Türkiye “karanlık el”i iyi tanıyor
Önceki gün Taksim İstiklal Caddesi’nde düzenlenen bombalı saldırı, tüm Türkiye’yi üzüntüye, korkuya ve öfkeye sevk etti. İki gündür tüm Türkiye bombalı saldırıyı konuşuyor.
Basında en çok karşımıza çıkan başlıklar, “karanlık el”e işaret edenlerdi. Ne zaman bu tür saldırılar yapılsa, hemen basında “karanlık el yine sahnede” başlıkları atılır. Ancak Türkiye artık bu “karanlık el”in kim olduğunu çok iyi biliyor. Çünkü yakın zamanda yine “karanlık el” devreye girmiş ve AKP’yi kurtarmıştı.
Evet, 7 Haziran – 1 Kasım arasındaki kanlı dönemi kastediyorum. 7 Haziran’daki seçimlerde tek başına hükümet kuracak çoğunluğu sağlayamayan AKP, 1 Kasım’da yapılacak yeni seçim için çok zor durumdaydı. Ve bu iki tarih arasında Türkiye’de art arda bombalar patlamış ve 146 günde 242 vatandaşımız hayatını kaybetmişti.
Taksim’deki saldırıdan sonra elbette ki herkesin aklına aynı şey geldi: Yeni bir 7 Haziran – 1 Kasım süreci mi başlıyor?
Bu konuda herkesin şüpheleri var. Dönemin Başbakanı olan, şimdilerde muhalif takılan Ahmet Davutoğlu, birkaç kez Erdoğan iktidarının o dönemin başlıca sorumlusu olduğunu ima etti ve “konuşursam insan içine çıkamazlar” diye AKP’yi tehdit etti. Ancak o dönemde AKP iktidarının kağıt üzerinde de olsa en önemli mevkilerinden biri olan Başbakanlık görevinde bulunmuş biri olarak kendisinin süreçteki sorumluluğunu asla kabul etmedi ve o sürecin iç yüzünü asla konuşmadı.
Türkiye’nin yeniden o günleri konuştuğu ve aslında Davutoğlu’nun tam da konuşması gereken günde Davutoğlu hâlâ suskunluğu tercih ediyor. Demek ki sokaklarda öldürülen insanlar, Davutoğlu için çok da önemli değil. Tıpkı saldırı olduğu gün Erdoğan’ın kuru bir başsağlığıyla Endonezya’ya uçması gibi.
Türk halkı, 7 Haziran – 1 Kasım arası dönem için “karanlık bir” el ifadesini kullanmıyor, çünkü aslında herkes bu iki tarih arasında ne olduğunu ve arkasında kimin olduğunu çok iyi biliyor. Taksim saldırısının da bu çok iyi bilinen ellerden çıktığına dair şüphe çeken veriler mevcut.
Taksim saldırısının sorumlusu, saldırıyı önleyemeyen AKP’dir!

Taksim saldırısının faili Suriye uyruklu Ahlam Albashır’ın emri Kobani’den aldığı, Afrin – İdlib üzerinden Türkiye’ye giriş yaptığı, PKK’nın özel istihbarat elemanı olarak yetiştirildiği yapılan açıklamalardan ve basına yansıyan haberlerden öğrendiklerimiz.
Saldırıdan sonra AKP en çok şu noktadan eleştirildi: Saldırgan sınırdan elini kolunu sallayarak nasıl geçti?
Elbette ki milyonlarca Suriyeli, Afgan, Pakistanlı nasıl geçtiyse öyle!
Bu açıdan bakınca, Taksim saldırısının sorumlusu AKP’nin göçmen politikasıdır desek çok da yanlış olmaz. Erdoğan’dan Soylu’ya, hatta Davutoğlu’na kadar AKP’nin göçmen politikasını yürüten herkes bu saldırının sorumlusudur.
“Teröristleri ayakkabı numaralarına kadar biliyoruz” diyen Süleyman Soylu, Emniyet, MİT vs. Türkiye’nin en kalabalık caddesindeki bombalı saldırıyı önleyememişlerdir. Sel baskınlarında ayağında lastik çizmelerle ortalıkta dolaşan Soylu, Taksim saldırısında saatlerce ortada yoktu, çünkü Suriye’de göçmenlere ev dağıtıyordu.
Böyle terör saldırılarında sorumlu olarak saldırıyı yapan terörist görülmez. Çünkü adı üstünde teröristin amacı, bu tür saldırılar yapmaktır. Ama saldırıları önleyemeyen devlet kurumları ve hükümet, saldırılardan sorumlu tutulur. Bizde pek görülmemekle birlikte, bu tür saldırılar sonunda istifa eden bakanlar, emniyet yetkilileri falan da vardır. Bu tür saldırılarda hayatını kaybeden, yaralanan, maddi zarar gören insanları da devlet tazmin eder, terör örgütleri değil. Bunun da sebebi, devletin güvenliği sağlayamadığı için sorumluluğu üstüne almasıdır.
Türkiye’ye giren “sığınmacılardan” kaçı terörist?
AKP’nin göçmen politikasıyla Türkiye’ye elini kolunu sallayarak giren “sığınmacı”lardan kaçı Ahlam Albashır gibi terör örgütleri tarafından sokuldu?
Taksim saldırısından sonra akılları en çok meşgul eden sorulardan biri sanırım bu. Öyle ya, Suriye’den, Afganistan’dan, hatta Pakistan’dan Türkiye’ye milyonlarca “sığınmacı” sokuldu. Herhalde hiç kimse bunların tamamının savaştan veya Taliban’dan kaçan masum siviller olduğunu iddia edemez.
Ancak benim merak ettiğim, AKP iktidarının da bu soruyu sorup sormadığı. Mesela İçişleri Bakanlığı bünyesindeki kurumlarda veya istihbarat teşkilatında buna yönelik bir inceleme yapıldı mı veya bu saldırıdan sonra yapılıyor mu?
Devletin güvenlik kurumlarının, bunları daha bu insanlar sınırdan girmeden bilmesi gerekmez mi? Normal şartlarda ve normal bir devlet işleyişinde bilinmesi gerekir ancak söz konusu AKP iktidarı olunca insan kuşku duymadan edemiyor.
AKP iktidarı şunu düşünüyor mu mesela; diyelim ki Esad, ülkesindeki savaşa müdahil olduğu için Türkiye’den intikam almaya kalktı. Sığınmacılar arasında Esad’ın bu tür eylemler gerçekleştirecek adamları var mı? Varsa bunlar nerededir, ne tür hazırlıklar içindedir?
Teröristin yakalanmasındaki gariplikler
Taksim’deki saldırının ardından yakalanan kadın teröristin yakalanışı da gariplikler barındırıyor. Şöyle ki:
Ahlam Albashır’ın PKK’nın özel yetiştirdiği istihbarat elemanı olduğu bilgisi basına yansıdı. Bu istihbarat elemanı, hadi diyelim ki bombalı çantayı bıraktıktan sonra uzaklaşırken güvenlik kameralarına yansıdı. Teröristin kimliği böyle açıklığa kavuştu zaten.
Böyle bir terörist, daha önceden kaldığı eve gidip yakalanmayı bekler mi? Ahlam Albashır beklemiş.
Bu kadar çabuk yakalanmayı beklemediğini ise yakalandığı anın görüntülerinde yüzünde beliren şaşkınlıktan anlayabiliyoruz. Belki de ona yakalanmayacağı söylenmişti, kim bilir?

Kadının yakalanırken üzerinde “New York” yazılı bir tişört bulunması ve Süleyman Soylu’nun ABD’nin taziyesini kabul etmediği açıklamasının üst üste gelmesi, işin içerisinde bir kurgu mu var diye düşündürtmüyor değil.
Hazır lafı açılmışken, AKP’nin bu sahte ABD karşıtlığı üzerine de bir iki söz söyleyeyim: İki gün önce Erdoğan “FETÖ elebaşı Fethullah Gülen’i Biden saklıyor” demişti. Taksim saldırısından sonra da Soylu, ABD’nin teröre verdiği desteği gerekçe göstererek ABD’nin taziyesini kabul etmediğini söyledi. Buraya kadar iyi, güzel de, Endonezya’daki Biden ile fotoğraf ne oluyor?
Erdoğan, ülkesinde büyük bir terör saldırısı düzenlendiği gün, Endonezya’ya Biden ile fotoğraf vermek için mi gitti?
Neyse, biz konumuza dönelim; kadın terörist, bombalı çantayı bıraktıktan sonra evine gidip bekliyor. Normalde bu tür bir eylemi gerçekleştiren kişi, böyle bir hata yapmaz. Resmen gitmiş, evde polis gelsin beni yakalasın diye beklemiş. Polis de eliyle koymuş gibi kadını bulmuş. Kadın kuzu kuzu teslim olmuş, ne bir direnme belirtisi, ne de teröristlerin böyle durumlarda çokça yaptıkları gibi bir slogan falan var.
İşin içinde AKP olunca ister istemez insanın içinden bir “acaba” düşüncesi geçmiyor değil.
Bir de şu var ki, 7 Haziran – 1 Kasım sürecinde PKK, yaptığı bütün kanlı eylemlerin sorumluluğunu üstlenmişti. Mersin saldırısını üstlenen PKK, Taksim’deki saldırıyı üstlenmedi. Bunu da bir yere not etmekte yarar var.
Taksim saldırısı, AKP ve seçim
Yukarıda 7 Haziran – 1 Kasım sürecinden bahsetmiştim. Taksim saldırıları, Türkiye’nin yeniden bir seçim sathı mailine girdiği günlerde gerçekleşmiş olması itibariyle hemen herkesin aklında aynı soruyu doğurdu.
Tam da MHP onaylı AKP-HDP ittifakının kurulduğu, AKP’lilerin “yeni bir açılım çalıştayı” yaptığı, Demirtaş’ı özel jetle Diyarbakır’a götürüp getirdiği günlerde yapılan bu saldırı, adeta dejavu etkisi yaptı.
Taksim saldırısı, diğer yandan toplumu yeni bir açılıma ikna etmek için de önemli bir gelişme olacaktır.
AKP yaklaşan seçimler öncesinde elini güçlendirmek için Taksim saldırısını bir fırsat olarak kullanacaktır, buna hiç kuşku yok. Tıpkı 7 Haziran – 1 Kasım sürecinde Davutoğlu’nun “oylarımız artıyor” diye sevinmesi gibi, AKP’liler ellerini ovuşturuyorlardır.
Saldırı sonrasında hâkim olan korku iklimi, şu sıralar AKP’nin en çok işine gelecek şeydir. Yayın yasağıyla birlikte bugüne kadar görülmemiş bir şekilde uygulanan internet kısıtlamasını da AKP’nin seçim gecesi için yaptığı bir tatbikat olarak görmek gerekir.
Terörü lanetleyenler, PKK’yı lanetleyebilecek mi?

Taksim saldırısından sonra, herkes “terörü lanetleme” yarışına girdi. Bunların bir kısmının samimiyetinden emin olmakla birlikte, bir kısmının samimiyetinden şüphe ettiğimi de belirtmek isterim.
Öncelikle şunun altını çizeyim ki, “terör nereden gelirse gelsin” ifadesi bana samimiyetsiz geliyor. Örneğin Demirtaş, “Kim hangi amaçla ya da gerekçeyle yapmış olursa olsun, sivilleri hedef alan her saldırı hukuken, siyaseten, ahlâken ve vicdanen terördür. Asla kabul etmiyoruz.” şeklinde bir açıklama yaptı.
Ne güzel değil mi, tam da “Türkiyeli” bir siyasetçiye yakışan bir açıklama. Taksim saldırısını PKK üstlenmedi ama bu zamana kadar PKK’nın üstlendiği pek çok eylem oldu. Demirtaş acaba bu eylemlerden herhangi birini “PKK’yı lanetliyorum” diye kınayabildi mi?
Aynı şekilde belli sol kesimlerde de Taksim saldırısı benzer yaklaşımlar sergiledi. Kuru kuru terörü kınamak çok kolay bir şey. Ama bugüne kadar “özgürlük savaşçısı” dediğiniz PKK’yı bir kere bile kınamadıysanız bir anlamı kalmıyor.
O yüzden herkes samimi olsun, kimse kimseyi kandırmasın!
İnterneti değil sınırları kapatın!
Taksim saldırılarından sonra AKP iktidarı çok hızlı bir refleks gösterdi. Ancak bu refleks saldırganı yakalamak için değil, halkın haber alma özgürlüğünü ve ifade özgürlüğünü engellemek için gösterildi.
Patlama olduktan sonra iktidar tarafından yapılan ilk şey, yayın yasağı getirmek oldu. Elbette AKP’nin kendine göre gerekçeleri var ama her olaydan sonra gelen yayın yasağı, “AKP şimdi neyi saklıyor, hangi ihmalinin üzerini örtüyor” sorularının sorulmasına sebep oluyor.
Taksim saldırılarından sonra AKP’ye gelen tepkilerin önemli bir çoğunluğu da bu konu üzerineydi. “İnterneti değil sınırları kapatın” tepkisi, belki de en yaygın olanıydı.
Vatandaşın dile getirdiği bu tepki, aslında terör saldırısını önlemek için AKP’nin yapması gereken en basit şeyi gösteriyordu. Sınır ötesinden gelip saldırı düzenleyen teröristi engellemenin ilk adımı, teröristlerin sınırlarımızı geçmesini engellemek değil midir?
Hoş AKP bu konuda çok başarılı sayılmaz. Tam tersine teröristleri sınırımızdan geçirip başka bir ülkeye sokmuş, Habur rezaletine imza atmış bir iktidardan bahsediyoruz.
AKP, gerçekten vatandaşın korku ve paniğe kapılmasını istemiyorsa, dezenformasyonlara kanmamasını istiyorsa, vatandaşın bilgiye, habere ulaşmasını engellemek yerine en başta vatandaşı şeffaf ve doğru bir şekilde bilgilendirmesi lazım.