Bilgiler elimizin altında, gözlerden bir şey kaçmaz oldu… Yalova ilimizle ilgili bir konuda bilgi ararken gözüme çarpan ilginç bir detay beni şaşırttı ve yönümü değiştirdi. Bu güzel kentimizde “hizmetinden sual olunmayan” dernekleri şöyle bir sayma gereği duydum.
Sivil Toplum Kuruluşları bir kentin ağzı ve dilidir. Keşke bu kuruluşlar kapı tabelası olarak değil, etkinliğini ve gücünü yerel ve genel yönetimlere gösterebilse! Ancak ve ancak öyle para odaklı dernekler var ki üzülmemek elde değil… Bunlar biri de cami yaptırma ve yaşatma dernekleri! Nasıl bir düzen içinde ayakta dururlar, yardım toplarlar, paralar nereden ve kimlerden gelir, o paralar gerçekten nerelere aktarılır (namuslu çalışanlar da vardır elbet), caminin bitiminden sonra o dernek kapatılır mı, yoksa caminin korunması (!) adına sürdürülür mü? Merak edilen onlarca soru, duyarlı vatandaşın usunu rahatsız edip duruyor… Doğan ki bu dernekleri sorgulamak, denetlemek ve soru işaretlerini silmek devletin işi!
Üşenmedim saydım; yaklaşık 300 bin nüfuslu bu tarım kentinde 121 tane cami yaptırma, koruma, yardımlaşma derneği olduğunu öğrendim. Her 2500 kişiye bir dernek düşüyor, hayret! Ayrıca, din odaklı eğitim ve kuran kursları da bu derneklerin içine çalışmalarını sürdürüyorlar.
Usumuzdaki soruların bir kaçını sormak isterim:
1) İstanbul ile Bursa arasına sıkışmış Yalova ilinde olduğu gibi ülkemizin her köşesinde cami yapımının bu denli hızlı ve düzensiz artmasının mantığı nedir? İbadet özgürlüğü genişletmek mi, cemaat bilincini yaygınlaştırmak mı, dinsel kurumlara cami üzerinden para aktarmak mı?
2) Dindar, hayır kazanmak istenen iyi niyetli vatandaştan, adını duyurmak isteyen varlıklı esnaftan, cami çıkışında cemaatten toplanan paraların denetiminden kimler ve hangi devlet kurumları sorumludur? Camilerin arasında olması gereken uzaklık dikkate alınıyor mu? Diyanet, camilerin arz-talep dengesini dinden yana mı kullanıyor, siyasetten yana mı?
3) Bu derneklerin işlevine son verecek bir düzenleme yapılamaz mı? Örneğin, cami gereksinimi olan yerleşimlerin talepleri belediyelerin sorumluluğuna bırakılamaz mı? Camilerin yapımından açılışına ve bakımına değin tüm işlemleri belediyeler üstlenemez mi? Bileyenler yine yardımda bulunur, belediyeler bunu kullanır. Camilerimiz kutsallığı, olması gereken fiziksel özellikleri korunarak, gerektiği sayıda yapılır ve hizmete açılır. Akçeli dedikodular biter, inananlar verdikleri yardımların nereye gittiğinden emin olur, huzur bulur… Diyanet’indernekleri denetlemek gibi bir yükü kalmaz, camilerin yapımı da kent/ ibadethane uyumuna uygun yapılır.
4) Bu ülkede yaşayan Rum, Yahudi ve Ermeni cemaatlerinin yaşadıkları her semte bir kilise ya da havra yaptırma istekleri olsaydı, siyasal erkin ve dinciçevrelerin tepkisi nasıl olurdu?
5) Bitirilen camilerin dernekleri kapatılıyor mu, yoksa para toplanmayı sürdürüyorlar mı?
6) Diyelim ki devlet, köylerden şehirlere tüm eğitim kurumlarının sayıca yeterli olduğunu düşünüyor ve cami yapımına halkın para yatırılmasına sesini çıkartmıyor! Yani parasını hayra yatırmaya hazırdindarlarımıza “o paralarla köyünüze, mahallenize okul yaptırın, caminiz zaten var!” demeye gerek duymuyor! Ne mutlu sizlereSayın halkım!
Para halkın cebinden çıkıyordevlet ne karışır, diyenleri duyar gibiyim; haklıdırlar! İnsan cebindeki parayı dilediğine verebilir, ama paraların nereye harcandığını bilmelidir. Sorumlular, o yerleşimin nüfusuna göre cami yapımına ve sayısınakarar vermelidir. İslam inancına göre camilerin bir mimari değeri, özgün bir görseli, geniş bir alana hükmeden fiziki bir yapısı olmalıdır ancak, her mahalleye gecekondu gibi dikilen camilerimizin böyle bir özelliği ne yazık ki yok!
Parayı verenler ve bu parayı kullananlar bir düşünse, İslam dininde cami yaptırmanın bu denli kolay ve sıradan olmadığını… Mimar Sinan, Selimiye Cami’sini (1568 – 1574) 6 yılda bitirmiş. Bugün ayakta ve tüm görkemiyle dünya mimarlık tarihinin en güzel örneklerinden biri… O günün koşullarında böylesine büyük bir yapıta gerek var mıydı derseniz; evet vardı! Böylesi yapıtlar Osmanlı’nın ihtişamını yansıtıyordu. Dinsel yapıtların görkemi dinler arası bir rekabetin gerekliliği idi o çağlarda… Ayasofya doğa koşullarına kafa tutarak, muazzam ve benzersiz bir kutsal-ibadethane olarak İstanbul’umuzu süslemekte… Şimdi bu görsellikte ve büyüklükte ibadethanelere hem yer, hem de gerek yok. Belli sayıda insanların rahatlıkla ibadet edeceği, görseliyle ve işleviyle, kolay ulaşımlı konumuyla çağdaş yapılar olması yeterli kanımca.
Camilerin kutsallığı, amacı ve duygusal büyüklüğü dün ne ise bugün de öyle olmalı. İnançlar, kutsal kitaplarından mekânlarına değin hiç değişmeden yaşarlar. Teknoloji ve bilimin inançları değiştirmek gibi bir sorunu yoktur. İnsanlar bilimden pay aldıkça inançlarını mantık süzgecinden geçirme gereksinimi duyarlar. Laiklik,bilimin maddeciliği ile inananlarıntanrısal kuralları arasındakiuyumu sağlar. Camileri çoğaltarak İslamiyet’e hizmet edeceklerini sananlar yanılır her daim. Tanrı’nın inananlarla hesabı iyilik ve doğruluk üzerinedir, yaptığınız camilerin içini dolduranlar yaptıkları doğruluklarla, iyiliklerle sınanacaklardır. Cami yapmanın bir hayrı var ise başta o inşaatı yapan yüklenici parasını almasın bakalım! Çimentosu, demiri, arsası bedava olsun; emekçisi gönüllü çalışsın… Kendimizi kandırmayalım, hayrı düşünen salt sade vatandaştır; onları kullanan da bu tip para odaklı derneklerdir.
7) Örneklediğimiz Yalova’daki 121 dinci derneğin (adlarını burada sayamam, gereksiz) birer cami yaptırdığını düşünürsek, 2500 kişiye bir cami düşeceğini yukarıda belirtmiştik. Bu toplumun içine yaşayan dinsizler, camiye yolu düşmeyenler, başka inançta olanlar elbet vardır. Kadınlarımızı ve çocuklarımızı da unutulmamalı… Yapılması için para toplanan camilerin sayısı biraz çok değil mi, ne dersiniz?
Şimdi sorunun ardına gelelim:
Neden Yalova? Gözüme ilişen ilginçlik, bu küçük kentteki cami yapım derneklerinin yoğunluğu idi…Yalova’da yaşanan bu çarpıklığın Türkiye geneline büyüyerek sürdüğünü görmemek elde değil. Okuyan okumayan büyük çoğunluk, bu kötü günlerin geçeceğini, ülkemize demokrasinin geleceğini umut ederek yaşıyor. Umutsuzluğun ölmekle eş olduğunu anımsatmama gerek yok sanırım. Ben, konan tanıdan yana huzursuzum! Türkiye’nin, Siyasal Dincilik/Göç/Yoksulluk/Sömürü/Faşizm/Adaletsizlik sarmalından “geçtiğini” söyleyenlere katılmıyorum! Bana göre “geçmek” eylemi, sonu yakın olan umutlu bir süreçtir. İşte kandırılma buradan başlıyor anam, babam… “Geçmiyoruz” çocuğum, gencim, bacım, kardeşim… Tam da “dinci düzenin göbeğinde yaşıyoruz…” Bu “geçişi!” bitirmek için de siyasal ve toplumsal cephede hiçbir girişimde de bulunmuyoruz. Görülüyor ki; Atatürkçü, özgürlükçü, bağımsız, laik, cumhuriyetçi, demokratik bir topluma duyulan özlem başka bir şey, ona kavuşmak için verilecek savaşımın türü, zamanlaması ve bedeli başka bir cephe!
Camiler bir umut…
Okullar gelecek…
Dışarısı bir cehennem…
Sen paranı hangisine vermelisin ey halkım?