Asker düşmanı mürteciler yine iş başında
Milli Savunma Üniversitesi Kara Harp Okulu’nda 30 Ağustos’ta, yani Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni kazandığımız Zafer Bayramımızda mezuniyet töreni düzenlendi. AKP lideri Tayyip Erdoğan da bu törendeydi.
Törende yeni mezun genç teğmenler, okul birincisi Ebru Eroğlu’nun etrafında büyük bir çember oluşturdular. Tören kılıçlarını havaya kaldırdılar subay yeminini ettiler. Ardından hep beraber “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye slogan attılar.
Bu görüntüler üzerinden haftalardır gerici faşist çevreler bir linç kampanyası yürütüyor. Bin türlü komplo teorisi üretiyorlar. Her biri pırıl pırıl geçmişe sahip olan, en iyi derece ile mezun olan, göreve koşup vatan savunması verecek genç subayları hedef gösteriyorlar.
II. Mahmut döneminden beri sayısız kez o uğursuz yüzü ve bitmeyen ihanetiyle baş kaldıran, zehir saçan yılan, yine toprakların altından, bataklıkların içinden çıkıyor ve tıslıyor. İhanet, nifak saçıyor.
Bu yılan Osmanlı veya Cumhuriyet fark etmez, hep devlete karşıdır. Hep bölücüdür hep bozguncudur. Türk askerine düşmandır. Türk gencine düşmandır. Türk öğrencisine düşmandır. Türk kadınına düşmandır.
Hep “şeriat isterük” derler ama her zaman Hıristiyan emperyalistlerinin emrindedirler. Padişaha da “gâvur” der, Cumhuriyet’i kuranlara da. Ama söylemleri hiç değişmez. Mutlaka yalan söylerler. Mutlaka ihbarcıdırlar. Mutlaka linççidirler.
Bu 30 Ağustos’ta yine çıldırdılar. Çünkü karşılarında gördükleri hem Türk askerleriydi hem Türk gençleriydi hem Türk öğrencileriydi hem de Türk kadınlarıydı. Kara, Deniz, Hava bütün Harp Okullarının birincileri kadındı. Ve onlarla birlikte yemin eden bütün subaylar da çakı gibiydi. Türklüğü ve Atatürkçülüğü onurla taşıyorlardı.
Hâl böyle olunca hem Kürtçü bölücüler, hem uşak ruhlu liboşlar, hem de yıkıcı gericiler çıldırdı. Hep bir ağızdan nefret kustular. Karşımızda dikilen 1919’daki ihanet kadrosunun birebir aynısıydı. Bu sefer “din elden gidiyor” söylemi yerine “Reis’e kılıç çektiler” yalanına sarıldılar. 100 yıl sonra Türk Ordusuna ve Türk subayına düşmanlıkları hiç değişmemişti.
Asker olmak Türk’e yakışır
Öncelikle dincilere şunu söyleyeceğim. Korkaklığa, müfteriliğe, ihbarcılığa ve ahlaksızlığa bir gün ara verin. Kendinize şunu sorun: Siz neden subay olmak istemiyorsunuz? Islak dudaklarınızı şapırdatarak, ihale kovalamak, torpille, hileyle koltuk kapıp insanlara zulmetmek daha mı kolay geliyor? Hayatınızda her birinizin birer mini firavun olmaktan başka bir emeli var mı?
Sizce subayların her birinin adeta doğuştan ve doğal bir özellik gibi Türk milliyetçisi ve Atatürkçü olması bir rastlantı mı? Yoksa askerliğin mayasında, şerefinde, vatanı, bayrağı savunmak olan görev tanımında olan bir olgu mu bu?
Diğer soru ise şu: Siz hiç mezuniyet töreni görmediniz mi?
Bu gençler subay oldu. Üniversite nedir, akademi nedir bilmeyen Aktrollere anlatmak zor olabilir ama mezuniyet bir coşkudur. Yıllarca dökülen alın terinin ödülüdür. Genç teğmenlerimiz de elbette kutlama yapacaklar. Marş da söyleyecekler, slogan da atacaklar. Her mezuniyet töreninde olduğu gibi…
30 Ağustos gibi bir günde Türk tarihinin en büyük komutanlarından biri olan ve Cumhuriyet’imizin kurucusu ve Türklüğün Ulu Önder’i Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü anmalarından doğal ne olabilir? “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganının neresi sizi rahatsız ediyor? Kimin askeriyiz diye bağırmalarını isterdiniz?
Siz gerçekten de Trikopis’in askerlerisiniz
Ey bölücü, ey nifakçı, ey mürteci! Türk Silahlı Kuvvetleri deniyor adına. “Bu Millet” Silahlı Kuvvetleri değil. Elbette ki “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyecek teğmenler.
Ne diyeceklerdi? Islak dudaklı gericiler ya da Deli Kadir gibi “Kral Konstantin’in askerleriyiz” mi? “Trikopis’in askeriyiz” mi diye bağırsalardı.
Ya da “Lloyd George’un askerleriyiz” mi? Ya da “Damat Ferit’in askerleriyiz” mi? Ya da “Anzavur’un askerleriyiz” mi? Ya da “BOP’un, BOP eşbaşkanlığının, Bush’un askerleriyiz” mi?
Türk subaylarının “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” demesine tepki gösterenlere biraz aklı başında, sağduyulu olan herkes şu soruyu sordu: Ya kimi askerin olacaklardı? Trikopis’in mi?
Oysa çoğumuzun şaşkınlık içinde, bir alay gibi sorduğumuz bu soru, tarihi bir gerçektir. Bunların ataları İstiklâl Savaşımızda Trikopis’e bağlılıklarını sunan, Yunan Genelkurmay Başkanını “İslam’ı savunmaya” çağıran zavallı vatan hainleridir.
İşgal yıllarında İstanbul’da Şeyhülislamlık yapan Mustafa Sabri’nin torunlarıdır bunlar. Mustafa Sabri, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in işgalcilerin isteği üzerine idam edilmesi için fetvayı veren haindir.
11 Nisan 1920’de, İstanbul’un işgalinden sonra Ankara’ya sığınan vatanseverlerin idamı için diğer bir vatan haini olan Şeyhülislam Dürrizade’nin yayınladığı ihanet fetvasını da kaleme alan Mustafa Sabri’dir. Şu satırları okuyun, Deli Kadir ve bugünkü Aktrollerin çürümüşlüğünün 100 yıl önceki halini aynen görün:
“Padişah ve Halife hazretlerine karşı çıkan Kuvayı Milliyeciler aslında dine karşı çıkmıştır. Böylelerine katledilmeleri ve gerekirse kitle halinde öldürülmeleri meşru ve farz olur mu? Beyan buyrula. El Cevap: Hakikati Allah bilir ki olur.”
Bu fetva Vahdettin’e yetmemiş. Aynı fetvayla birlikte Damat Ferit hükümet adına beyanname, Vahdettin de ferman yayınlamış ve Kuvayı Milliyecilerin idamını istemiştir. Bu üçlü ihanet belgeleri İngiliz ve Yunan uçaklarıyla tüm Anadolu’ya dağıtıldı. Anadolu’yu kan ve ateş içinde bırakan iç isyanlar böyle başladı
Siz Anzavur’un çapulcularısınız
Yunan ordusunun Polatlı önlerine kadar gelmesi de bu hainlerin düşmanla birlikte savaşmasındandır. Sadece fetva ve işbirlikçilik ile yetinmediler. Bizzat İngiliz gemileri ile Mudanya’ya çıkartma yapan, İngiliz ve Yunan komutanlarının emirleriyle Ege ve Marmara’da Kuvayı Milliyecileri ve halkı katleden Anzavur Ahmet gibi, elde silah Yunan ve İngiliz işgalcilerinin yanında savaştılar.
Kendine Ahmediye Ordusu ve Hilafet Ordusu gibi lakaplar takan hain Aznavur ve çapulcuları, Kuzey Batı Anadolu’yu kan gölüne çevirdiler. Ayvalık’ın Yunan Ordusu tarafından işgali üzerine ilk ciddi gerilla direnişini başlatan, Çanakkale’de Fransız, İngiliz silah depolarını basarak, tüm cephaneyi Ankara’ya gönderen Albay Hamdi Bey gibi bir kahramanı pusuya düşüren, işkenceyle şehit eden, halka ibret olsun diye günlerce naaşını Biga’nın ortasında teşhir eden de Anzavur alçağıdır.
Yunan Ordusu taarruza geçince “Yunan Ordusu Halifenin Ordusudur, asıl kafası koparılacak mahlûkat Ankara’dadır” diye beyanname yayınlayan yine Mustafa Sabri’nin kurucusu olduğu Teali-i İslam Cemiyeti’dir. 9 Aralık 1921 tarihinde aynı Mustafa Sabri’nin kurduğu Anadolu Cemiyeti, Yunan Genelkurmayı’na şu telgrafı çekmiştir:
“Amaç Ankara Hükümetine karşı Yunanistan yardımıyla, Sultan’ın ve Yunanistan’ın himayesinde bir Batı Anadolu devletinin kurulmasıdır. Kemalist kuvvetler bastırılacak, bütün Anadolu Mustafa Kemal’in elinden kurtarılacak. Bunun için gönüllü olarak kurulacak Anadolu Ordusunun talim ve silahlarından Yunan Başkomutanı sorumlu olacak, bir miktar Yunan subayının bu orduya katılması sağlanacak, Yunanistan masraflarını karşılaması üzerine cemiyete 100 bin lira verecek.” (Babalar ve Çocuklar, Ceyhun İrgil, syf 92)
Bu alçakların hainliklerini sıralamakla bitmez. Daha sonra Vahdettin ile birlikte İngilizlere sığınıp kaçan bu Mustafa Sabri, önce Yunanistan’da, Batı Trakya Türklerine zulmetti. Sonra meşhur “Türklüğe reddiye”sini yazdı. Vahdettin ile İngiliz sömürgelerinde dolaştı. Vahdettin ABD Başkanına Hilafeti himaye etmesi için yalvaran, Türkleri aşağılayan mektuplar yazıyorken, Mustafa Sabri de Papa’ya yalvaran mektuplar yazıyordu.
Hepimiz Mustafa Kemal’in Askeriyiz
Kısacası 100 yıl önce Türklüğe düşman kim varsa, Atatürk’e de düşmandı. Bugün de durum hiçbir şekilde değişmemiştir. Gerici, bölücü ve en aşırısından Batıcı tayfa yine “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganına nefret kusuyor.
Deli Kadir ile Deli Sevan Nişanyan’ı birleştiren çizgi, Türklük ve Atatürkçülük düşmanlığıdır. Dincilik adı altında nefret kusan tayfayı biraz kazıyın altından zilli bir iblis çıkacaktır. Papyon ile sarık sıklıkla yer değiştirir. Özlerindeki çürümüşlük aynıdır.
Yunan işgalcilerinin en hain işbirlikçilerinden Manisa Valisi Hüsnü’nün (lakabı Hüsnüyadis iken Yunanistan’a kaçtıktan sonra gerçekten de ismini Hüsnüyadis, olarak değiştirmiştir) kardeş çocuğu Derviş Mehmet, yıllar sonra hilafet ve mehdiyet bayrağı çekerek Menemen’de isyan başlatmış, Kubilay’ı şehit etmiştir. Bunlar toprak altında bekleyen solucandır. Hepsi bir soydur. Fırsatı bulunca çıkarlar.
Ultra-frenk kılıklı Damat Ferit, Ali Kemal ile sarıklı hain Dürrizade“din” adına Türklüğü hançerlerken, ta Libya’dan Ahmed eş-Şerif es-Senusi gibi dini liderler Mustafa Kemal’e destek için Ankara’ya geldi. Ankara Müftüsü Mehmet Rıfat Börekçi yine idam edilmeyi göze alarak Kuvayı Milliye’yi destek için fetvalar yayınladı. Onlar da “Mustafa Kemal’in Askeri” olmayı seçtiler.
Demek ki “Mustafa Kemal’in Askeri” olmak, dinci, bölücü ve mandacı hainlerin iddia ettikleri gibi, darbecilikle, dincilikle veya siyasi kavgalarla ilgili bir mesele değildir. Bu bir tarihsel duruştur. 100 yıl önce de aynıydı, yüz yıl sonra da aynı olacak.
Sakarya’da da aynı anlama gelir, Gezi’de de, Harbiye sıralarında da… “Mustafa Kemal’in askeri” sloganı bu yüzden bazılarının iddia ettiği gibi bir bölünme, gerilim kaynağı değildir. Bir irade beyanıdır.
Bölünme ve saflaşma vardır zaten. Türkler de Mustafa Kemal’in askeri olarak 30 Ağustos 1922’de bu sorunu çözmüştür. Bugün de Türk’üm diyen bu şiarı benimser, demeyen rahatsız olur veya düşmanlık yapar.
Hele sonradan Aktrollerin korkutmaları ile vesvese içine düşen ve hemen paniğe kapılan Tayyip’in dediği gibi bir “kendini bilmezlik” asla değildir “Mustafa Kemal’in askeriyim” iradesi. Öyle “temizlenecekler” demeyle de temizlenecek bir söz değildir bu söz.
Burada ruh var, vicdan var, tarih var, Türklük ve vatan bilinci var. Hadi kolaysa temizleyin. 22 yıldır neyi, nasıl temizledin? Dev gibi karşınıza dikildiler yine “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyenler. Çünkü asrın değil çağın sloganıdır bu. Çiğnedik dedikçe, sildik dedikçe, kazıdık dedikçe, budak budak yeniden çoğalan çınar gibi çıkar Türklük karşınıza…
Elbette gençler “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyecek. Biz de diyeceğiz, herkes diyecek. Türkiye Cumhuriyet’i de Ata’mızın dediği gibi “ilelebet payidar olacak”!