlık sorunlarına rağmen, Fransa’ya gözdağı vermek için 19-24 Mayıs 1938 tarihleri arasında Çukurova’ya gitmişti. Türk Ordusu’nun Hatay sınırında yaptığı tatbikatı bizzat yönetmişti. Durumun ciddiyetini anlayan Fransız emperyalistleri Hatay’dan çıkmış, birliklerini Suriye’deki mandaterlik havzasına çekmişti. Daha 1938 yazında Türk birlikleri Hatay’a girdi. Bir sonraki sene ise Hatay Cumhuriyeti Türkiye’ye katılacaktı.
Atatürk son kavgası için indiği Çukurova topraklarından, İstanbul’a döndüğünde sağlığı çok daha kötüydü. Bir daha da düzelmedi. Nesnel olarak olayları değerlendiren çoğu tarihçi ve tıp bilimci Atatürk’ün “Hatay şehidi” sayılması gerektiğini belirtir.
Atatürk, hasta yatağında gelecek kuşaklara bazı miraslar bıraktı. Bunlar yazılı değildir ancak bir devlet misakı gibi bilinir. Hatay zaten biliniyor. Diğer miraslarından birincisi Kıbrıs’tır. İkincisi Musul-Kerkük… Bazı görüşlere göre Halep de üçüncü mirastır.
İşte bu devlet aklı, bu devlet vefası ve bu devlet vizyonu sayesinde Kıbrıs Türklüğü soykırımdan kurtuldu. Hem sağ hem sol partiler Kıbrıs Davası’na hizmet etti. Türk Ordusu özellikle “Milli Mirası” ezbere biliyor ve devletin hafızası gibi saklı tutuyordu.
Nihayet 1974’te gerçekleşen Kıbrıs Barış Harekâtı sayesinde Kıbrıs Türklüğü yeniden özgürlüğüne kavuştu. Rauf Denktaş bu davanın yılmaz mücahidi ve yeniden devletleşen Kıbrıs Türklüğünün önderiydi.
Yıllarca süren mücadeleler sonucunda 15 Kasım 1983’te Türk tarihinin şan ve şeref dolu bir sayfası daha açıldı. 1976’da kurulan Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin Meclisi, oy birliği ile self-determinasyon hakkını kullandı ve bağımsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) kurdu. KKTC’nin Anayasası’nı kaleme alan isim ise Prof. Dr. Mümtaz Soysal’dı.
Türk Devleti ve Türk milleti için “Kıbrıs Davası” ne ifade eder, diye sorarsanız bu olgu yanıt olarak yeterli olabilir. Türkiye’de sosyalist fikirlerinden dolayı yıllarca hapislerde yatan bir Anayasa profesörü, Kıbrıs Davası için en önde safta savaşan bir isim olabiliyordu. Ve yine Anayasa yazma görevi için de “devlet” tarafından o isim seçilebilirdi. Yine 1974’te CHP ve MSP koalisyon halinde birlikte vatan için mücadele edebilirdi. Eski Türkiye buydu! Yenisindeki hainler daha egemen değildi.
Aslında bu ay iki büyük Türk Devrimini kutluyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılı ve KKTC’nin 40. Yılı! KKTC’nin büyük şansı Rauf Denktaş gibi bir Türk büyüğünün liderliği ve fedakârlığı ile ilk 20 yılını tamamlamasıydı. En büyük şansızlığı ise ikinci 20 yılında yaşadığı AKP ihanetiydi.
“Eski Türkiye” sağıyla soluyla nasıl kahramanca Kıbrıs için mücadele ettiyse, AKP iktidara geldiği ilk günden itibaren KKTC’yi ve Rauf Denktaş’ı defalarca sırtından hançerledi.
Annan Planı isimli ihanetin gerçekleşmesi için düşman ajanı gibi çalışan AKP’li isimler, aslında vatana ihanet ile yargılanmalıdır. Bugün KKTC’nin ve Kıbrıs’ın değerini anlamış gibi görünmelerine bakmayın. Bunlar bir konuda sözde “milli” tavır alıyorsa, mutlaka fiyat kızıştırmak içindir. “Mavi Vatan” diye bağıran çağıranlar, Ege’de yüzlerce adamızı Yunanistan’a peşkeş çekti. Ne oldu? “Mavi Vatan” masalları farkındaysanız bitti. Adalarımızda ise Yunan Ordusu çoktan üs kurdu. Emin olun ki; AKP en uygun fırsatta KKTC’yi yıkmak ve Kıbrıs’ı satmak için beklemektedir.
Rauf Denktaş ile mücadelesinin son yıllarında ortak zaman ve mesai geçirme şansına ve şerefine sahip olabildim. En büyük üzüntüsü Ankara’da kendisini sırtından hançerlemek isteyenlerin olmasıydı. Ancak KKTC’nin ve Kıbrıs Türklüğünün hep ayakta kalacağına ve var olacağına emindi. Kaygısı Türkiye ile ilgiliydi. Ergenekon ve Balyoz Kumpaslarını endişe ve üzüntü ile izliyordu. Kahraman Türk Ordusuna yapılan muameleden hicap duyuyordu. Bir gün bana “Ali, biz Kıbrıs Türkleri hep ayakta kalırız. Atatürk Gençliği olarak sizin asıl endişe duymanız gereken Anavatandır. Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Ordusunu mutlaka savunmalısınız” demişti.
Bu uyarılarını hiç çekinmeden kamuoyuna da yapardı. AKP lideri Tayyip Erdoğan bu yüzden kendisine son derece çirkin ve küstah bir çıkış yapmış; “Ankara’da değil git Kıbrıs’ta konuş” demişti.
Kimin vatanından kimi kovuyorsun!
Dönemin AKP Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de aynı saygısız ve küstah üslup ile her fırsatta KKTC’ye ve Denktaş’a saldırıyordu. Abdullah Gül, o zamanki bütün AKP yetkilileri gibi Rum tarafının ve Helenizm’in temsilcisi gibi konuşuyordu. Gül’ün “Bir kasa portakal bile ihraç edemiyorsunuz, bu nasıl egemenlik?” şeklindeki çirkin saldırısına Rauf Denktaş çok sert yanıt vermişti:
“Egemen değildiysek bizi tanımamalıydı. 21 yıl sonra bize ‘Malını satamıyorsun, bu ne biçim egemenlik, futbol oynayamıyorsun bu ne biçim egemenlik?’ demesi kabul edemeyeceğimiz bir durumdur. Büyük üzüntü kaynağıdır. Bunu bize yapmamalıydılar. Biz egemenliğimize sahibiz, sonuna kadar da sahip olacağız. Kıbrıs Rum’u, Avrupa Birliği yoluyla Enosis’i elde etmektedir. Annan Planı’nı onaylamamız, Rum tarafı da onayladığı takdirde, Helenizmin zaferidir. Türkiye de bizi buna zorlamaktadır.”
Rauf Denktaş, aslında Türkiye’ye devletliğini hatırlatıyordu. Çünkü Türkiye KKTC’yi tanımıştı. AKP ise tanımıyordu. Demek ki AKP, Türk Devletini de tanımıyordu.
Bugün 15 Kasım 2023. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin 40. yılı. Ne değişti? AKP lideri bugün Lefkoşa’da değil. KKTC kutlamalarına katılmıyor. Aslında sadece KKTC’yi değil, TC’yi de boykot ediyor.
İşte Kıbrıs üzerinden size kısa bir Türkiye tarihi. Hatay için şehit olan, Kıbrıs Davasını miras bırakan Atatürk’ten; önce Kıbrıs’a ihanet eden sonra da Hatay’ı yok etmek için elinden geleni yapan AKP’ye…
AKP, Türkiye’yi devletsizleştirme operasyonuna aynen devam ediyor… Kıbrıs cephesinde değişen hiçbir şey yok. Yine ihanet içindeler ve her an “Milli Davamızı”, 2003’teki gibi satabilirler. Ancak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bunca ihanete ve özellikle AKP’deki işbirlikçilere rağmen yine de ayakta. Çünkü AKP gidecek. Fakat hem Türkiye Cumhuriyeti hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti “ilelebet payidar kalacak!”