Türkiye’nin başına gelen her felaketten sonra halk, iktidar tarafından yapayalnız bırakılıyor. Bu felaketler de zaten iktidarın ihmal ve yolsuzluklarının yol açtığı facialar. Ve her seferinde AKP utanmazca yaşananları dine bağlıyor. AKP lideri olaya İslami bir renk verip, “kader planından” bahsediyor.
Dün yine aynı kart açıldı AKP tarafından. Olay “kader planına” bağlandı. Böylelikle yaşananlara isyan ettiğimizde; AKP’ye, yetkili kurumlara veya iktidara değil, “kadere” ve hatta Allah’a isyan etmiş olacağız. Bu saçmalık elbette kimsenin aklına yatmıyor ama bu sefer de “bu bizim itikadımız, sizi bilmeyiz” diye de pişkin pişkin sırıtıyorlar. Yani bir de “kâfirlik” suçlaması geliyor. Sıralama böyle.
Son söyleyeceğimizi en başta söyleyelim. Bu İslami bir görüş değildir. Dinimize ait bir görüş değildir. Hatta daha da doğrusunu söyleyelim. Yukarıdaki mantık silsilesi asıl münafıklık, küfür ve dinsizlik alanına giren bahaneci, tehditçi ve ceberrut zihniyettir.
Kader ve insan iradesi (sorumluluğu) arasındaki çelişki Yahudilik ve daha çok da Hıristiyanlık dünyasına ait bir çelişkidir.
Olaya tarihsel açıdan bakarsak İslam son din olduğu için bu çelişkilerin hiçbirini taşımamaktadır. İman açısından bakarsak da Hz. Muhammed son peygamber, Kuran son kutsal kitaptır. Atatürk’ün ifadesini de yineleyelim “bizim dinimiz, en makul ve tabii bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur.”
Şöyle veya böyle, Hıristiyan Batı skolastiğinin aşamadığı kaderin rolü ve insanın sorumluluğu sorununu, İslam dünyası hem dini hem felsefi görüşleri ile çözmüştür. Kader ve insan sorumluluğu üzerine bir itikat sorunu, İslam dünyası hiçbir zaman yaşamamıştır.
Değil ilkokul din dersi, annesinden ve babasından dahi azıcık din dersi alan samimi bir Müslüman, AKP’lilerin “kader” adı altında dayattıkları Hıristiyan teolojisini, çaresizlik ve çile ideolojisini reddeder. Küçücük bir çocuk bile bilir ki; İslam’a göre bir külli İrade vardır. Allah’ın sınırsız ve mutlak iradesi. Bir de cüzi irade vardır. Bu da kul olarak bizim gücümüz sınırlarımız içinde, zaman, tarih ve mekânla şartlanmış iradedir. Evrenin sınırlarında çok küçük gözükse bile, göreceli olarak her insan bir evrendir adeta. Sorumluluğunu da kendi sınırları içinde elbette taşır.
“Kader belliyse o zaman benim ne günahım var” fikri İslam’a kesinlikle aykırıdır. Hele bir devletin tepesinde oturan bir adam bunu söylerse ya şarlatandır ya deli.
Senin günahın senin sorumluluğun kadar büyük! Tam o kadar. Hele bir de “ben yoksam devlet yok” diyecek kadar şiştiyse gücün.
Bu yüzden elbette bir Müslüman sorumluluktan kaçamaz. Kendi iradesi sınırı içinde hem özgürdür hem de mükelleftir. Batı dünyasının bu anlayışa gelmesi için laik felsefe devrimini yaşaması gerekti. Önce kaba bilimsel determinizm ile Hıristiyan kaderciliği tekrar kurgulandı. Sonra Kant-Hegel-Marks ve Bergson gibi nice laik filozof kaba determinizmin kalesini yıktı. Materyalist veya idealist açıdan, yeniden insan iradesine, tarihsel özgürlük ve sorumluluk kuramına yer veren yeni türden bir determinizm inşa etmeye çabalandı.
Müslüman için kader nedir? Müslüman’ın kaderle kurduğu bağ bilim adamının bilim kanunlarıyla, bilimsel determinizm ve teknik ile kurduğu bağın aynısıdır.
Bir bilim adamı şunu çok iyi bilir. Dünyadan aya gitmek imkânsız gibidir. Bilim kanunlarının ortaya koyduğu determinizm adeta kaderin hükümleri gibi bizi evrende küçücük bir noktaya ve salise kadar kısa bir zamana hapsetmiştir.
Ama bilim adamı ne yapar? O bilim kanunlarını önce öğrenmeye, sonra çözmeye ve en sonunda da o bilimsel determinizmi yok sayarak değil, o gerekircilik ile adet hemhal olarak, özgürlük alanını genişletir.
Yer çekimi kanunu örneğin yüksekte duranın, düşüp öleceğini kesin bir hükme bağlar. Önce bu hükmü bileceksin. Yakıt patlaması da seni öldürür. Bu da kesindir. Sonra bilim adamı bunların kanunlarını öyle bir öğrenir ki; roket o yakıtın ölüm gücüyle, yer çekiminin hapsedici gücünü aynı anda kullanarak, bizi aya götürecek uzay gemisini mümkün kılan bilimi kurar. Kant’ın deyimiyle, “özgürlük zorunlulukların bilincine varmaktır.”
Zorunlulukları bildikçe daha özgür oluruz. Ve tabii sorumluluğumuz da buna göre artar. Kader o depremin olacağını belirlemişse, 1000 yıl önce bunu hesap edememek bir günah değildir. Ancak bugün o fay hattını bilerek inşaat-emlak çetesiyle birlikte insanları ölüme sürüklemek elbette büyük suçtur, günahtır.
Bilimi asla tamamen çözemezsiniz. Ama çaba hep oradadır. Bu bir sorumluluktur. Tıpkı kaderi asla tamamen bilmemek ancak yüklediği sorumluluktan kaçmamak gibi… Cüzi irade bize açılmış küçük bir oyun bahçesi değildir. Külli iradenin her yanından kuşattığı bir evren kadar sınırları var bireysel özgürlüğümüzün ve sınırlarımızın.
İşte Müslüman için kader bu tür bir itikat meselesidir. Kadere inanırız ama Hıristiyanlar gibi “kaderci” olamayız. Bizi kuşatan zorunlulukları öğreniriz, kader budur zaten. Ancak bu zorunlulukları öğrendiğinde zaten bu bilgi önce sana sorumluluk yani mükellefiyet yükler. Sonra da hem dünyayı hem de insanlığı iyi ve daha adil bir yönde değiştirmek için artık daha “özgürsündür”, yani cüzi iradenin o an ve mekândaki gerçek sınırlarını öğrenmiş olursun.
Hıristiyan teolojisi ise “ahir zaman” teolojisidir. Yani kader zaten saptanmıştır. Her an, yüzyıl içinde, tutmazsa milenyum dönüşümünde, Mesih inecek ve Tanrı’nın Krallığını kuracaktır. Bu yüzden Hıristiyanlığın ve İncil’in, Tevrat ve Kuran’a göre ahlaki öğretisi şaşılacak düzeyde muğlaktır. Eğer “ahir zaman” geldiyse bu dünyada adil bir düzen kurmanın ne anlamı var? Ahlak sistemi ahir zamana hazırlıktan ibarettir.
Yine bu yüzden veba, salgın, deprem, savaş, yoksulluk hepsi dünyayı Mesih’e hazırlayan Tanrı’nın planıdır. Buna karşı çıkmak ise isyankârlıktır. Papa’nın kutsadığı krallara ve feodallere karşı çıkmak da elbette büyük günahtır. Zulümleri bile “planın bir parçasıdır.”
Nasıl? Konuşan Papa mı Tayyip mi? Buyurun ayırt edin. İtikat sorunu kimde acaba?
“Kader, Tanrı’nın planı ve Mesih’in Krallığı bu kadar kesin belirliyse, insana sorumluluk niye yüklüyoruz” sorusu Hıristiyanlığa geçen bütün pagan dünyasının ve sonra da bizzat Hıristiyan skolastiklerinin en temel ahlaki sorunu olmuştur.
Bunu kefaret ve kurtuluş paradigmasıyla aşmaya çalışırlar. Bugün hepimizin dalga geçtiği, günah çıkarma, Vatikan’a para verip cennetten arsa alma uygulamaları, “çaresiz ve sorumsuz insan” ontolojik kurgusunun kaçınılmaz sonucudur. İslam dünyasına da sızan bu anlayışı Menzil’e gidip garip törenlerle, kendilerini iplere bağlayarak günah çıkaranlarda görebiliriz.
İslamiyet ise Kader ve Ahiret meselesini bir iman şartı saymış, ancak insanlığa hakikati ve adaleti vaat etmiştir. Bunun için çalışmayı da görev olarak yüklemiştir. Bu yüzden İslam’da kader anlayışı tıpkı bilim adamının bilime güvenip, bilim sınırları içinde çalışması gibidir.
Bardağı masadan kaydırırsan, yer çekiminin onu yere çarpıp kıracağı katidir. Ancak kimse “bardağı ben ittim ama suçlu yerçekimi” demez, değil mi? Bilim adamını bırakalım, küçük çocuk bile demez.
Yine bu yüzden, fay hattını bilmek, öğrenmek, ona göre bina yapmak kadere karşı asıl görevimizdir. Uçak mühendisi aerodinamik kuralları bilmek zorunda değil mi? Devlet yönettiğini iddia eden biri, ülkesinin insanlarını ölüme sürüklüyorsa, kimse ona “kader planına” uymuş demez. Ancak hırsız ve katil denir.
Ha, hırsızlar ve katiller de toplumsal düzenin –bir nevi kaderin- bir parçasıdır ve bu düzeni yıkmak da bizim mükellefiyetimizdir. “Kader bunun neresinde” demiyoruz farkındaysanız. Kaderimiz sizi yıkmak!
Müslüman elinden geleni yapar. Doğrusunu yapmaya çalışır. Bir teslimiyetçilik ve itaat ideolojisi değildir bu anlayış. Müslüman kılıklı Firavunlara esareti kabullenmek asla değildir kader.
Şimdi AKP’lilere gelelim. Evladını yitiren bir baba veya anneye “bu kader planı” diyen kişi; kadere inanmıyordur. Gerçek İslami kader inanışıyla ve acılı insanların dini duygularıyla dalga geçiyordur.
Örnek verelim. Sarhoş bir araç sahibi kaza yapsa. İnsanları öldürse ve yaralasa… Sağ kalanlara da “kaderde varmış, Allah’ın hükmüne karşı çıkmayın” dese. İşte bu adamın sorumluluk, suç durumunu ve utanmazlığını düşünün. AKP iktidarının kader söylemi aynıdır. Katmerli bir gaddarlıktır.
İşini bilmeyen biri veya sahtekâr bir dolandırıcı, kendini cerrah olarak tanıtsa; ameliyata girse ve hastayı öldürse… Sonra da “bunu Tanrı istedi. Tanrı’nın planına akıl ermez” dese… İşte aynen AKP’li inşaat hırsızlarının ve iktidarlarının söylemi budur.
Ehil olmayan, kendi çıkarını düşünen, halkı soyan ve zalim iktidarların sorumlularının; çıkıp “kader planı” demesi mümkün olamaz. Sorumlulukları var. Sarhoş araç sahibi gibi… Sahtekâr cerrah gibi…
Evet, bir kader var. O kaderin içinde sizin gibi zalimler de var zaten biliyoruz. Ancak işte zalimlerin hesap vermesi en büyük kaderdir unutmayın.
Eyyy firavun. Madem hepsi kaderin planı… Önlem, tedbir, liyakat hiçbir şey önemli değil. Buyur sen de bin tane korumayla gitme deprem alanına. Halkın içinde öyle yalın kılıç dolaş bakalım. Gör bakalım nasıl işliyor kader planı o zaman!
Hayırdır. Yemedi mi? İki gram inancın yok mu?