Sosyalist BirGün gazetesi, son yıllarda laikliği ve Cumhuriyet’i savunduğu iddiasında. Fakat özellikle milli bayramlarda yaptıkları dostlar alışverişte görsün misali “geçiştirme” kutlamaları, bu iddialarını yılda birkaç kez boşa çıkarır. Diğer yandan Birgün’ün bu gönülsüz “cumhuriyetçiliğini”bile haftada birkaç gün yazdığı yazılarla açıkça inkar eden bir yazarı var: Şükrü Aslan.
Aslan’ın yazdığı yazıları şöyle rastgele bir inceleyin. İstisnasız her kalemi eline aldığında Atatürk’e ve Cumhuriyet’e saldırdığını göreceksiniz. Göründüğü kadarıyla Aslan’ın saldırılarının temelinde “Dersimcilik”, etnik ve mezhepsel kin var. Fakat nasıl ki Necip Fazıl misali ultra Sünnici Şeriatçılar, Seyit Rıza’yı Cumhuriyet’e karşı bir “din mazlumu” olarak savunmuşsa; Şükrü Aslan da Cumhuriyet’e karşı ilk fırsatta kalem kıvraklığıyla Şeriatçıların, Osmanlıcıların safına geçiverir.
Bir bakıyorsunuz Osmanlı karşıtı BirGün, bir günde Osmanlı propagandasına başlayıvermiş!
Bugün, Şükrü Ağamız,‘EskiYazı’ başlıklı bir köşe yazısı yazdı. 1928’de Arap harflerinin bırakılıp yerine yeni Türk harflerinin kabul edilmesi anlamına gelen Harf Devrimi’ni konu edinmiş. Tabii tahmin etmişsinizdir; devrime saldırarak ve Osmanlı propagandası yaparak.
Osmanlı döneminde kullandığımız Arap alfabesinin Türkçeyle uyumsuzluğu, Türkçenin seslerini karşılamadaki yetersizliği, bunların yarattığı karışıklıklar ve zorluklar üzerinde durmayacağım. Bu açılardan bakıldığında Şükrü Aslan ve gazetesi BirGün zaten tartışmasız bir şekilde yanlıştır. Yeni Türk harflerine geçilmesini eleştirmek doğrudan “halk cahil kalsın” demekle aynı şey. Ama bu Osmanlı propagandisti sosyalistlerin derdi daha derinlerde.
Gelin Şükrü Aslan’ın şu ifadelerini birlikte okuyalım:
“Bugünden baktığımızda ‘eski yazı’yı terk etme ve ‘Harf İnkılabı’nın sosyolojik yansımaları daha özenli değerlendirme gerektirecek kadar karmaşıktır. Mesela İstanbul’da binlerce belge içeren bir Osmanlı Arşiv Merkezi vardır. Dünyanın değişik ülkelerinden araştırmacılar bu arşivler üzerine çalışmak için önce Osmanlıca okumayı öğrenir ve sonra İstanbul’a gelerek bu merkezde araştırmalar yaparlar. Gidenler bilir, bu arşiv muazzam bir araştırma merkezi olarak yoğun bir akademik ilgiye konudur. Gelgelelim bu ülkenin araştırmacıları da tıpkı başka ülkelerden gelenler gibi, bahse konu arşivler üzerine çalışmak için önce Osmanlıca öğrenmek zorundadırlar. Çünkü Harf İnkılabı Latin harflerini tercih ederken diğerini tümüyle ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. Bu nedenle 1928’de ‘eski yazı’ bilenlerin sayısı görece yüksek iken zamanla bitme noktasına gelmiştir.”
Birincisi: Şükrü Aslan’ın Osmanlı Arşivi konusunda yazdıkları, “dedelerimizin mezar taşlarını okuyamıyoruz” diye feryat eden aktrol seviyesizliğinin biraz cilalanmış bir hali. Az çok Osmanlıca ve tarihle haşır neşir olmuş herkes bilir ki bahsedilen bu arşiv belgelerini okumak öyle her eski yazı okuryazarının yapabileceği bir şey değildir. Uzmanlık işidir. Hatta her dönem için ayrı uzmanlıklar söz konusudur. Yani aslında Osmanlı arşivlerinde çalışacak bir araştırmacı, Osmanlıca biliyor olsa da ilgili dönemle ilgili özel bir eğitim almadan bir sonuca ulaşamaz. Yani ortada Şükrü Aslan’ın sandığı ya da bizleri inandırmaya çalıştığı gibi bir durum yok.
Ama zaten BirGüncülerin derdi de bu değildir. Nitekim yazısının sonunda Şükrü Aslan da ağzındaki baklayı çıkarıyor:
“Gerçek şudur ki Latin alfabesine geçiş, bir politik tercih olarak kabul edilebilir ama ‘öteki’nin yasaklanması bir bakıma hafızanın kopması demektir.”
Yine liberal, milliyetsiz, etnikçi “sol”un ötekileştirme tezlerine geldik mi?
Aslında Şükrü Aslan, Harf Devrimi’ne Türk harflerini getirdiği için karşıdır. Çünkü temelde Türk’e karşıdır.
Bu kafaya göre Cumhuriyet, Türk milli devleti olarak kurulduğu için, Türkçe ve Türklüğü geliştirdiği için birilerini “ötekileştirmiştir”. Sorsanız çok laik olduklarını söyleyecek, Osmanlı karşıtı olduğunu iddia edecek olan BirGüncüler; mesele bir tercih olduğunda kesinlikle Türk Cumhuriyeti’ni değil, ulus öncesi etnik gruplar, kabileler ve tarikatlar konfederasyonu şeklindeki Osmanlı toplumunu seçer. Ne de olsa uluslaşma, modernleşme, aydınlanma hep “ötekileştirici” düşmanlardır bu post modern solcular için… Burası post modernistin modern öncesine, enternasyonalistin kabileciliğe, sözde laikin mezhepçiliğe döndüğü noktadır. Hepsi ulusa, özellikle de Türk’e karşıdırlar!
Burada BirGüncü Şükrü Aslan’ın, Harf Devrimi düşmanı AKP’li Mahir Ünal’dan farkı kalmaz.
İki siyasi çizgi arasındaki fark, Şeyh Sait ile Seyit Rıza arasındaki fark kadardır.
Her ikisi de doğaları gereği Atatürk’e, Cumhuriyet’e, Türk’e ve Türk Devrimi’ne düşmanlardır.