Selahattin Demirtaş’ın “Kobani eylemleri” sebebiyle yargılandığı davanın savunmasındaki sözleri Kürtçü hareketin genetiğini ortaya koyar nitelikte.
Demirtaş, “Mustafa Kemal’in Şeyh Sait ve Seyit Rıza ile temasta olduğunu, bir sözleşme yaparak Kürtlere belirli taahhütlerde bulunduğunu ancak daha sonra Ankara yönetiminin sözleşmeye ihanet ettiğini” söylüyor.
Amacımız terör örgütünün ortaklığını yapan bir zihniyetle tarih polemiği yapmak değil elbette. Ancak söylenen sözler Kürtçü kafanın nasıl çalıştığını çarpıcı biçimde ortaya koyuyor ve bunu deşifre etmek gerek.
“Ankara başardığında ilk yaptığı şeyin halifeliği kaldırmak” olduğunu söyleyen Demirtaş, “şeyhinin” bu yüzden “isyan ettiğini” ancak bunun bir “ihanet olmadığını”, verilen sözü tutmayanın Ankara yönetimi olduğunu söylüyor.
En sık duyduğumuz şeylerden biri olan “Kürt siyasi hareketinin laik olduğu” iddiasının nasıl bir palavra olduğunu, Demirtaş bizzat itiraf ediyor.
Cumhuriyet, “halifeliği kaldırarak” Kürtleri aldatmış(!)
“Şeyh efendi” de buna kızmış ve isyan etmiş.
“İngilizlerle işbirliği yapıldığına dair hiçbir bilgi yokmuş” ve bu yüzden de isyan ihanet sayılamazmış.
Bir an için söylenileni doğru kabul edelim. Yeni kurulan bir Cumhuriyet’e yönelik bir “isyanı” nasıl niteleyeceğiz? Arkasında “İngiliz yok” diye, buna bir halk ayaklanması mı diyeceğiz? Devlete karşı ayaklanmak hainlik olmuyor mu?
PKK’yı Kürt halkı için mücadele eden bir örgüt olarak gören zihniyetin, Şeyh Sait gibileri değil de Cumhuriyet’i ihanetle suçlaması ibretlik bir durum.
Atatürk’e isyan edilmesinde bir sakınca görmeyen Demirtaş’ın, Şeyh Sait’e İngiliz desteğinden rahatsız olması ilginç bir durum.
Oysa ortağı olduğu terör örgütü emperyalist devletlerden destek almakla övünür; bu desteği bir “tanınma” göstergesi olarak sunmaya çalışır. Kobani olayları döneminde fistan giyerek kaçmaya çalışan terör örgütü mensuplarının, ABD uçaklarından yardım dilenmelerini, üstelik bunu “Rojava devrimi” olarak adlandırdıklarını çok iyi hatırlıyoruz!
Ama hakkını teslim edelim…
Cumhuriyet’e ihanet eden Şeyh Sait gerçekten de isyana destek olan İngiliz devletine ihanet etmemiş, sorgusunda İngilizleri ele vermemiştir.
Bunun sebebi ise kendisini kurtaramayacağını anlamış olması, isyanda İngilizlerle aracılık eden oğlu Ali Rıza’yı kurtarmaya çalışmış olmasıdır.
Nitekim sorgusunda oğlu Ali Rıza’nın İstanbul’a giderek para aldığını kabul etmek zorunda kalmıştır.
Ali Rıza’nın isyan sonrasındaki kaçış rotası ise başlı başına İngilizlerle yapılan işbirliğine bir kanıttır. İran’a geçen Ali Rıza, Irak’taki İngiliz mandasının daveti üzerine Bağdat’a geçerek burada İngilizlerin himayesinde kurulan Taşnak örgütünün toplantılarına katılır.
Sonrasında Türkiye’ye kaçak olarak girmeye çalışan Ali Rıza yakalanır ve afla serbest bırakılır. Demokrat Parti iktidarıyla birlikte de bir “kanaat önderine” dönüşür.
Şeyh Sait, isyanın bedelini ödemiştir ancak “ihanet geleneğini yaşatarak” amacına da ulaşmıştır.
Demirtaş mahkemede “Şeyh Sait’in torunu olduğunu, Kürdün sosyalistinin de İslamcısının da Şeyh Sait’in ne olduğunu bildiğini” söylüyor.
Türk milletine göre Şeyh Sait bir haindir, onu savunan da haindir!
Ve hiçbir ihanet, tarihe “özgürlük mücadelesi” olarak geçmez.
Kürdün sosyalistinin de İslamcısının da Şeyh Sait’e sahip çıkması ise Kürdün neden ulus olmadığının bir özeti gibidir.
“İhanetin bile”, ihanet edenin etnik kimliği sebebiyle sahiplenilmesi sadece kabilelerde olur!