Halil Falyalı’nın öldürülmesinin ardından “Türkiye, 90’lara mı dönüyor?” tartışması açılırken, iktidar cephesi “AKP’nin 90’lar dönemini tam olarak bitirdiğini, o dönemlerin bir daha geri gelmeyeceğini” söylüyor.
Dayanak olarak kullandıkları fotoğraflardan bir tanesinde dönemin başbakanlarından Mesut Yılmaz’ın, Macaristan’da bir otelin lobisinde saldırıya uğrayarak burnunun kırıldığı görüntü var. Diğer bir fotoğraf ise Aydın Doğan’ın Mesut Yılmaz’ın yanındayken eli cebinde çekilmiş bir kare.
Bu görüntüler ve Susurluk olayı, AKP’nin sıkça dile getirdiği “eski Türkiye’nin” siyasi rejimini gösteren önemli semboller. Politikacıların mafyayla içli dışlı olduğunu, mafyanın devleti yöneten bir unsur haine döndüğünü, medyanın da bu ilişkiye aracılık ettiğini hatırlıyoruz.
Bu kirli görüntü, AKP’nin dile getirdiği “temiz toplum” söyleminin de gerekçelerinden biri haline geldi, bugünkü iktidara zemin oluşturdu.
Peki iktidar gerçekten bu mafya düzenini yok etti mi?
Eski Türkiye’ye baktığımızda iktidara ortak olan “mafya”nın varlığını görüyoruz. AKP iktidarı; siyasi güce ortak olan tüm kuvvetleri tasfiye ettiği gibi, bu anlamda iktidarın gücüne ortak olmuş bu grupları da tasfiye etti.
Bunu Türk Ordusu’nun tasfiyesine benzetebiliriz. Ergenekon Davası’nda subayların, Alaattin Çakıcı ve Sedat Peker gibi isimlerle birlikte yargılanması bir tesadüf değildi. İktidar, giriştiği bu operasyonla gücüne ortak olacak tüm kuvvetleri ortadan kaldırmaya çalışıyordu. Merkez ve çevre arasındaki bir mücadelenin yansımasıydı bu. İktidarın hem “iktidar” hem de “muktedir” olmak için başlattığı bir kavgaydı.
Sonuçta AKP kazanan taraf oldu. Eski Türkiye bittiği gibi “mafya babaları” da duruma razı oldular, uysallaştırıldılar ve kendileri için uygun görülen yeni rollere razı oldular.
Böylece AKP, mafyayı da bir anlamda “özelleştirerek”, kendisine bağlı yeni bir “taşeron” örgütlenmenin de önünü açmış oldu. Oluşan yeni düzen, büyük mafya güçlerini tasfiye eden, bunun yanında zapt edilmesi kolay “her mahalleye bir mafya babası” getiriyordu. Siyasi iktidar; mafyanın tüm gücünü almış, bu gücü tüm Türkiye’ye “eşit olarak” paylaştırmıştı.
İstanbul sermayesinin, Anadolu kaplanları karşısında düştüğü durum gibi; Anadolu’nun “yerel ağaları”, ülkenin büyük gücü olma şansına erişiyordu. Tüm bu grupların ortak özelliği, iktidara göbekten bağımlı olmaları ve gerektiğinde sokak eylemlerinin önünü kesmek için hazır tutulan faşist silahlı örgütlenmenin çekirdeğini oluşturmalarıydı.
Tüm bu grupların hepsinin instagram sayfaları vardı. Bu sayfalarda lüks arabalarla ve silahlarla kendi PR’larını yapıyor, adeta bir “cazibe merkezi” gibi görünmeye çalışıyorlardı. Lüks arabalar zenginlik vaat ediyor, silahlar da güç gösterisi yapıyordu. Rabia işaretleri, Erdoğan fotoğrafları, 15 Temmuz mesajları da bu sayfalardan hiç eksik olmuyordu.
Böylesine bir “ifşa”nın korkusuzca yapılması, bu grupların arkasında siyasi bir güç olduğunun somut göstergesi. Bu “mafya adaylarının” birçoğunun İçişleri Bakanı’yla fotoğrafının olması bir suçüstü kanıtı değil; aksine bu fotoğraflar büyük biraderin kim olduğunu herkese göstermek için bilinçli olarak çekiliyor.
Tüm bu mafya gruplarının tek merkezden yönlendirilmeleri, hepsinin “sınırlarının çizilmiş” olması; geçmişteki gibi mafya hesaplaşmalarına da şimdilik engel oluyor. Arsızlık edip, daha fazla güç istenilmediği sürece iktidar açısından sorun yok.
Ancak, tüm bu döngü içinde yerini beğenmeyenler, eski gücünü özleyenler, macera arayıp katakulli çevirmeye çalışanlar da olabiliyor. Bu, iktidarın en tepede olduğu bir “taht oyunu”.
Sonuçta kimileri Sedat Peker gibi “ocak dışı” kalarak, diğerlerini ifşa ediyor; kimileri de tıpkı Halil Falyalı gibi bilmediğimiz sebeplerden dolayı yok ediliyor. Falyalı da AKP’nin yarattığı “yeni mafya düzeninde” kullanışlı bir aparattı.
Neden öldüğünü gazeteciler değil, istihbaratçılar bilebilir. İstihbarat ağlarının karanlık dehlizleri içinde kaybolmak, “içeriden” bilgi akışının operasyonel bir parçası olmak yerine, bu kirli düzeni ifşa etmek çok daha devrimci bir tavır.