AKP’nin ve muhalefetin ikili Cumhuriyet tiyatrosu
Cumhuriyet’in 99. yılı kutlanıyor. Seneye, 2023 yılında ise 100. yılı kutlanacak. Oysa bu kutlamalar aslında ikili bir siyasi oyundur. Çünkü olmayan bir şeyin 99. veya 100. yılı kutlanmaz. Ancak hem muhalefet hem de saray bu tiyatroyu sergilemekte fayda görüyor.
Muhalefet hâlâ Cumhuriyet varmış gibi davranıyor ki; dikta rejimine karşı halkı seferber etmesi gerekmesin. Bu bir nevi dikta yokmuş gibi davranarak, diktatörü diktatörce davranmamaya ikna etmeye dayanan garip bir taktik…
Eğer bir Cumhuriyet varsa, tek seçimle, iktidar değişikliğiyle gerçekten de sorunlar çözülebilir. Yozlaşmış ve otoriterleşmiş bir iktidar gider, demokratik bir koalisyon kurulur ve sistem yaralarını sarar.
Seçim gecesine kadar halkı umutlu, diri ve hatta örgütlü tutmak için benimsenmiş güzel bir senaryo bu. Politik olarak başarılı da olabilir. “Mühürsüz oy”lar veya kim bilir bu sefer “sopalar” ortaya çıkana kadar.
AKP diktasından kurtulmak isteyen, ülkenin kesin olarak yarısından çok daha fazlasını oluşturan Cumhuriyetçi halk kitleleri de bu temenni ve taktiği benimsemiş görünüyor. Kan ve irfan ile kurulan Cumhuriyet, itidal ve temenni ile korunmak isteniyor.
AKP cephesine gelirsek… Onlar da aynı oyunu çok sevdi. Daha da şizofrenik, çok kişilikli bir ruh hali…
Bir yandan Saray var. Saraya tapıyorlar. Tamamen Saray odaklı yeni bir kimlikleri, dinleri, fetişleri ve ekonomileri var. Ancak bir devlet olmadıkları, devlet gibi davranmak istemedikleri de kesin.
Sarayı ikinci bir “vatan” gibi benimsemiş, tüm ülkeyi oradan yayılarak ele geçiren bir haşarat, akın akın talan seferine çıkmış yeni bir kavim gibi Türkiye’yi işgal ediyor. “Bu millet” denen bu güruh, Türk milletini esir almış ama adını da koymak istemiyor. Hırsızlığın kaymağını yiyecekler ama bedelini de ödemeyecekler akılları sıra.
Bu yüzden Sarayın yanı sıra orada kocaman bir binada TBMM duruyor. Cumhuriyet’ten kalan Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, Anayasa Mahkemesi, Genelkurmay Başkanlığı v.s… Her ilde belediye binaları, valilik v.s.
AKP’li ilçe başkanı, il başkanı, Saray danışmanı hükmetmeyi va rant yemeyi seviyor. Küçük Tayyipçikler. Ama sorumluluk veya hesap vermeye gelince, “devletin kaymakamı, valisi, mahkemesi var yeğenim” diye kıvırtıyorlar. Güzel tezgâh…
Bu kocaman dekorlar işine geliyor diktanın. Hem diktatörlüğün de bir gereği vardır. Dikta sözlük anlamı olarak ağızdan çıkanın -diksiyonun- kanun olması demektir. Kelimenin tam anlamıyla bir kişinin kararının kanun hükmünde olması… Peki ya ağzından söz çıkan kişinin, sözünün asla arkasında duracak cesareti yoksa. Bin kılığa girmeyi, milyon sözle kendini inkar etmeyi tek ilke olarak benimsemiş bir oportünist ise…
Diktasının arkasında bile duramayacak kadar korkak bir Sarayımız var.
Bir adaletsizlik olduğunda “bağımsız yargıya karışamam” demek ne güzel! İşine geldiğinde de Anayasa Mahkemesi kim yaaaa?
Yerine göre “80 yılda bir ağaç dikmediler” dersin veya “reklam arası uzadı” falan. İşine geldiğinde de Cumhuriyet’in itibarı ve makamlarının arkasına sığınırsın. Sana karşı çıkanlar Türkiye Cumhuriyeti devletine saldırıyor dersin.
Yaşadığımız rejim Cumhuriyet değil
Özellikle 15 Temmuz’dan beri bu oyunu hep birlikte oynuyoruz. AKP diktasını ayakta tutan böylesine bir yapay denge… Saray bedel ödemeden hem “demokrasinin” hem diktanın keyfini çıkarıyor. Muhalefet de bedel ödemeden demokrasicilik, parlamentoculuk oynuyor. Elinden şimdilik alınmayan belediyelerde de oyalanıyor.
Tabii tarih hükmünü geciktirmez. Bu sahte dengenin daha ne kadar süreceğini göreceğiz.
Peki, bu rejimin adı Cumhuriyet mi? Elbette ki değil. Bırakın Cumhuriyeti, Türkiye’de devletsizlik ilkesi egemen. İdeolojik ve halk tabanında örgütlü bir oligarşi dahi yok.
Kürtçülükten şeriatçılığa, ülkücülükten liboşizme, Amerikancılıktan Rusçuluğa, Türk düşmanlığından Osmanlıcılığa kadar ne işine gelirse her türlü ideolojiyi yıkıcılık ve kışkırtıcılık için kullanan bir çete var. Ama bunlar bir diktatörlük gibi bile değil sadece bir mafya çetesi gibi davranıyorlar. Yunan ve İngiliz maşası Anzavur Ordusu 1920’de Ankara’ya girebilseydi, neler yapardı? Durumu hayal edin.
Bozgunculuk ve yıkıcılık ile devrimcilik ve kuruculuk arasındaki fark budur. Atatürk, Osmanlı’yı yıkmadı. Yıkılmış bir devlet ve işgal edilmiş bir vatanda, halkı birleştirdi ve bir devrim ile Cumhuriyet’i kurdu.
AKP ise bir şey kurmak için yola çıkmadığı için, hep halkı böldü, bir kısmını diğer kısmına karşı kışkırttı, devletin kurumlarını birbiriyle çatıştırdı ve sonunda ABD ve AB’nin verdiği görevi yerine getirdi. Cumhuriyet’i yıktı.
Bu enkazın üstünde ne yapacağını bilemeyen bir çete var. Cumhuriyet’i yıktılar ama yıkıcılıktan ve talancılıktan başka bir şey bilmedikleri için “Cumhuriyet’i yıktık, yerine şunu kurduk” da diyemiyor.
Muhalefet de biliyor ki; bu çeteyi devirse yeter. Çeteyle birlikte enkaz da temizlenecek ve altından Cumhuriyet yükselecek yine. Ancak çete ile birlikte enkazın üstünde vakit öldürülüyor. Çünkü Cumhuriyet yurttaş eşitliği demektir. İşte o eşitlik ilkesi egemen olduğu zaman sadece AKP değil, 20 yıllık çürümüşlüğün ve yozlaşmanın hepsi ortadan kalkacaktır.
Muhalefetin bedel ödememe konusundaki olağanüstü “itidal” ve “aklıselim” tavrının yanı sıra, bu eşitlikten korkması da gerçek Cumhuriyetçilikten yan çizmesinin önemli bir nedenidir.
Nihayet 1950’den günümüze kadar gelen bir kokuşmuşluk ve irin düzeni AKP’yi yarattı. AKP karşısında olmak halkı arındırdı ancak sahte parlamentoculuk oyununun aktörleri arınmadı.
Temiz halk bilincinin değil, kirli düzen havuzunun içinde yüzmeye devam ediyorlar. Bu yüzden Cumhuriyetçi muhalefet yapmıyorlar. Hiçbir yetkisi olmayan parlamentoda parlamentarizm oynuyorlar.
Halk ile Gezi’de ve sandıkta oy isterken eşit olan muhalefet, 6’lı Masalarda protokoller, adaylar, helalleşme açılımları pazarlıkları yaparken “partimizin organları karar verecek” demek ister. Cumhuriyet’ten ayrıldıkları ve sarayın tiyatrosuna ortak oldukları temel, bu “imtiyazlılık” ihtirasıdır.
İşte bu bulanık bilinç AKP ile birlikte AKP’nin yıktığı enkazın üstünde bekleşip duruyor. Ne yıkımın adı konabiliyor, ne de yerine yeni bir düzen. Düzensizlik işine geliyor herkesin.
CHP’li milletvekili çıkıyor ekrana, yaşanan bir hukuksuzluğa, adaletsizliğe isyan ediyor: “Eyyy AKP, burası Muz Cumhuriyeti değil, iyi bilesin.”
Peki, sayın vekilimiz. Muz Cumhuriyeti değilse ne? Cumhuriyet mi?
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu mühürsüz oylarla, sandık hırsızlığıyla Anayasa referandumu yapıldığında, “tanımıyoruz, hileli” diyor. Sonra da tanıyor gibi işine devam ediyor ve hileli düzenin gereklerini yerine getiriyor.
Bir kişi İsmet Paşa gibi isyan bayrağı açamıyor Meclis’te diktaya karşı! Daha Tayyip içeri girdiğinde ayağa kalkalım mı kalkmayalım karar bile verememiş şaşkınlar.
Karar verin! Tek adam diktasında mı yaşıyoruz, Cumhuriyet’te mi?
Cumhuriyet Ankara’da değil halkın bilincinde yaşıyor
Önce şunun adını koyalım. Türkiye, Cumhuriyet ile yönetilmiyor. Bu anlamıyla kutlanacak bir Cumhuriyet yok.
Diğer yandan Türkiye’de Cumhuriyet yaşıyor. Ancak halkın bilincinde ve ulusal ruhun her hücresinde yaşıyor.
Daha önce dediğimiz gibi, Cumhuriyet bize emanet! Tarihte karşıdevrimden sonra Cumhuriyetçi bilincin ve halk içinde Cumhuriyetçilik akımının güçlendiği ilk ülke belki de Türkiye!
Cumhuriyet’in teminatının ne yargı, ne ordu, ne Meclis, ne de başka bir şey olduğunu gördük. Cumhuriyetin teminatı “Türkiye Cumhuriyeti İlelebet” diyen gençler, Gezi’de direnen halk ve Cumhuriyet ile kazandığı hakları için mücadele eden herkestir. Atatürk’ün Cumhuriyet’i emanet ettiği de bu güçlerdi zaten.
Bir fikir ve bilinç olarak Cumhuriyetçiliği yıkamadılar. AKP’nin ve 20 yıllık karşıdevrimin en büyük hezimeti budur. Bu öyle bir hezimettir ki; Saray ve tek adam, diktayı Cumhuriyet kisvesi altında, korunaklı bir alanda yürütmek istemektedirler.
Bugün 29 Ekim’de Cumhuriyet kutlanacaksa, karşıdevrime ve faşizme karşı bir direniş günü olarak kutlanmalıdır. Sarayların hükümdarlığına karşı ulusal egemenliği savunanlar, gerçek Cumhuriyetçiler zaten bir kötümserlik veya teslimiyet ruhu içinde değildir. Ulusal bayramların ilk yasaklandığı andan itibaren bu mücadele sokakta veriliyor. Eğer kutlayacaksak bu bilinci kutlayacağız.
“Tepeden inme”, “halka dayatıldı”, “bir gecede getirildi” denen Cumhuriyet’in ve Kemalist bilincin, ulusal genetiğimizin ve tarihimizin asla yok edilemeyecek bir parçası olduğunu 20 yıllık gerici dikta gösterdi. AKP gittiği an, hemen ertesi gün, Cumhuriyet sadece ulusal bilinç olarak değil, tüm ilkeleri ve kurumlarıyla bu yüzden yükselecektir. Hukuku ile, eğitimi ile, yasama, yürütme, yargı kuvvetleri ile birlikte Cumhuriyet orada duruyor. AKP’yi, üstüne binen devasa uru kesip atarsak, en genç haliyle ayağa kalkacak.
AKP gidince Cumhuriyet kurtulacak ve kutlanacaktır
30 Ağustos 2022’de, zaferin yüzyılında, 2022’nin yeniden zafer yılı olacağını söyledik. Düşmandan kurtulacağımız yıl, Cumhuriyet’in yıldönümünde, 29 Ekim 2023’te, Cumhuriyet’i hem kurtarmış hem de kutlamış olacağız.
Akıl ve cesaret ile kazanacağız. Ancak önce gerçekle yola çıkacağız. Tek adam yönetiminin, Saray diktasının olduğu yerde, Cumhuriyet yoktur. Gerçeğe sadık olmayan, Cumhuriyet’e nasıl sadık olabilir?
Eğer AKP’ye karşı vatanımızı ve seçim sandıklarını savunamazsak şunu unutmayalım ki; bir Cumhuriyet’te yaşıyor olmayacağız. Bunun adı da nihayet konacaktır. Dünyanın en korkak diktatörü bile meydanı boş bulursa, istediğini yapacaktır.
Gerçekten de bir gecede ilan edilir böyle kararlar. Yılların birikimi sonucunu verir. Çürütenler de böyle vurur son darbeyi. Kurucu devrimciler de yıllarca çalışarak devrimi hazırlar. Devrim ile karşıdevrim benzer bu açılardan.
Cumhuriyet’i kan ve irfanla kurduk. Korkakça, haince, dalavereyle ve hileyle ele geçirdiler. Ve devlet yıkıcılığının adını er ya da geç onlar da koyacaktır.
Cumhuriyet cumhuriyettir. Tektir. Demokrasiyle veya başka bir şeyle taçlandırılacak bir Cumhuriyet yoktur. Geri alınacak bir Cumhuriyet vardır.
Ya sarayı yıkarız ve Cumhuriyet’i kurtarırız ya da saray tüm ülkeyi felakete sürükler ve yok eder.
AKP varsa Cumhuriyet yok. AKP diktası yok edildiği an ise Cumhuriyet olduğu gibi yükselecektir. İdrak edilecek ve kutlanacak olan hakikat budur.