Beş gün önce ABD Hazine Bakanlığı Müsteşarı Nelson, Türkiye’deki yetkililer ile “endişelerini” paylaştığını duyurdu. Yaptığı açıklamayı aktaralım: “Hamas’ın gelecekteki olası terör saldırıları için (Türkiye’de) fon toplama ve mali destek bulmaya devam edebilmesinden son derece endişeliyiz.”
Bu açıklama, AKP’nin Filistin’e verdiği destekten dolayı İsrail’in ve ABD’nin tepki gösterdiği şeklinde yorumlandı. AKP yandaşları da karşıtları da, AKP’nin sözde anti-Siyonist tavrı üzerinden kendilerine söylem üretirken, AKP liderlerinin akrabalarının gemileri aralıksız İsrail’e demir-çelik sevkiyatına devam ediyordu.
Şimdi Nelson’un demecinden üç gün, bugünden 8 gün önce NATO Genel Sekreterinin demecine bakalım: “Türkiye’nin İsveç’i NATO’ya kabul etme vakti geldi.”
Epey buyurgan bir cümle… Kasım ayı boyunca AKP Filistin şovu yaptı. ABD’nin de bu konuda epey sessiz kaldığı gözlerden kaçmadı. Bir türlü “deliğe süpürülmeyen”, “kullanışlı adamın” uzun süredir sergileyemediği kadar şımarıklık ve yaramazlık yapmasına izin verdiler. O da iyi istismar etti bu süreci çünkü İsveç’in NATO üyeliği oylaması hâlâ TBMM’de beklemekteydi. Ancak NATO Genel Sekreteri artık sabrın taşmaya başladığını hatırlattı. Üç gün sonra da ABD Hazine Bakanlığı Müsteşarının Türkiye ve Hamas açıklaması geldi.
Olaylar ve demeçler arasında bağlantı kurarak herkes kendi sonuçlarına ulaşabilir. Ancak AKP ve ABD söz konusu olduğunda Amerikalıların “follow the money”, “parayı takip edin” deyiminin daha yerinde olduğunu ileri sürebiliriz. Bağlantıları sağlayan ise bu sefer New York’un göbeğindeki 37 katlı dev bir gökdelen ve bu gökdelen için New York Belediye Başkanı Eric Adams’a rüşvet verildiği iddiasıyla başlatılan FBI soruşturması.
Soruşturmanın basına sızdırılan detaylarında rüşveti “Türk hükümetinin” verdiği iddia ediliyor. Düşünün bir kere! Türkiye Cumhuriyeti adına hareket ettiğini iddia eden kişiler, Türk Devletinin parasını verdiği ve hatta parçalarının önemli bir kısmını kendi ülkesinde ürettiği F-35’lere el konulması için kıllarını oynatmazlarken, “Türk hükümeti” adına birilerine rüşvet dağıtılmış. New York’ta itfaiyeden güvenlik onayı alamayan bir gökdelen için!
Sorsan “gökdelen” hepimizindir. Tıpkı Marmaris’teki yazlık sarayı, Van’daki kışlık sarayı, Ankara’daki bilmem ne külliyesi gibi!
O zaman “rüşveti” de hepimiz mi vermiş oluyoruz? Ancak böyle bir saçma mantık doğru olsaydı, örneğin New York savcılığı rüşvet soruşturması çerçevesinde meşhur gökdelene el koysa, o zaman benim vatandaş Ali Özsoy olarak çok üzülmem ve canımdan, malımdan bir şeyler eksilmiş gibi hissetmem gerekirdi. Oysa nedense en ufak bir kaygı duymuyorum. Rüşveti ben vermedim, binayı da hayatım boyunca hiç görmeyeceğim.
Peki, ama aynı şeyi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan ve “kupon araziler” noktasında kimsenin ders veremeyeceği bir adam ve oğlu için de söyleyebilir miyiz? Hiç ama hiç sanmıyorum. New York’taki gökdelen ile ABD basınında çıkan haberler, içlerine atom bombası gibi düşmüştür. Büyük tasalara yol açıyordur. Çünkü maksat ABD’ye de, New York’a da “hizmet” sunabilmektir. “Yatay mimariyi”, “gönüllerin manevi iklimini” New York semalarına da taşıyabilmektir.
İşte bu yüzden, bir günde “%40 artı 1” tartışması bitmiş, İsveç’in NATO üyeliği için vekillerinin oylarına ihtiyaç duyulan MHP ile yeniden bir araya gelinmiş ve Trump’un Rahip Brunson krizi döneminde açtığı “finansal hesapların dondurulması” kartının bir daha açılmaması için dualar okunmuştur.
Adamların ABD’de neden “finansal hesapları” var diye sormak abes. Gökdelenleri var be! Demek ki Rusya, Çin, Avrasya vesaire hikâyeleri devam edebilir ancak Katolik nikâhı New York’tadır, ABD’dedir. Belli ki orası seçilmiştir çocuklar, torunlar için. İsteyen tv ekranlarında strateji patlatmaya devam edebilir ama bu gerçeği de herkes görmek zorunda. İsveç’e de hayırlı olsun.