Tarihler ve takvimler
İnsanoğlu tarihi kendisi yapar, takvimleri de kendisi tutar. Ama bir süre sonra kendi yaptığı tarihi başkalarının yaptığını sanır ve takvimden bir gelecek okuması yapmaya başlar. Her yeni yüzyılda bir yüzyıl değerlendirmesi yapılır, binli yıllarda ise bir korku başlar ‘acaba kıyamet kopacak mı’ diye. Sonra takvimler yine normalleşir ve sıfırlı yıllar geçince insanoğlu yeniden kendi tarihi ile baş başa kalıverir.
Biz Türkler içinse Cumhuriyet’in ilanı kendi yüzyılımızın miladı. Bu nedenle de şimdi Cumhuriyet’in yeni yüzyılı için herkes bir öngörüde bulunuyor.
Oysa 100 yıl öncesine, 1918’in 30 Ekimine gitsek ne görürürüz?
Alman İmparatorluğu yenilmiş, Habsburg ve Romanov hanedanlıkları yıkılmış, emperyalizm sadece ezilen uluslara değil diğer büyük güçlere de boyun eğdirmiş ve çelik zırhlıları Ege’de, Marmara’da demirlemiş, “son imparatorluk” Osmanlı’nın ölüm fermanını imzalatmış. Son imparator çoktan teslim olmuş, cephelere ‘silah bırak ve teslim ol’ talimatları yollamış.
Ve bir adam çıkmış, sadece bir adam, koca imparatorlukta tek bir adam ve “geldikleri gibi giderler” demiş. Bu, öyle büyük bir sözdür ki sadece Türk’ün tarihini değil geçen tüm yüzyılı özetler. Evet, tarihleri yapan insandır. Mustafa Kemal, takvimlere teslim olmayan adamdır ve onun öngörüsü gerçekleşir.
Şunu hatırlatmamız şart: Bugün, Cumhuriyet’in yeni yüzyılı nasıl olacak diye atıp tutan herkes sadece ve sadece Mustafa Kemal sayesinde konuşabiliyor. Kimileri bir parantezi kapatmak için, kimileri kendi kafasından yeni bir takvime geçmek için konuşsa da herkes biliyor ki geçen yüzyıl Mustafa Kemal’in yüzyılıydı.
Türkiye diye diye Türk’ü yok etmek
Tayyip Erdoğan, ‘Türkiye Yüzyılı’ ilan ediyor. Ama biliyoruz ki bu ‘Türkiye Yüzyılı’, esasında iki şeyi gizlemek ve hatta yok etmek için ilan ediliyor: Türklük ve Atatürk!
Çok mu kötü niyetliyim?
Türkiye Yüzyılı denilince acaba Türklük ve Atatürk de zaten doğal olarak içerilmiş olmaz mı diyorsunuz?
Çok saf olmayın derim: Mevzubahis Erdoğan’sa orada Türk’e ve Atatürk’e yer yoktur.
İslamcılık, bir Haçlı ideolojisidir ve tek amacı Türk’ü yok etmektir.
Türkiye, elbette Türk’ü içerir ama içerdiği gibi dışarıda da bırakır. Türkiye sınırları dışındaki Türkler ne olacak? Onlar Avrasya Yüzyılı mı yaşayacaklar? Adamların zihninde Türk mefhumunun olmadığını buradan anlayabilirsiniz, ‘Türkiye Yüzyılı’ olacak ama bu yüzyılda Türk dünyası ile Türkiye birleşmeyecek!
Bizim ülkemizde garip bir zihniyet var; bunlar Osmanlıcıdır ve bu nedenle Türkiye’ye karşıdırlar ama öyle zor durumda kalırlar ki Türk karşıtlığı yapmak için bu defa da dönüp Türkiye kavramına sığınırlar. Demek istedikleri şudur: Türkiye Türklerin ülkesi değildir, burada bilmem kaç tane etnik unsur yaşar, burası bir kabile federasyonudur.
Türk milli takımı da diyemezler, Türk milleti de diyemezler, Türk ruhu da diyemezler, Türklü bir kavram kullanamazlar. Bu nedenle ‘Türkiye Yüzyılı’, Türksüz bir yüzyıl hayalidir İslamcıların. İngilizlerin ve Yunanların 1918’de başaramadığını bu yüzyılda içeriden halletmek istemektedirler: Türkiye diye diye Türk’ü yok etmek…
Her 10 Kasım’da Atatürk yeniden doğuyor
İşimiz kolay diye bakıyor olabilirler. Doğru, Vahdettin de dört dörtlük bir Türk düşmanıydı ama bu kadar şanslı değildi. Her şeyden önce artık Atatürk yok.
Ama asıl yanılgıları tam da burada…
Çünkü Atatürk var!
Hepsinin korktuğu o slogan ne?
Mustafa Kemal’in askerleriyiz!
Demek ki Atatürk hâlâ Başkomutan ve demek ki Vahdettin yine şanssız.
Mustafa Kemal’in 1923 ile 1938 yılları arasındaki 15 kısa yılda yaptığı devrim o kadar büyüktür ki, 100 yıl sonra bile, iktidarda kim olursa olsun, ne kadar kalırsa kalsın, yıkmak için ne kadar çabalarsa çabalasın, karşı devrim ne kadar saldırırsa saldırsın, devrim hep direniyor ve kendini yeniliyor. Ve bu nedenle de Mustafa Kemal’in askerleri hiç azalmıyor, hep artıyor.
10 Kasım 1938’de Atatürk hayata gözlerini yumduğunda milyonlarca Türk nasıl ağladıysa, bugün de aynı duyguyu yaşıyoruz. Bugün 10 Kasımlarda Atatürk için ağlayan çocuklara, gençlere bakın, burada bir mucize vardır: 20 yıldır İslamcı bir iktidarda Atatürk’süz bir eğitimden geçen nesiller bunlar, devletin terk ettiği Atatürk’ü nasıl da korumuşlar yüreklerinde!
Eh, Atatürk boşuna güvenmemiş ve umudunu boşuna bağlamamıştı gençliğe.
Kendi soyadını Atatürk olarak seçerken gelecek nesillere de ‘Türk genci’ diye seslenmişti, ‘Türkiye genci’ diye değil!
Ve Türk genci bugün devletin ona öğretmediği Atatürk’ü kendisi öğreniyor, keşfediyor ve ona sarılıyor.
Atatürk her 10 Kasım’da yeniden doğuyor.
Kemalizmin gücü: Ulus devletin gücü
İyi de nasıl oluyor bu?
Liberalizmden Marksizme, İslamcılıktan Irkçılığa büyük ideolojiler ayakta kalamazken nasıl oluyor da Kemalizm hâlâ bu kadar güncel ve güçlü olabiliyor? Üstelik, bugüne kadar diğer ideolojiler tarafından hep küçümsenmesine, bir düşünce sistemi olarak kabul bile edilmemesine karşın?
Nedeni aslında Altı Ok’ta saklı.
Hani İslamcı iktidar tarafından sürekli yok edilmek istenen, CHP tarafındansa hep gizlenmek ve yok sayılmak istenen o Altı İlke.
Atatürk’ü geçtiğimiz yüzyıl boyunca ayakta tutan şey, geçen yüzyılın temellerini kavrayan devrimci bakış açısıdır. Atatürk, uluslar ve ulus devletler çağına geçildiğini görüyordu ve bu çağa uygun bir program belirlemişti. Emperyalistlere, dincilere, ırkçılara, Marksistlere göre ise uluslar geçiciydi, uçucuydu, hatta hayaliydi ve küresel bir dünya kurulacak, uluslar yok olacaktı.
Ama Atatürk’ün öngörüsü doğrulandı, uluslar dirençli çıktı, elbette ulus devletler de. İnsanlık, ulus devletin ötesine geçmeyi de gerisine düşmeyi de kabul etmedi. Bu nedenle çok ilerici görünen ideolojiler de gerici görünenler de kaybettiler. Ve ulus devletlere karşı kurulan İslamcı, Marksist, Liberal ittifak geçen yüzyılı kaybetti.
Ama sadece geçen yüzyılı değil aynı zamanda bu yüzyılı da kaybettiler.
Oysa 2000’li yıllar nasıl başlamıştı hatırlamıyor muyuz? O büyük küreselleşme rüzgârını. Sahi ne oldu o rüzgara? Dünün küreselcileri bugünün en büyük küreselleşme karşıtları oldu çıktı ama kafaları hâlâ aynı küresel kafa. Hâlâ uluslar yok kafalarında, dünyayı büyük kamplara, ittifaklara bölüp kendilerine bir yer bulmaya çalışıyorlar. Çünkü ulusun bağrında bir türlü mutlu olamıyorlar!
Altı Ok
Atatürk’ün Altı Ok’u, bir ulus devletin nasıl ayakta kalabileceğinin en özlü formülüydü. Ve bu formül bugün de hâlâ geçerli.
Ve büyük dersler içeriyor…
Atatürk’ün açtığı yoldan giderek ulusal kurtuluş savaşlarına girişen ve bu savaşları kazanan pek çok ulus oldu. Ama Atatürk’ünki kadar başarılı olan bir örnek yok. Çünkü Altı Ok bir tek Türkiye’de uygulandı. Üstelik çok kısa bir süre için. Ve bu bile Türkiye’yi benzeri ülkelerden bir yüzyıl ileriye taşıdı.
Düşünün, Türk Yüzyılı mı Türkiye Yüzyılı mı diye tartışıyoruz, bir Türk dünyasından bahsediyoruz ama o Türk dünyası bir türlü bizimki kadar bile demokratikleşemedi diye yakınıyoruz. Nedeninin çok basit olduğunu göremiyor muyuz? Demokrasi, ulus devletlere özgüdür, sınıf devletleri ise demokratik olmaz, diktatörlük olur. O nedenle de Sovyet sistemine geçen, kimi saftirik Marksistlere göre Türkiye’den çok çok ileride olması gereken Türk ülkeleri bugün çok çok gerimizde. Çünkü Sovyet küreselciliği ulusu aşındırarak demokrasinin ön şartını ortadan kaldırdı.
Uluslaşma dediğimizin de adını iyi koymalıyız. Bağımsızlık ve hatta tam bağımsızlık dediğimiz kavramın bile bir ulus devlete denk gelmediğini biliyoruz artık. Afrika’da pek çok devlet kabile düzeyinde bir bağımsızlık elde etti ama uluslaşamadı ve ulus devlet olamadı. Orta Doğu’nun devletleri ise laikleşemedikleri için yine kabileleştiler ve ulus devlet olamadılar.
Yani tam bağımsız olmak da, arkasına kimi zaman Amerika gibi kapitalist kimi zamansa Rusya gibi komünist bir ülkeyi almak da çare olamadı. İşin temeli uluslaşmaktı ve uluslaşmak, modern bir milliyetçilikle, milliyetçilik ise laiklikle birlikte olurdu. Atatürk’ün sırrı buydu ve bu sır sayesinde bugün hâlâ Atatürk Yüzyılı’nda yaşıyoruz.
Atatürk, tüm insanlığa ışık tutuyor
Evet, Atatürk Yüzyılı geride kalmadı. Belli ki bu yüzyılımız da Atatürk Yüzyılı olacak ve ulus devletler ayakta kalacak. Ama ulusal kültürünü canlı tutabilen, bu kültüre demokrasiyi katabilen uluslar güçlü olacak ve tarihi onlar yazacak. Bu anlamıyla bu yüzyıl bir Türkiye Yüzyılı olacaksa eğer, demek ki Tayyip Erdoğan da, AKP de olmayacak. Ama Erdoğan ve AKP olmayacaksa o zaman bu yüzyılı ‘Türkiye Yüzyılı’ diye sınırlamak da olmayacak, Atatürk Yüzyılı diyeceğiz adına.
Bakmayın Atatürk’ün adındaki Türk’e siz, Atatürk aynı zamanda yeryüzündeki tüm uluslara bağımsız, özgür, çağdaş bir yaşam sürmeleri için gereken gücü veriyor. Bu anlamıyla Atatürk enternasyonal bir örnektir, onda herkesin izleyeceği bir yol vardır.
Ukrayna’da vatanını savunan Ukraynalılar için bir kurtuluş savaşı örneğidir Atatürk…
Savaşın ekonomik yıkımlarından etkilenen Batı Avrupalılar için bir devletçilik örneğidir…
İran’daki kadınlar için laikliktir…
Azerbaycan Türkleri için milliyetçiliktir…
Dünyanın tüm yoksulları için halkçılıktır…
Aşırı sağ mı yükseliyor diye kaygılanan tüm ileri demokrasiler için Cumhuriyetçiliktir…
Atatürk, 100 yıl önce sadece biz Türklere ışık tutuyordu bugünse tüm dünyaya ve insanlığa.
Ne mutlu bize ki Atatürk’ümüz var…