İstanbul Bahçeşehir’de bulunan parka gelen Suriyeliler, içeride bulunan göletteki kazları çantalarına “tıkıştırarak” götürdüler. Olaya tanık olanların videoya çekmesi ve müdahale etmeleri üzerine Suriyeli olduğu anlaşılan kişiler “kazları gezmeye getirdiklerini ve hayvanların kendilerine ait olduğunu” söyledi.
Aslında buraya kadar videoya çekilmesi dışında ve bu sefer mağdurların “kaz olması” dışında şaşırtıcı bir olay yok. Sosyal medyada bunun gibi birçok olayı okuyor ve tanıklık ediyoruz. Bizzat şahit olduğumuz birçok olay var. Bunları düşündüğümüzde bir kısım Suriyelinin gidip göletteki kazlara el koyması haberi doğal geliyor. Bu olay da sosyal medyada yayıldıktan sonra paylaşılacak yeni vakalar ortaya çıkınca da unutulacaktı.
Ancak videonun sosyal medyada yayılmasının hemen ardından özellikle Avrupa’dan fonlanan “gazeteci” ekibinin birden bire galeyana gelerek, olayın “yalan olduğunu”, “kazların Suriyeli vatandaşlara ait olduğunu” söylemeleri ve gösterilen tepki üzerinden Türk halkına yönelik “faşistlik” suçlaması bitecek bir tartışmayı alevlendirdi. Belli ki “foncular” kaz gelecek yerden tavuğu esirgememişti!
Örneğin DW Türkçe muhabirlerinden Alican Uludağ “haberin yalan olduğunu, gazetecilik kurallarının tık uğruna çiğnendiğini ve halkın yanıltıldığını” söyleyerek gazetecilik dersi verdi. Peki, Uludağ haberi araştırmış mıydı? Elbette hayır; Alican Uludağ tek kaynağı Emniyet’in yaptığı “iddia edilen” açıklamaydı.
Emniyetin açıklamasında “yapılan görüşmelerde kazların kadın şahıslara ait olduğu belirlenmiş, kazları gölete bırakmak isteyen şahıslara güvenlik görevlilerinin engel olması üzerine, şahıslar kazları tekrar yanlarına alarak parktan ayrıldıkları anlaşılmıştır.” deniliyor.
“İddia edilen” dememin sebebi ise Emniyet’in yaptığı açıklamayı hiçbir açık kaynakta bulamamış olmam. Buna benzer birçok olayda doğrudan sosyal medyayı kullanarak yalanlama yapan Emniyet nedense bu sefer sosyal medyayı kullanmamış. Kaynak olarak gösterilen İhlas Haber Ajansı’nın kendi sayfasında da Emniyet’in açıklaması yok. Demek ki Emniyet bile kendi açıklamasını yeterince inandırıcı bulmamış ve paylaşmaya değer görmemiş.
Emniyet’in açıklamasını referans gösteren “muhalif gazetecilerin” geçmişte birçok olay konusunda Emniyet’in açıklamalarını “inandırıcı” bulmadığını biliyoruz. Muhalif görünmek için birçok toplumsal olayda devletin karşısında konumlanan bu gazeteci tayfasının söz konusu mülteciler olduğunda kolluk güçlerinin “kanatları altına girmesi” sığınmacılar konusundaki saflaşmanın anlaşılması bakımından mükemmel bir örnek.
Bahçeşehir Göleti’nde sadece çalınan kazları değil Türkiye’deki siyasi bölünmeyi görebiliyoruz. Bir tarafta mültecileri kollayan bir iktidar var, yanlarında ise iktidarın Suriyeliler politikasını sonuna kadar destekleyen, bu politikayı eleştirenleri de “faşist” olmakla suçlayan “muhalifler” var. Bu iki kesim arasındaki rekabet iki tarafın de deşifre olmaması üzerine kurulu bir kurgudan ibaret.
Diğer tarafta ise yazılı ve görsel medya tarafından sürekli “ırkçı” olmakla suçlanan, tek koruyucu gücü elindeki akıllı telefonun görüntü alma özelliği olan, senelerdir mültecilere elinden geldiğince yardım etmiş, çektiği her türlü ekonomik sıkıntıya rağmen “yabancı düşmanlığına” evrilmemiş bir halk var.
“Irkçı” olmakla suçlanan bir halk ülkesindeki mültecilerin “kaz gezdirmesine” müsaade etmez. Gerçeklerin çarpıtılmış hali bile toplumu “ırkçılıkla” suçlamanın asıl amacının mültecilerin buradaki varlığını kalıcı kılmak olduğunu gösteriyor.
Foncuların asıl amacı hayalini kurdukları “entegrasyon mayasını” Bahçeşehir Göleti’ne çalmak. Ancak Suriyelilerin Türkiye’ye entegrasyon mayasının tutma ihtimali Nasrettin Hoca’nın göle çaldığı yoğurt mayasının tutması kadar. Bu yüzden herkes için en hayırlısı Türkiye’nin mülteci deposu olarak kullanıldığı günlerin yakın zamanda son bulacağının, bunun bir zorunluluk olduğunun bir an önce
anlaşılması.