Önceki gün İstiklâl Caddesi’ndeki terör saldırısı sonucu ülkece üzüntüye boğulduk. İkisi çocuk, altı vatandaşımız, hayatını kaybetti. Çok sayıda yaralımız var. İki vatandaşın durumu kritik.
Emniyet’ten gelen en son bilgilere göre, PKK/YPG tarafından istihbarat elemanı olarak yetiştirilmiş Suriyeli kadın Ahlam Albashir, saklandığı yerde yakalandı ve suçunu itiraf etti. Çeşitli kaynaklarda saldırganın IŞİD başta olmak üzere farklı örgütlere bağlı olabileceği ihtimali de dillendiriliyor. Fakat bu şimdilik çok önemli değil.
Terör, kelime anlamı itibarıyla yıldırmak demek. En kısa tanımıyla, siyasî amaç uğruna sivillere saldırıyı yöntem olarak benimseyen örgütlere terör örgütü deniyor. Terör saldırılarında bazen kimsenin burnu bile kanamayabilir ama ortalığa salınan dehşet, tüm bir topluma diz çöktürmeye, kaosa sevk etmeye yöneliktir. Sonuç olarak en alçak ruh halinin savaşmaktan anladığı şeye terör diyoruz.
Önceki günkü alçakça saldırı için seçilen mekân, İstiklâl Caddesi’nin göbeği. Tüm ülkenin en kalabalık ve göz önünde noktası. Yani saldırının amacı açık seçik ortada. Türk halkının yüreğine korku salmak.
Ne var ki saldırıdan sonra olan bitenlere bakınca teröristin amaçladığından fazlasını elde etmiş olabileceğinden endişe etmemek mümkün değil. Tıpkı daha önceki terörist saldırılarda olduğu gibi bu saldırıda da yayın yasağı getirildi. Ama daha da önemlisi, belki ilk defa bu kadar kapsamlı bir internet kısıntısı uygulandı. Teknik olarak yapılan şey, internet bant genişliğinin en alt düzeye indirilmesi ve sosyal medya başta olmak üzere tüm iletişim imkânlarının felce uğratılmasıydı. Tabi bu durumda VPN de kâr etmiyor.
Tüm dünya Türkiye’de neler olup bittiğini bir şekilde öğrenirken Türk insanı, kendi yurdunda neler olduğundan bihaber saatlerce internetsiz kaldı. Daha açık konuşmak gerekirse bir terör örgütünün veya işgal kuvvetinin silahlı baskınlarla yapmak istediği şey, en tepeden bir kararname ile tek düğmeye basılarak yaşatıldı.
İletişim Başkanlığı adındaki Saray biriminin gerekçesi, halkı panik halinden korumak. Fakat interneti kısıtlamanın en iyi ihtimalle işe yaramadığı, hatta çoğunlukla terör saldırısının sebep olduğu korkuyu kuvvetlendirdiği bir gerçek. Sonuçta cezalandırılan terörist değil, haber alma hakkı engellenen Türk halkı olmuş oluyor.
Saldırıdan hemen sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Endonezya’ya uçması, işin bir başka garipliği oldu. Ciddi bir devlet adamı, böyle anlarda iki eli kanda olsa ülkesinde kalır veya yurt dışındaysa ziyaretini yarıda kesip döner. Çok umurunda değilse de öyleymiş gibi davranır. Bizde tam tersi oldu. Her fırsatta kendine başkomutan dedirten, Anıtkabir’de bile seçmece tipleri “Reis” diye bağırtarak kendini tatmin eden adam, ülkesi saldırıya uğrarken baş sağlığı dileyip başka ülkeye uçtu.
Tımarhanede daha neler oldu, neler… Anlatsan inanmazlar.
Arada fırsatını bulan Aktroller, ülkenin en acılı anında Ekrem İmamoğlu’na saldırı fırsatı aradı. Troller, AKP’li Beyoğlu Belediye Başkanı’nın İBB’nin İstiklâl Caddesi’ne yerleştirdiği oturaklarla ilgili sözüm ona vaktiyle yaptığı güvenlik uyarısını hatırlattı. Paralı küfürbazlara göre terör örgütlerini durdurmanın yolu, Türkiye’nin gözde muhitlerini bank, oturak, çöp kutusu gibi kent mobilyalarından mahrum bırakmak. Tabi asıl maksat, yine Ekrem İmamoğlu’nu PKK’ya bağlamak. Böyle bir günde bile en ufak fırsatı kaçırmamacasına!
Tabi bu arada Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ı anmadan edemeyiz. Daha ağzını açar açmaz, Türkiye’nin artık eski Türkiye olmadığını anlattı Bey’imiz. Eski Türkiye’de PKK, Suriyelileri devşirip Türkiye’de saldırı yapabiliyor muydu Fuat Bey?
Sonra tabi, Süleyman Soylu var. Olay yerine gelir gelmez yaptığı ilk açıklamada ABD’den gelen baş sağlığı mesajını kabul etmediğini beyan etmiş. O cümleyi siyasi muarızlarından duysalar, terör saldırısından siyasi puan toplamakla suçlayıp akbaba ilan ederler. Olay yerine varmak derken, kendisi saatlerce ortalıkta yoktu. Peki, ne mi yapıyordu? Suriye’de ev dağıtıyordu.
Ülke içinde kaç terörist var? İran’ın, Esad’ın terör hücreleri kaç tane? Soylu, ayda bir çıkıp Türkiye’de ne kadar PKK’lı kaldığını küsuratıyla, artı biri eksi ikisiyle falan bildiriyor da… Diğerleri ne olacak? Bu kadın da o rakamlara dâhil miydi? Yoksa piyangodan mı çıktı?
Yahu bırak sen şimdi Amerika’yı Avrupa’yı… Fail Kobani’den çıkmış, Afrin’den geçmiş. Bakın, nasıl geçiş yaptığından da vazgeçtim. Türkiye’yi ne idüğü belirsiz milyonlara açan kim? “Kimsenin coğrafyasında Münbiç yok, kimsenin coğrafyasında Kamışlı yok…” demesi kolay. Peşmergeyi Türk toprağından geçiren, bu teröristin de çıktığı o Kobani’ye can veren kim? Dahası, bu kadından başka daha kaç tanesi var? Kamyonlarla şehirlere moloz döker gibi dökülen Suriyeliler, Afganlar, Pakistanlılar ne olacak?
Ve son olarak en rahatsız edici soruyu da sormak zorundayız. Bu kadar güvendiğimiz (!) bir iktidarla seçime 7 ay kalmışken önceki günkü saldırı yeni bir 7 Haziran – 1 Kasım sürecinin başlangıcı mı?