2022 zamlarından sonra tüm ülkede elektrik faturası kâbusu yaşanıyor. “Ticarethane” tarifesi uygulanarak 30 bin liralar seviyesinde fatura kesilen Cemevleri ise yeniden gündemde. Cemevleri fahiş faturaları ödememe kararı alırken çeşitli Alevi dernekleri de faturalardaki “ticarethane” statüsüne karşı mahkemelere tespit davası için dilekçe vermeye başladı. Bu vesileyle “ibadethane statüsü” konusu da yeniden tartışılıyor.
Abdülkadir Selvi’nin dün “içeriden” aktardığı kulise göre Saray da bu konuyu “değerlendirme” hazırlığında. Bu bir yönüyle çok klasik bir Erdoğan taktiği. Krize bizzat sebep olduktan sonra ufukta bir çözüm olarak ışık saçmak.
Selvi’nin aktardığına göre yapılacak düzenlemede “Cemevleri, dernekler ve vakıflar” ticari tarifeden çıkarılacak ve “kâr amacı gütmeden kamu hizmeti yapan yerler” olarak en düşük tarifeye geçirilecek.
Yani Cemevleri yine “ibadethane” olarak tanımlanmadığı gibi tarikat ve cemaatler de bu vesileyle ayrıcalıklı bir statüye kavuşturulabilir. Belki de iş, tüm tarikat ve cemaatlere, ne idüğü belirsiz cemaat yurtlarına, kaçak göçek tekke ve zaviyelere özel indirimli tarife ve hatta belki fatura muafiyeti tanımaya kadar varacak. Nitekim sol basının genel yorumu da bu minvalde.
Ama işin başka bir boyutu var. O da AKP’nin Aleviler üzerindeki tasarruf ve planları. Aleviler AKP’nin asla gözünü boyayamadığı bir kesim. En geniş yelpazede topluma çeşitli umutlar satabildiği dönemlerde bile AKP Alevilerden yüz bulamadı. Bugün yaşadıkları sorunların en temel sebebi zaten bu. AKP’ye boyun eğmemek.
Cemevleri şüphesiz ibadethanedir ve böyle de tanımlanmalıdır. Fakat fatura meselesi dallı budaklı teorik bir tartışmaya da kapı aralıyor. Devlet ibadethanenin masraflarını karşılamalı mı? Devlet önüne gelen her ibadethaneye bütçe mi yetiştirmeli? Avrupa ülkelerindeki gibi tercihli ibadethane vergisi mi kesmeli?
Yoksa devlet vatandaşa şunu mu demeli: “Arkadaş, madem çok dinine diyanetine düşkünsün, buyur ibadethanene de sahip çık. Faturalar da ellerinden öper. Profesyonel maaşla SGK+Yol+Prim ile papaz, imam, şaman, dede mi tutuyorsun, mevcut cemaat içinde gönüllü bir büyüğünü önder mi belliyorsun, imece mi hallediyorsun, sen bilirsin. İnanç senin, mekân senin. Buyur ben aradan çekildim.”
Türkiye şu anda bu üç durumdan hiçbirine girmiyor. Camiler Diyanet’e bağlı. İmam, müezzin, vaiz ve gassal devletin 657’li memuru. Isıtma soğutma giderleri değil ama ışıklandırma, seslendirme, sair mesarif devletten. Lozan’da tanımlı dinî azınlıklar kilise ve sinagoglarıyla kendi hallerinde. Alevi vatandaşlar ise, statüsü belirlenmemiş olsa da kendi ibadethanelerine sahip çıkar pozisyonda.
Sonuç olarak din ve mezhep ayırt etmeksizin ve dinî pratiklere katılan katılmayan, hizmet alan almayan herkesin vergisi Diyanet’e gidiyor. Diyanet de bu kaynağı camiler ve memur kadrosuna aktararak AKP gündemine uygun bir din sistematiğini dayatıyor. Diyanet neydi, niye kuruldu tartışmasından ayrı olarak mevcut durum bu. Yani ortada bir adaletsizlik var ama bu adaletsizlik içerisinde Aleviler dezavantajlı olduğu kadar avantajlı da… Onlar “özgür”.
Denilebilir ki, AKP tarikat yapılanmalarıyla ilgili düzenlemeyi Cemevi faturasının arkasına gizlemek ve bu sayede ekonomik zemindeki yoğun halk tepkisini sönümlemek için taktik olarak kullanmak istiyor. Ama daha ötede Alevilere yönelik sinsi bir tasarı var. O da Aleviliği devletleştirmek. Zaman zaman medya unsurlarıyla işte bu tasarının nabız yoklaması yapılıyor. AKP’nin yoklamaları “kültür merkezi” statüsünden Diyanet bünyesinde bir “Alevi Cemaat Başkanlığı” ve “657’li dedelere” varan bir yelpazede.
Dün haberlere yansıyan bir gelişme bu açıdan düşündürücü. CHP Adana Milletvekili Burhanettin Bulut, Cemevlerinin elektrik faturalarını Diyanet’in ödemesi için TBMM’ye kanun teklifi vermiş. Muhtemelen teklif reddedilecektir ama karantinadaki Erdoğan’ın içinden “yetmez ama evet” diye geçirdiğini duyar gibiyim.
Burhanettin Bulut’un teklifi, Ayasofya’nın ibadete açılması için İyi Partili milletvekillerinin 2020 Haziranında verdiği önergeyi hatırlatıyor. AKP Grup Başkanvekili Mehmet Muş bu teklife yönelik “İbadete açılması önerisine şimdi ret veriyoruz ama Temmuzda gerekli adımlar atılacak” demişti. O “gerekli” adımların nasıl atıldığını gördük. Atatürk’e hakaretler eşliğinde Ayasofya ibadete(!) açılmış, DİB Ali Erbaş tüm Türk milletine kılıç sallamıştı. Şimdi muhalefet aynı “saflıkla” devam ederse Ali Erbaş’ın diğer eline de Zülfikar tutturmuş olacak.