Canan Kaftancıoğlu için çıkan mahkumiyet kararının AKP’nin önümüzdeki dönem seçim stratejisiyle ilgili olduğu, muhalefeti susturmak için önemli bir mesaj verildiği, İstanbul’daki seçim sonucundan dolayı cezalandırılması gibi tüm argümanlar doğru olmakla beraber iktidarın Kaftancıoğlu düşmanlığını tam olarak açıklamıyor.
Tüm bunları tamamlayan “Canan Kaftancıoğlu duruşu” olarak niteleyebileceğimiz başka bir gerçeklik var bu düşmanlığın temelinde.
Her şeyden önce Kaftancıoğlu, Türkiye’de normalleşen sağcı siyaseti kabul etmeyen, “siyaset” yapma adına kendi doğrularından vazgeçmeyen bir siyasetçi. Örneğin bir Özal ya da Menderes anmasına koşarak gitmiyor. Ölüm günlerinde samimiyetsizce paylaşımlar yapmıyor. Artık neredeyse bir “zorunluluk” haline getirilmiş bu samimiyetsiz seremoninin parçası haline gelmeyi reddetmesi bile bu duruşu değerli hale getiriyor.
İçki masasına oturduğunda şişeyi gizlemek zorunda hissetmeyen, erkek yoldaşıyla birlikte fotoğraf çektirirken elini omzuna atmaktan çekinmeyen, iktidarın görmek istediği gibi olmayı bilinçli olarak reddeden “aykırı” bir profil çiziyor Kaftancıoğlu.
Bu aykırılık sadece iktidarı değil, muhalefetin bazı kesimlerini de rahatsız ediyor. Türkiye, AKP’nin dayattığı yeni normlara uymaya programlanmış, karşı çıkanlar bile bu kalıplara uymak zorunda hissediyor. Kaftancıoğlu’nun özgür yaşayacak cesareti göstermesi O’nu güçlü kılıyor. Kaftancıoğlu’na yönelik siyasi eleştirilerin bazılarında aslında gücünden kaynaklanan gizli “kıskançlık” da söz konusu; ama bu böyle ifade edilmeyeceği için “Kanas Canan” diyerek ideolojik perdeleme yapmak daha “mantıklı” oluyor.
Oysa Canan Kaftancıoğlu’nun benimsemesek bile çizgisi genelde tutarlı oldu. Ermeni soykırımı meselesindeki tavrından tut “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganına açıkça karşı çıkmasına kadar bütün politik yanlışları kendi içinde bütünlük taşıyordu. Kaftancıoğlu kendisi açısından can sıkıcı olsa bile dürüst olmayı tercih etti. Bu çok önemli bir nokta.
İdeolojik olarak bakıldığında kendisini “Kemalist” olarak tanımlayamayan “sosyalist” ya da “sosyal demokrat” olarak tanımlayan tüm aydınların yaşadığı bunalımı Kaftancıoğlu da yaşadı. Bu sorun O’na has değildir, Türk Solu ve “Türkiye” Solu arasındaki ayrışmanın doğal sonucudur.
Kaftancıoğlu’nun burada “Türkiye Solu” tarafında yer alıp, o terminolojiyle konuşması ve siyaset üretmesi bir ulusalcı olarak beni de dönem dönem rahatsız ediyor. Ancak AKP’nin en çok rahatsız olduğu siyasi figür olması O’na hiç kimsede olmayan bir “ayrıcalık” sağlayabilir. Bu doğaldır.
Çünkü biliyoruz ki, O’nun seçimlerdeki direnişi olmasaydı, İstanbul kazanılmayacaktı. AKP’nin en büyük yenilgisi olan İstanbul seçimi Kaftancıoğlu’nun “azmi, inadı ve çalışkanlığıyla” kazanıldı. Ve böylece hem bir “kadın” olarak hem de “başarılı bir örnek” olarak siyasette hızla yükseldi.
“Hekim” olması, “eğitimli” olması ama aynı zamanda Karadeniz’in bir köyünde zorluklarla okumuş olması kendisini ispatlayan bir durum oldu. İlginçtir Kaftancıoğlu, “Karadenizli” olmasına rağmen ve bu da ciddi bir avantaj yaratmasına rağmen bunu kullanmamayı özellikle tercih etti. Bu köken siyasetinin reddi bile, siyaset camiasından dışlanmak için yeterli bir tavır.
Kaftancıoğlu hemşehri temelli siyasetin dışına çıkıp, herkesin konuştuğu ama nasıl olacağına dair kimsenin fikrinin olmadığı “sokak siyasetini” uygulayarak “şehirli” bir çalışma yapmayı tercih etti. Bunu yaparken de “Acaba karşı taraf ne der?” korkusunu yaşamaması, O’nu güçlendiren bir durum yarattı.
Örneğin sokağa çıkma yasaklarının olduğu dönemde İslamcıların sokaktaki İsrail eylemlerini eleştirebilmesi, alınması zor ancak önemli bir tavırdı. Kaftancıoğlu, birçok insanın aklından geçirdiği ama dile getiremediği şeyleri söylediği için sevildi. Aynı zamanda da hedef tahtası haline geldi.
Kaftancıoğlu şu anda sosyal medyada en çok hakaret edilen insanlardan bir tanesi olabilir. Hangi tweeti atarsa atsın, büyük bir trol ordusunun yaptığı paylaşımların altına organize biçimde saldırması, O’nun gücünün bir göstergesi.
İstanbul seçimlerinde taraf olan Erdoğan’ı yenmeyi başarmış, bulunduğu yere tırnağıyla kazıyarak gelmiş bir “kadın”. AKP’nin solcuları eleştirirken en sık söylediği söz olan “Bir bakkal dükkanı bile işletemezsiniz.” sözünü yanıtlıyormuşçasına kendi imkanlarıyla bir özel hastane kurmuş ve bu kurumu ayakta tutabilmiş bir “kadın”. Solcu olduğunu saklamayan, bundan utanmayan bir “kişilik”.
Ulusalcı olmasa bile bize düşen “yiğidin hakkını yiğide teslim etmek”. Zira İslamcıların esirgediği “saygıyı” bizlerin de göstermemesi, AKP’nin yaratmak istediği ideolojik atmosfer için çok güzel bir can suyu oluyor. 2018’de yapılan CHP İstanbul İl Başkanlığı seçimlerine dönelim. Kaftancıoğlu kazanmasaydı ne olurdu? Bu soruya verilecek dürüst bir yanıt, yapılacak eleştirileri daha sağlıklı bir hale getirebilir.