Doğu Perinçek’in, Ege’de Son Söz’le yaptığı röportajda Bahçeli’den “yoldaş” olarak bahsetmesi gazetecilik taktiği olarak öne çıkartılsa da, içerikte anlatılanlar çok daha ciddi. Oluşan yakınlığın kökenleri çok daha derinlerde. Bu samimiyet Perinçek’in Balgat’a gidip MHP Genel Merkezi’nde Devlet Bahçeli’ye gül verecek kadar artar mı önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ancak bu ikili ilişki, iktidarın dış politikasıyla eşgüdümlü olarak büyüyor ki, Perinçek röportajda bunu “NATO karşıtlığı, iç-dış güvenlik meselelerinde ortak bakış” olarak dile getiriyor.
“Batı düşmanlığı” siyasetini iktidarın küçük ortağı Bahçeli ve en küçük ortağı Perinçek’in siyasi fantezisi olarak görmediğimiz ve ciddiye aldığımız için uzun zamandır Türk Solu’nda bu konuyla ilgili yazıyoruz ve uyarıyoruz. Bu kadar tekrarın basit bir sebebi var; Türkiye bir yol ayrımına doğru gidiyor ve iktidar bloğu ülkeyi kolaylıkla “şer ekseninin” bir parçası haline getirebilir. Böylesine bir tercihin dış siyasette olduğu kadar iç siyasette de önemli sonuçları olacaktır. Kimileri bunu üzerinde “bağımsızlık” yazan bir “elma şekeri” olarak görebilir ama böyle bir süreç Türkiye’yi topyekun yıkıma ve parçalanmaya götürür.
Perinçek’in “MHP, Ukrayna konusunda bize çok yakın bir yerde duruyor.” demeci, Rusya-Ukrayna savaşı ve NATO karşıtlığı üzerinden “doğal” bir birliktelik oluştuğunun kanıtı. Perinçek bunu “cephe birlikteliği” olarak tanımlıyor. Gerçekten de doğru bir tanımlama. Eksik olan ise böyle bir cephe birlikteliğinde sadece Perinçek ve Bahçeli’nin olmaması; sosyalistlerden Türkçülere ve siyasal İslamcılara kadar çok daha geniş bir ittifak sağlanmış durumda. Elbette böylesine bir birliktelik ancak AKP’nin desteğiyle bir araya gelebilir ve AKP’nin “batı karşıtı” söylemleri de gerekli olan harcı sağlıyor.
Doğu Perinçek dikkate alınacak kadar güçlü bir siyasi figür olarak görülmese de 50 yıllık varlığı hep bir amaca hizmet etti. Perinçek’i sandıkta aramak doğru değil. 70’lı yıllarda “ulusal sol” yükselirken Maoculuk gibi bir akımın gençlerin içine sokularak büyük bölünmelerin önünün açılması, 80’lı yıllarda Perinçek’in Kenan Evrenlere darbe çağrısında bulunması (Çok kişi unutur ama Perinçek bu dönemde sıkı bir NATO’cuydu), yine 90’lı yıllarda sol Özal’a karşı yükselişe geçtiğinde Beka Vadisi’ne giderek sol hareketleri Kürtçülükle özdeşleştirmesi Perinçek’in misyonunu tam olarak ortaya koyuyor.
Bu tarihler emperyalizmin Türk siyasetine doğrudan müdahale ettiği ve Perinçek’in de içinde ana aktör olarak bulunduğu kırılma noktalarıdır. Şimdi de tarih farklı biçimde tekerrür ediyor. Türkiye’de yükselen NATO tartışmaları, Ethem Sancak gibi AKP’yle büyümüş bir iş adamının Perinçek’le birlikte Rusya ve Çin’le kurduğu bağlantılar bir tesadüf değil. Sancak’ın eski bir Aydınlıkçı olması da rastlantı değil.
Perinçek’le Bahçeli’nin “yoldaş” olması böylesine bir süreçte son derece doğal. Bahçeli geçmişte yaptığı bir konuşmada “Perinçek mi Erdoğan mı diye sorsalar 1000 defa Erdoğan diyeceğini” söylemişti ancak Erdoğan, Bahçeli’yi böylesi bir tercih yapmaktan kurtardı.
Bahçeli’nin Perinçek’le “yoldaş” olmaktan rahatsız olacağını düşünmüyorum. Geçmişte hakaret ettiği Erdoğan’la aralarındaki uyum, Perinçek’le de aynı ilişkiyi kurabileceğini gösteriyor.
Merak ettiğim, aslında Perinçek ve Bahçeli’nin yoldaşlığı da değil. ABD karşıtlığı ve NATO düşmanlığı üzerinden böylesine bir yoldaşlığa ortak olan sosyalistlerin oluşan bu “doğal ittifakı” gör(e)memeleri daha dikkat çekici. Sonuçta tarih sizi yazdıklarınızla değil, bulunduğunuz pozisyonla hatırlıyor ve Perinçek’in söz ettiği “cephe birlikteliği” inkar edilemeyecek kadar somut bir durum.
Bu cephenin parçası olmayı reddetmek; Erdoğan’ın ve Putin’in askeri olmamanın bedeli ise NATO’culukla suçlanmak oluyor. Birilerini Amerikancılıkla suçlamak siyasi bir eleştiri olmuyor, bir şeyleri örtmenin, “cephe birlikteliğini” gizlemenin yöntemi haline geliyor. Ama daha da kötüsü telafisi olmayan bir şer ekseninin de yolunu yapıyor.