Aradan tam 8 sene geçmiş. 10 Ağustos 2014’te halk Cumhurbaşkanı seçmek için ilk defa sandığa gittiğinde AKP bunun “demokrasi açısından çok önemli bir atılım olduğu ve geçmişten gelen tüm vesayetlerin kalkacağı” propagandasını yapıyordu.
AKP sözcüsü Ömer Çelik dün partisi adına yaptığı açıklamada 10 Ağustos’u hatırlatarak bugünün “milletin kayıtsız şartsız özne olarak devlet idaresini belirlemesinde yeni bir aşamadır ve vesayet düzeninin son bulmasında büyük bir atılım” olduğunu dile getirdi.
Bu kadar çok “vesayet” vurgusu yapılmasının sebebi 2014’ün iktidar bloğu dışındaki tüm siyasi güçlerin “sıfırlanması” ve Erdoğan’ın rakipsiz kalması açısından önemli bir yıl olması.
Ergenekon ve Balyoz davalarıyla ordunun tamamen tasfiye edildiği, AKP’nin “bürokratik oligarşi” diyerek engel olarak gördüğü devlet kurumlarının da yok edildiği, iç siyasetteki dengelerin tamamen değiştiği ve “sivilleşmenin” başarıya ulaştığı yıldır 2014.
Artık sıra “zaferin” kullanışlı ortağı olarak Fethullahçıların tasfiye edilmesinde ve devletin içindeki “paralel yapılanmayla” paylaştırılmış bütün güçlerin Erdoğan’da toplanmasındadır. 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin temelinde bir taraftan geleneksel devlet gücünün tamamen yok edilmesi, diğer taraftan da artık iyice can sıkıcı bir boyuta varan iktidar içi bir hesaplaşma amacı vardı.
Diğer taraftan da 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi “millet egemenliğinin doğrudan tesis edilmesi” kılıfıyla, 2018’deki partili Cumhurbaşkanlığı ve başkanlık sisteminin de temellerini atıyordu. Aradaki süreç Erdoğan açısından bir “çıraklık” dönemi olarak görüldü ve tek adam rejiminin temelleri bu dönemde atıldı.
Ömer Çelik yaptığı açıklamada, 2014’ü “her türlü yıkım siyasetinin bertaraf edildiği bir sürecin başlangıcı” olarak tanımlıyor ancak yaşadıklarımız bunu göstermiyor.
15 Temmuz’u var eden şey Ömer Çelik’in inkâr ettiği yıkım siyaseti ve iktidar içi hesaplaşmalardı. 15 Temmuz sonrasında Türk siyasi tarihinin en uzun ve en geniş “olağanüstü hali” ilan edildi. Darbe dönemlerinde bile görülmeyen bir yargılama yöntemi geliştirildi, kanun hükmünde kararnameler temel yasal dayanak haline geldi. Böyle bir süreç 2014’te hedeflenen siyasi süreç açısından bir “sapma” değildi, zaten amaçlanan şey böylesine bir devlet düzeniydi.
İstenilen sonuçta oldu; filler tepişti, çimenler ezildi. “Vesayeti kaldırdık.” palavrasıyla bambaşka bir vesayet düzeni kuruldu. Darbeden bile haberi olmayan Genelkurmay Başkanı’nı “sivilleştirdiler” ardından Milli Savunma Bakanı yaptılar.
Türkiye, basit sosyal medya paylaşımlarından dolayı yüz binlerce insanın yargılandığı, “ihbarcılığın” kutsallaştırıldığı, ana muhalefet partisi liderinin linç edilmeye çalışıldığı bir ülke haline geldi.
Tüm bunlar yaşanırken en zamanlı olarak Türkiye ekonomik anlamda da fakirleşmeye başladı. Resmi rakamlara göre 2014’ten bugüne kadar kişi başına düşen milli gelir her sene düzenli olarak düştü ve bu durum Cumhuriyet tarihinde ilk defa yaşandı.
Türk Lirası bu süreçte aşırı değersizleşti; 2.2 TL olan dolar 18 TL’ye çıktı. 2014’te 348 dolar olan asgari ücret 265 dolara düştü. En az bunun kadar önemli olan başka bir şey; asgari ücretle çalışanların genel çalışan içindeki oranı önemli ölçüde artarak %70’lere ulaştı.
Tüm bu “vesayet, sivilleşme” söylemleri aslında büyük bir hezimeti örtmeye çalışan ideolojik kılıflar haline geldi. Bugün artık AKP’nin bitmek bilmeyen mağduriyetlerinin etkisi toplum nazarında bir ölçüde azalmışsa bunun sebebi 2014’ten bugüne söylenen beyaz yalanların artık gücünü yitirmesidir.