Taksim’de yapılan bombalı saldırının ardından RTÜK’ün yayın yasağı kararı alması, ardından apar topar internet erişiminin durdurulması; saldırının yanında “tali” olarak görülemeyecek ve önümüzdeki döneme ilişkin uygulamaların habercisi olan çok önemli bir olay. Önemsenmezse ve dile getirilmezse faturası çok ağır olacak. Sansürün hangi boyutlara vardığını “yaşayarak göreceksek”, gördüğümüz anda yapabileceğimiz hiçbir şey olmayacak.
İktidar “zam”a “fiyat güncellemesi” dediği gibi sansüre de “bant daraltması” diyerek teknolojik bir yetkinlik algısı oluşturmaya çalışıyor; bunda başarılı olduklarını da söyleyebiliriz çünkü bu derece hukuksuz bir uygulamanın muhalefette bir karşılığını henüz göremedik.
Kültür Bakanlığı’nın (!) talebiyle alındığı söylenen bu kararın gerekçesi olarak “yanlış ya da hatalı bilgilerin dolaşıma sokulması ve paylaşılması” gösteriliyor. Ancak iktidarın Takvim isimli paçavrasının 2016’ya ait başka bir saldırının görüntülerini dolaşıma sokması ve bunun yayılmasına öncülük etmesi, elbette çıkarılacak sansür kararı açısından “Allah’ın lütfu”.
Gazete işlevi olmayan bu paçavraların hangi amaçla çıkarıldığını böylece öğrenmiş oluyoruz. Dezenformasyonun ve yalanın merkezi olarak yargının sansür kararına gerekçe yaratabilmek.
Geçmişte de benzer olaylar karşısında hükümetin “tedbirler” aldığını ve internet erişiminin yavaşlatıldığını görmüştük. Ancak dünkü erişim kısıtlaması kısmi bir “kısıtlamanın” ötesine geçerek topyekûn büyük bir sansüre dönüştü. Sadece Twitter’a değil, kullanılabilecek tüm sosyal medya mecralarına ulaşımın engellenmesi, YouTube gibi kanalların bile erişime kapatılması, iktidarın önümüzdeki süreçte sansürü hangi boyutlarda kullanabileceğine dair yurt çapında düzenlenen gerçek bir tatbikat olarak okunmalı.
Tüm dünya bombalı saldırıyı konuşurken “milleti korkuya sevk etmemek” gerekçesiyle çıkarılan bir sansür kararının inandırıcılığı yok. Etkisi de yok. Kaldı ki, devletin böyle bir saldırı yaşanmamış gibi davranması çok daha korkutucu bir durum.
Türkiye’nin dün itibariyle Çin ya da İran gibi olduğu benzetmesi de gerçeği ifade etmiyor.
İran gibi ülkelerde halk zaten sansür ve baskı altında yaşadığı için sosyal medya mecrasının dışına çıkmış durumda. Oysa Türkiye’de haber okumak, bilgi almak ve tepki vermek isteyen tüm insanlar için sosyal medya bir zorunluluk. Görsel medya ve sosyal medya arasında bile böyle bir ilişki kuruldu. Haberin kaynağı olan sosyal medyanın tamamen kapatılması “haberin ortadan kaldırılması” anlamına geliyor.
İktidar bunu görmüş durumda ve bekasına yönelik bir tehdit olarak gördüğü her olayda artık bu kartı kullanacaktır. Türkiye’deki tüm muhalif unsurlar kendilerini sosyal medyaya odakladıkları için, fişin çekilmesinin anlamı çok daha büyük olacak.
Diğer taraftan muhalefete destek olan toplumsal unsurlar açısından siyasi örgütlenmelerin tepkilerini görememek, iktidarı daha da güçlendirecek büyük bir yalnızlık ve yılgınlık psikolojisine de yol açabilir. Tüm sosyal medya kapalıyken televizyon ekranlarından Tayyip Erdoğan’ın twitlerinin yayınlanması bile bilinçaltına verilen çok önemli bir mesajdır.
İktidar, getirilen kapsamlı erişim yasağıyla sosyal medyada büyük bir sıkıyönetim ilan etmiştir. Öylesine bir olağanüstü hal kararı ki bu, bir taraftan muhalif paylaşımlar yaparak kendimizi özgür sanmaya devam edeceğiz, diğer taraftan da sosyal medyaya en çok ihtiyacımız olan “o gün” iktidar büyük bir altın vuruşla elimizi kolumuzu bağlayacak. Tüm hazırlık bunun için!