(Kemalist) Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yaşına girdiği bu yılda, hep hayıflandık, hep dertlendik: ‘Neden Cumhuriyet’imizin 100. yılını, gerektiği ölçüde, gereken şan ve onuruyla kutlamıyoruz?!’ diye… Evet, doğrudur… Hele söz konusu olan, tüm 3. Dünya’ya, tüm Güney ülkelerine örnek olan; 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, 1919-1922 yılları arasında, Başkomutan’ımız ve Başöğretmen’imiz Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde ulusça giriştiğimiz ‘Ulusal Kurtuluş ve Bağımsızlık Savaşı’nınzaferle sonuçlanmasından sonra kurulan ‘Türkiye Cumhuriyeti’ ise, bu gereklilik, gayet ussal ve anlaşılır içerik taşır…
(AKP’li) Cumhurbaşkanlığı sisteminin, özü, siyasî konumlanışı ve de lideri R. Tayyip Erdoğan’ın Kemalizm’e olan (anti-lâik, İslâmcı) karşıtlığı gereği, Kemalist Cumhuriyet’in 100. Yılı kutlamasına yanaşmayacağı, pek tabiîdir?!Nitekim, öyle de olmuştur… (Hattâ, Anıtkabir’deki 29 Ekim resmî töreninde, yine bindirilmiş AKP gençliği, Erdoğan’a bildik yandaş tezahüratını da yapmıştır!)
Anlaşılamayan konu, Cumhuriyet rejiminin kurucu partisi, ‘Millî Mücadele’yi başlatan, Temsilciler Heyeti yoluyla, Erzurum ve Sivas kongrelerini düzenleyen, Kuvayı Millîye’yi yaratan, 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılmasını sağlayarak, Osmanlı Saltanatı’nın yerine Türk Halkı’nın egemenliğini yerleştiren ‘Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin, 09 Eylûl 1923’te birleştirilerek, (2 gün sonra, 11 Eylûl’de)‘Halk Fırkası’ adıyla oluşumunu tamamlayan (ve bir yıl sonra, 1924’te, adının önüne ‘Cumhuriyet’ başlığını da ekleyen) ‘Cumhuriyet Halk Fırkası (Partisi)’nın, nedense, 100. Yıl kutlamalarında başı çekmemiş ve doyurucu bir program sergileyememiş oluşudur?!Oysa böylesine bir yıldönümünde, öylesine bütünlüklü bir kutlama yapabilmesine yarayacak her türlü altyapı, anılan partinin kuruluşunda vardır! 1927’de, dört temel ilkesini Cumhuriyetçilik, halkçılık, milliyetçilik ve laiklik olarak belirleyen parti, 1935’te, ilkelerine devletçilik ve devrimciliği de eklemiş; böylece altı oklu amblemiyle, ‘Cumhuriyet Halk Partisi’ olarak, siyasî faaliyetine devam etmiştir…
13 Ağustos 1923’teki Meclis açılış konuşmasında da belirttiği gibi, Mustafa Kemal Paşa, yeni Türkiye devletini bir ‘Halk Devleti’ olarak tanımlamıştır. (Bkz.: Ali Özsoy, Cumhuriyet Devrimi, İstanbul: İleri Yayınları, 2023, s. 236.)Zaten kurucusu olduğu Halk Fırkası’nın da liderliğini üstlenen Mustafa Kemal Paşa, halkı için yaptıklarını CHP’nin 4. Büyük Kurultayı’nda (09-16 Mayıs 1935), şöyle özetlemişti: ‘Uçurumun kenarında yıkık bir ülke. Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar. Ondan sonra, içerde ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız devrimler. İşte Türk genel devriminin kısa bir özeti.’ (Bkz.: İzzeddin Çalışlar, Cumhuriyet’e Giden 52 Hafta, İstanbul: Oksijen, 1923, s. 230.)
Bir halk çocuğu olan, İstanbul’daki Harbiye öğrencilik yıllarında kimi zaman, arkadaşlarının babalarının kendisine (habersizce) harçlık vermelerine bile tanık olan Mustafa Kemal (Paşa), Cumhuriyet’i (bir ‘halk çocuğunun rüyası’ olan!) bir Halk Devleti biçiminde oluşturmuşve (kendi çocuğu da olmadığından) 10 yıllık harpten çıkan ülkesindeki on binlerce yetim çocuğun geleceği için, daha 03 Mart 1927’de, Ankara’da, (‘Çocuk Sarayı’ adıyla!) ‘Himaye-i Etfal Cemiyeti’ni (‘Çocuk Esirgeme Kurumu’nu) kurmuştu!Dediği gibi: ‘Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesi…’ olacaktı! (Bkz.: Gökçe Fırat, Bir Halk Çocukları İhtilali: Cumhuriyet, İstanbul: İleri Yayınları, 2023, ss. 206-207.)
İşte (Atatürk’ümüzün eseri) bir ‘Halk Devleti’ olan Cumhuriyet’in 100. Yılı’nı, kendi kurduğu CHP, yeterince etkili, anlamlı bir yaklaşım ve duyguyla, kutlayamamıştır?! Acı gerçek, budur… CHP’nin geleceği, ‘Türkiye’nin Geleceği’ için kaygılananların beyninde ve yüreğinde kaygı yaratmaktadır; çünkü, sivil ve demokratik bir siyasal mücadele arenasında ulusal, vatansever güçlerin elindeki silahların başında, CHP bulunmaktadır?! (Bkz.: Nazım Güvenç, Türkiye’nin Geleceği ve CHP, İstanbul: Anahtar Kitaplar, 2008, s. 13.)
Bir 100. yıl toplantısı
100. Yıl kutlamaları çerçevesinde, Ankara’da, (AKP’nin kent-siyasal ve AOÇ toprakları üzerindeki Beştepe’de bulunan [‘Kaçak-Saray -] Cumhurbaşkanı Erdoğan Külliyesi’nin fiziksel ve mekânsal gölgesi altındaki TOBB ETÜ kampüsünde) 6 kuruluşun ortaklaşa düzenlediği bir etkinliğe tanıklık ettik: ‘8. Kent Araştırmaları Kongresi: Cumhuriyetin 100. Yılında Kent’ (‘İkinci Yüzyılına Giren Cumhuriyetin Yerleşmeler Konusundaki Yeni İddiaları Neler Olabilir?’… (Ankara’da, 22-24 Kasım 2023; TEPAV [Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı, ki Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu, Dr. Güven Sak ve arkadaşları tarafından, Aralık 2004’te kurulmuş bir Vakıf’tır] binasında düzenlenmiştir…)
Kongre’ye ‘çağrı metni’nde, (Prof. Dr. İlhan Tekeli’nin kuramsal ele-alışlarında kullandığı kavramla) Cumhuriyet’in ‘iddialı bir köktenci modernist uygarlık projesi’ olduğu; aradan 100 yıl geçtiği, artık bir değişimin eşiğine gelindiği, yetişmiş insan gücü, kapital, fiziksel ve kültürel altyapı olarak önemli bir birikim sağlandığı, yüz yıllık sürenin sorumlu öznesinin ‘halk’ olduğu ve artık, kimilerinin bu süreci olağan akışına bıraktığı, ancak, bu kongreyi düzenleyen kuruluşların, bu dönemeci, ‘ikinci yüzyıla geçişi, yeni bir atılım yapmak için bir fırsat olarak değerlendirmek’ ve ‘yeni iddialar belirlemek’ amacı ve hedefiyle kullanacakları belirtilmektedir! Yâni, zımnen, bir ‘hesaplaşma’ çağrısı yapılmaktadır?! (Bu hesaplaşmanın kuramsal arkaplanında, toplantıların örgütlenişi ve katılımcıların akademik profillerinden de anlaşıldığı üzere, Prof. Tekeli’nin, kurmuş olduğu Vakıf da işaret etmektedir ki,tüm ülkeye yaygınlaştırmaya istekli olduğu fikirlerinin olduğu söylenebilir…)
Kongre’nin destekleyici kuruluşları şunlardır:
- TEPAV;
- (Emir Osmanoğlu başkanlığındaki) ‘Kent Araştırmaları Enstitüsü’ (künyesi hiçbir yerde tam olarak açıklanmamakla birlikte, anlaşıldığı kadarıyla, ‘Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı, Yerel Yönetim Politikaları Kurulu’ [ki Prof. Dr. Şükrü Karatepe, anılan Kurul Başkanvekili’dir] himayelerinde çalışmakta olan ve belediyelere, temel hizmet alanlarını kapsayan 21 hizmet alanında, 21 kitaptan oluşan bir ‘Belediyeler İçin Hizmet Rehberleri Seti’ hazırlamış bulunan, AKP’ye yakın bir araştırma kuruluşudur);
- (Prof. Dr.) ‘İlhan Tekeli Şehircilik Kültürü Vakfı (İTŞKV)(genelde şehircilik ve demokrasi gelişimi, özelde de, Prof. Dr. İlhan Tekeli’nin – İT – eser, faaliyet ve neo-liberal-sol düşünceleri çerçevesinde faaliyet yürütmek üzere kurulmuş, her 2 yılda bir ‘Ankara – İT Şehircilik Bienali ’[bu yılkini; İTŞKV, Ankara Ticaret Odası, [CHP’li] Ankara Büyükşehir Belediyesi ve ona bağlı Ankara Kent Konseyi desteğiyle, ‘Ankara’nın Başkent oluşunun 100. yılında “Kentte Bir Arada – Kamusal Alana dair Güncel Arayışlar”’ başlığı ile, 13-26 Kasım 2023 tarihlerine ve son 8. Kent Kongresi’ne de denk düşürmek suretiyle!] düzenleyerek ve her yıl, üniversitelerde üretilen şehircilik yüksek lisans ve doktora tezleri arasından seçilen tezlere (göreli olarak, 2022’de, 3.000-’er ve 5.000-‘er TL ödül vererek!) ‘İT Şehircilik Tez Ödülü’ seçip, dağıtan ve şu anda Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı neo-liberal Prof. Dr. Himmet Murat Güvenç’in yaptığı; kurucuları arasında İ. Tekeli’nin kendisini, nedense göstermediği ve fakat onun, 58 kişilik Mütevelli Heyeti’nde, Birikim Dergisi’nden neo-liberal-solcu Tanıl Bora ile birlikte yer aldığı bir özel Vakıf’tır!);
- TOBB ETÜ (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Vakfı’na ait TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi; 2004 yılında kurulmuştur);
- ‘İdeal Kent’ Dergisi’ (Emir Osmanoğlu’nun sahipliğindeki ADAMOR Araştırma ve Medya Şirketi tarafından, 2010 yılında yayın faaliyetine geçmiş bulunan, yılda dört kez yayınlanan Kent Araştırmaları Dergisi);
- ve son olarak (kongreyi, önümüzdeki 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde kendisine bir propaganda ortamı olarak değerlendirdiği anlaşılan AKP’li Turgut Altınok başkanlığındaki) Ankara – Keçiören Belediyesi,
Kongre’nindüzenleyici kuruluşlarıolarak tanımlanmıştır…
Saptayabildiğimiz kadarıyla 3 gün – 38 oturumluk ve toplamda yaklaşık 142 akademisyen ve uzmanın katıldığı kongreye, TOBB ETÜ kampüsünde yapılmasına karşın, dışarıdan çok sınırlı sayıda dinleyici katılmıştır. İçeriden, üniversite gençliği ise, hemen hiç ilgi göstermemiştir?! Ve kongre, sanki bildiri sunan akademisyenlerin birbirlerini dinledikleri ve akademik kariyer yolculuklarına bir etkinlik daha ekledikleri bir ortam görüntüsü vermiştir…
Kongre toplantı notları
Kongre’nin açılışında, Prof. Dr. İlhan Tekeli ve (Mimar) Han Tümertekin açılış konuşmaları yapmışlardır. Bu konuşmalara yetişemedim; ancak, özellikle İlhan Tekeli’nin fikirlerini kısa bir özetleme amacıyla, Tekeli’nin, bu toplantının hemen öncesinde, yine bu ‘100. Yıl’ dolayısıyla, İstanbul’da bir dergiye verdiği röportajından kimi alıntılar yaparak, onun güncel kuramsal duruşunu vermeyi deneyeceğim… (Tekeli hocamız, ‘sürekli öğrenen’ ve de düşüncelerini son gelişmelere göre âyârlayan bir kuramcı olduğundan, ‘son duruşu’ diyorum…)
Şöyle diyor, İlhan Tekeli, (Ekim 2023 tarihli) bu söyleşisinde:
‘Tabiî bir cumhuriyetin tarihinde 100. yıla ulaşmak önemli (..). Ben de bu konuda iki kitap yazdım. Bir tanesi kent planlamasının 150 yıllık tarihi gibi; bu Marmara Belediyeler Birliği Kültür Yayınları’ndan çıkacak 7 kitaplık seriden biri. Diğeri de Cumhuriyetin kentsel altyapısının yüz yıllık tarihi.(..) Yazdıkça yeni farkındalıklar elde ediyorsun.(..) Daha önce görmediğini görmeye başlıyorsun. Biz genelde yüzyıllık tarih yazmayı, özellikle kent ve belediyecilik konularında yeterince bilmiyoruz.(..) Bir anlamda bu yüzyıl kutlamaları dolayısıyla, biz yüzyıl tarihi yazmayı biraz pratikte öğrenmeye çalıştık (..).(..) Ben yazdığım yazılarda bu yüzyılı genellikle dört döneme ayırdım. Birinci dönem, Cumhuriyet’in ilanından, yani 1923’ten İkinci Dünya Savaşı sonuna, 1948’e kadar olan yıllarını kapsıyor. Tek parti dönemi, yönetimde cumhuriyetin kurucu ‘baba’ları var, o kurucu ‘baba’ların iddiaları var. Birinci dönemi ben genellikle “radikal modernite” dönemi olarak adlandırdım. İkinci dönem, aslında 1948’den –yahut 1950 diyelim- 1980’e kadar giden, modernitenin ortadan kalkmadığı ama çok partili rejime geçildiği için popülist bir nitelik kazandığı “popülist modernite” dönemi oluyor. Üçüncü dönem ise bu “popülist modernite”den uzaklaşıp, dünyada yaşanan bir büyük dönüşümün Türkiye’deki yansımalarını da içeren bir “postmodern”in inşaya başlamasıyla ilişkilidir. Bu geçiş neo-liberal bir politika içinde 2000 yılına kadar gidiyor. Dördüncü dönem olarak ise, 2000 yılından günümüze kadar AKP’nin iktidarda olduğu, bir anlamda üçüncü dönemde ortaya çıkan neoliberal politikaların izlendiği ama köktenci modernite karşısında da vaziyetlerin alındığı bir dönem var.(..)Aslında Anadolu’nun yaşadığı modernleşme Cumhuriyet ile başlamıyor, Osmanlı ile başlıyor. Osmanlıların 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra –ben ona “utangaç modernite” dönemi diyorum- bir modernleşme yaşanıyor!’ (Bkz.: Prof. Dr. İlhan Tekeli, ‘Hep Beraber Çözmemiz, Hep Beraber Ortak Kanıyı Üretmemiz Gerekiyor!’ (Söyleşi; Mehmet Şahinler, Merve Şahin), Mimar.ist, Yıl: 23, Sayı: 78, Kış 2023, [ss. 24-35] ss. 24-25.)
Cumhuriyet’in, çözülmüş bir imparatorluktan bir ulus devlet inşa işine giriştiğini söyleyen Tekeli, bunun kolay bir iş olmadığını; tebaadan yeni bir yurttaş ortaya çıkarma işini çok kısıtlı kaynakla yapmak zorunda kalındığını; bu iş için (Ankara’nın başkent seçilmesi, iç pazarı bütünleştiren demiryolları ağı yapımı, 1929-sonrasında devletçi sanayileşme ve fabrikalaşma ve 1932-sonrasında sayıları tüm ülkede 4.000’in üstüne çıkan ‘modernleşme ajanları’ ağı olarak Halkevleri ve Halkodaları yapımı gibi) dört mekânsal politika kullanıldığını belirtmektedir. (A.g.y., ss. 25-26.)
Tekeli’ye göre, 2002-2023 arasını kapsayan dördüncü (AKP’li) dönem, bir tek parti dönemi olarak göze çarpar; başlangıç yıllarında farklı bir çizgi izleyen iktidar, zaman içinde, İslamcı bir siyaset izlemeye başlar. Bu dönemde, Cumhuriyet’in modernist dönemindeki değer yargıları, lâiklik sorgulanır; ve bu pratik, ülkenin mekânsal yapısının yeniden üretilmesi sürecini etkiler. Mekânsal sonuçları olan altı politika izlenir: Ülkenin karayolu sisteminde, parasız bölünmüş yol ağı geliştirilir; hızlı demiryolu sistemi ve Boğaz’ı Avrasya tüneliyle geçiş sağlanır; ülkenin büyük kentlerinde uluslararası standartta spor altyapısı geliştirilir; yüksek öğretim kurumları, ülke mekânında, sayısı 200’ün üstünde yaygınlaştırılır; kentsel dönüşüm programı ve yasası getirilir; ve son olarak da, su kaynaklarında HES yapımına hız verilir! Bunların yanında, bir de, bu döneme özgü olarak, mekâna, kentsel mekâna ve hattâ bütün ülke mekânına İslamî bir peyzaj, görünüş vermek için yapılmış ‘cami kampanyaları’ yürütülür! (A.g.y.,ss. 33-34.)(Aslında, Tekeli’nin akıl yürütmesine göre, bu dördüncü döneme, ‘İslamcı modernite’ demek gerekecektir; ancak, Tekeli hoca, bunu ifâde etmeye sanki biraz utangaçça yaklaşır; daha doğrusu,nedense, yaklaşamaz?!!)
İşte Kongre’deki genel kuramsal temel, bu minval üzere döşenmişti… İzlediğim konuşmacılardan bazılarının konuşma vurgularını, şu biçimde özetleyebilirim:
‘Hâlâ Kurul(a)mayan Bir Başkent mi? Modern Türkiye’nin Başkent Oluşunun Yüzüncü Yılında Ankara’ başlıklı oturumda:
- (İstanbul – Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü’nden [FAE]) Prof. Dr. Gülçin Erdi; 1990-2000’li yıllar Ankara’sında, kent ambleminin ‘Hitit Anıtı’ndan, ‘hilâl-yıldız, 2 minare, Atakule ve Ankara Kalesi’nden oluşan yeniamblemine çevrildiğini, Gençlik Parkı’na, İller Bankası’na (cami yapımı ile), Atatürk Orman Çiftliği’ne (Cumhurbaşkanlığı Kampüsü inşası ile) (sembolik) müdahale edildiğini ve AKP döneminin mimarîsinin ‘tasfiye mimarîsi’ olduğunu söylemiştir!
- (Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi’nden) Prof. Dr. Savaş Zafer Şahin; 2 yıldır (FAE’nün de katıldığı) uluslararası bir proje yürüttüklerini, küresel düzeyde başkentlerin incelendiği bu araştırmada, kendilerinin de Ankara’yı ele aldıklarını, Ankara’nın devlet tarafından bir planlama paradigmasına sahip olduğunu, ancak, plan sonucunda, yerliler ile İstanbul’dan gelen bürokratların arsa vurgunculuğundan fayda sağladıklarını (göçmenlerin ise kaybettiklerini), kentte sırasıyla liberalleşme dönemi (1950-60), merkezî planlama dönemi (1960-80), erken neo-liberalleşme dönemi (1980-2000), açık neo-liberalleşme dönemi (2000-2011), Melih Gökçek (kent patronu) dönemi (1994-2020), popülist otoriter neo-liberalleşme dönemi (2011-2023) yaşandığını belirtmiş ve sonuç olarak, (Ankara merkezine yakın, 1936-38’de inşa edilmiş eski Ankara Hipodromu’nu 2019’da yıkıp, oraya yapılan 1,7 milyon m² büyüklüğündeki, AKP’nin parti projesi olan ‘Başkent Millet Bahçesi’nden, dışsal-ekonomi anlamında yararlanmayı da içeren;tek parselde 125 dönümlük proje alanlı, 1.578 konutluk, 1.429 ofislik ve 206 mağazalık!) ‘Merkez Ankara’ (karma yaşam) Projesi’ne ve (Şahin’in deyişiyle) ‘Başkent’i planlamama ve yapmama’ya gelinmiştir!
- (Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’ndan) Dr. Emrah Söylemez, Ankara’daki ‘Kapalı Siteler’i ele almış, bu çerçevede, Çankaya ile Keçiören’i karşılaştırmış, yâni ‘loftlar’ ile ‘Estergon’ zıtlığını ele almış, 2003’ten beri TOKİ’nin 1.200.000 konut ürettiğini söylemiş, Çankaya’da 108 binadan oluşan site bulunduğunu, kapalı sitelerin, lüks, konfor ve güvenlik sunduklarını belirtmiştir;
- (Kent Araştırmaları Enstitüsü’nden) Dr. Pınar Çobanyılmaz, Ankara’da kent hakkı ihlâllerine örnek olarak İmrahor Vâdisi’nin yitirilmesini ele almış, (AKP dönemini kastederek) modernizm ve sekülarizmden, İslamcı neo-liberalizme geçiş yapıldığını, Cumhuriyet hafızasının görmezden gelindiğini, ideolojik rövanşizm yaşandığını, 2000- sonrasında, aşırı kentleşme dolayısıyla İmrahor Vâdisi’nin, ekolojik değeri ve hava koridoru özelliği olmasına karşın, bugün, (Gökçek döneminin) ‘Güneypark kentsel dönüşüm projesi’ ve ‘Kanal Ankara projesi’ nedeniyle, imara açılıp, kentleştiğini söylemiştir.
Oturum sonunda, Prof. Şahin’e şu soruyu sordum: ‘‘Küresel Güney’in 8 Başkenti Projesi’nden, yeni haberdar oldum… Ankara’nın başkentlik sürecini neo-liberalleşme kavramı ile açıkladınız. Kanımca, bu yetersiz bir kavramlaştırma?!Ankara Başkentlik projesi, Kemalist bir Devrim projesidir! Dolayısıyla, 2000’li yıllardaki (AKP) projesi, bir karşı-devrim projesidir!Ankara, (19 Kasım 2023’te yitirdiğimiz) diplomat-tarihçimiz (“Ankara… Ankara… Bir Başkentin Doğuşu [2. Basım]”, Ankara: Bilgi Yayınevi, Şubat 2006, künyeli güzel kitabın da yazarı olan) Bilâl N. Şimşir’in dediği gibi, küresel Güney’in de başkentidir! Dolayısıyla, anti-emperyalist, lâik, seküler bir modernleşme projesidir! Bu özelliğinin sunuşunuzda vurgulanmamış olması, bahsettiğiniz projede bir eksiklik olarak değerlendirilmemeli midir?!’ Prof. Şahin’in verdiği yanıt şöyle oldu: ‘Evet, önemli bir konu… Ancak, bugün Ankara – Çukurambar’daki mekânsal yapılaşmanın neo-liberal rant pazarından, hem devrimciler, hem de karşı-devrimciler aynı ânda faydalanıyorlar?! Dolayısıyla, bu söylenen farklılığın, siyaset-bilimcilerce ortaya konması gerekiyor?!’
- Kongre’nin 2. gününde (‘Türkiye’de Modernleşme ve Kentlerimiz’ başlıklı) bir sunuş yapan Prof. Dr. Şükrü Karatepe, Osmanlı’nın (Tekeli’nin sözünü ettiği gibi) ‘utangaç modernleşme’ döneminde, İstanbul gibi büyük şehirlerimizde ‘yolların düzleştirilmesi’ projeleri yapıldığını, Beyoğlu’nun ilk Batılı şehrimiz olduğunu, (İstanbul’daki) İttihatçıların önderliğindeki ‘I. Ulusal Mimarlık Akımı’nı, Ankara’nın, ‘radikal modernleşme’ye çevirdiğini, Jansen, Egli, Holzmeister gibi (Alman, Avusturyalı) yabancı mimarların kontrolünde, modernizmin yapılaştırıldığını ve yaygınlaştırıldığını, camiler, hamamlar gibi eski uygarlık yapılarının görmezden gelindiğini, yeni bir şehirciliğin getirildiğini, Osmanlı dönemi şehirciliği ile aradaki temel farkın demiryolları ağı ve istasyon (caddesi) yapılanması olduğunu, (kendisinin de Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı yapmış olduğu kendi şehri olan) Kayseri’de, en yüksek katlı bina 4 katlı iken, ancak 1975’te ilk 10 katlı apartmanın yapıldığını, Cumhuriyet’in önemli bir girdisi olan ve şehir dışında inşa edilen (Sümerbank gibi) fabrika kampüslerinde, ideolojik araçlar olarak yapılansosyo-kültürel tesislerde, halka, sosyal ve lâik hayatın nasıl yaşandığının gösterildiğini, 1950’lerde, Demokrat Parti’nin kendisini destekleyen köyü, köylüyü, kasabayı, tarımı, karayolunu teşvik ettiğini; Tekelihocanın dediği gibi, ‘köylünün çözülmesi’nin yaşandığını, köylünün şehirlere akın ettiğini, 60’lar, 70’lerde de bunun devam ettiğini, plancıların pasif kaldığını, kentsel gelişmede arsa mafyası, spekülatörler, kayırmacılık, kulüpçülük ve tarikatların etkili olduğunu, 80’lerde Gümrük Birliği’ne geçiş olduğunu, modernleşme amacının terk edildiğini, inşaat sektörünün güçlendiğini, plancılığın artık kâr etmediğini, paranın sözünün geçtiğini, Gaziosmanpaşa’da, Çankaya’da plazaların yapıldığını, ‘Ankara, Dubai mi oldu?’ sorusunun sorulur olduğunu, AVM’lerin yapıldığını, ne Sovyetler’deki gibi ne de Batı’daki gibi şehirlerimizin olmadığını, artık ‘kentimiz çökmüştür!’ denilebileceğini söylemiştir?!
Prof. Karatepe’nin, 27 Mart 1994’te, (%33 oranla) Kayseri’ye Büyükşehir Belediye (BB) Başkanı olmasından 2,5 yıl kadar sonra, 10 Kasım 1996’da, partisinin bir iç-toplantısında yaptığı konuşmada, ‘Refah Partili olarak yeryüzünde tek başıma da kalsam, bu zulüm rejimi değişmelidir, Tek parti rejiminin kalıntısı, çağdışı olmuş, insanları köle gibi gören ve rey verip de yöneticisini seçen insanlara, hiç muamelesi yapan bu düzen değişmelidir. Ve müslümanlar, içinizden bu hırsı, bu kini, bu nefreti, bu imanı eksik etmeyin!’ diyerek, Türkiye siyasetini birbirine kattığı, o günlerin basınında kayıtlıdır…(Bkz.: Rıfat Yörük, Kasım’da Kavak Kesmek: Trajikomik Bir 10 Kasım Hikayesi, Kayseri: Yediharf Yayıncılık, Mayıs 1997, s. 24.) Ve, o günlerde, Kayseri Büyükşehir Belediyesi’nin ilçe belediyelerinden birisi olan Melikgazi İlçe Belediye Başkanı olan Mehmet Özhaseki, bugün 2023’te, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı’dır. Karatepe’ye, 1996’daki olayı sırasında, kendisine ‘asıl ve en önemli destek’i veren, o zamanın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, ‘Dost İnsan’, Recep Tayyip Erdoğan olmuştur! Bugün Erdoğan, Başbakanlık da yaptıktan sonra, ülkenin (seçilmiş) (AKP’li) Cumhurbaşkanı’dır. Ve Karatepe’yi, hani 1996’da, kendisine ‘İstanbul’a yapılan hizmet tüm Türkiye’ye yapılmıştır. (..) Yani Türkiye’nin sorunları İstanbul’da yığılıyor.(..) Sayın başkanımız ekibiyle birlikte çok uyumlu ve başarılı bir çalışma yürütüp, İstanbul’a hizmet üstüne hizmet götürüyor!’ (a.g.y., s. 120) diye övgüler yağdırmış olan Kayseri BB Başkanı’nı,bugün ‘Cumhurbaşkanlığı Yerel Yönetim Politikaları Başkanvekilliği’ne getirmiştir!
Sakarya Savaşı sırasında, meydan muharebesine bir gün kala,22 Ağustos 1921’de, Yunan saldırısı Sakarya’ya dayanmış, Yunan Başkomutanı ‘Hedefimiz Ankara!’ derken, Ankara’dan Kayseri’ye taşınma sorunu gündeme gelmiştir. (Bkz.: Bilâl N. ŞİMŞİR, Ankara… a.g.y., s. 218)Bu, gerçekleşmemiştir. Ve o günlerin ‘yedek başkenti’ Kayseri’nin (sonrakiislâmcı) yerel yönetim kadrosu, deyim yerindeyse, kentlerine taşıyamadıkları başkent(li)liğin hesabını, başkente, kendilerini (İstanbul Belediyeciliği ve Başkan R. Tayyip Erdoğan üzerinden) siyaset ortamında ışınlamak suretiyle kapatmışlardır?!
Kongre’ye ‘zoom’ yoluyla katılan (Mimarlık tarihçisi) Prof. Dr. Uğur Tanyeli ise, ülkemizdeki mimarlık tarihçiliğini, kıyasıya eleştirmiş; ilk Osmanlı mimarî tarihçilik kitabının 1873’te yazıldığını; sonra, 1930’lara kadar, Gabriel, Gurlitt, Wulzinger, Riefstahl gibi Avrupalı tarihçilerin devreye girdiğini, kendisine özgü bir ‘Türk Sanatı’ olduğunu ilk kez dile getiren Celâl Esad Arseven’le (1875-1971) ciddî, fakat amatörce çalışmaların gündeme geldiğini, İsmail Hakkı Konyalı’nın (1896-1984) kitaplarının önem taşıdığını, Prof. Dr. Doğan Kuban’ın(1926-2021) eserlerinin etkisinin 1950’lerden 1990’lara kadar sürdüğünü, son dönem mimarlık tarihçilerinin, onun paltosundan çıktıklarını belirtmiş,kendi eserlerine (bu arada, ‘Osmanlı Mekânının Peşinde: Sınıraşımı Metinleri’ [2016] kitabına değinmiş, 2000’li yıllarda, ülkemizde ‘Öteki’nin Mimarîsi’nin (Gürcü, Ermeni, Bizans, Kürt mimarlığı gibi) ele alınır olduğunu belirtmiş, ayrıca da ‘dünyada rant baskısının olduğu her yerde, mimarî yıkımların olduğunu, Chicago kent merkezinin, son 130 yılda, 9,5 kez yıkılıp, yeniden yapıldığı’nı sözlerine eklemiştir!
Kongre’nin son gününün son oturumuna değinerek, notlarımı tamamlayayım: 3. gün, son oturumda ‘Şehir ve Sosyal İnovasyon (İyi Uygulama Örneği)’nin sunulduğu salona, 15 dakika gecikmeli olarak girdiğimde, masanın başında 3 kişi ayakta bekliyordu… Başka da kimse olmadığından, bana da dikkâtle baktıklarından, ‘başladınız mı?’ diye sordum… Hepsi, ‘Siz geldiniz ya; başlayabiliriz?!’ dediler… ‘O hâlde başlayalım!’ dedim… (Sordukları için) Kendimi, ‘Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’ndan emekli Şehir Plancısı’ olarak tanıttım ve de ekledim: ‘Aynı zamanda Konya’lıyım… Sizler de Konya Büyükşehir Belediyesi’nin çalışmalarını anlatacakmışsınız? Merak ettim; bizim Konyalılar neler yapıyorlar?’ diye… Memnun oldular…Ve, Konya Büyükşehir Belediyesi’nin Sosyal İnovasyon Ajansı Direktörü Ali Güney, (130 bin üniversite öğrencisi bulunan) Konya’da yaptıkları çalışmaları, Stanford Üniversitesi kaynaklı, ‘çözüm uzayı’ kuran ‘Sosyal İnovasyon Merkezi’ni ve ‘Yayıncılık Yaz Okulu’nu anlattı… Marmara Belediyeler Birliği’nden, Veri ve Teknoloji Merkezi Direktörü (Şehir Politikaları Uzmanı) Samet Keskin ise, 1975’te kurulmuş olan Marmara Belediyeler Birliği’nin 11 ili kapsayan çalışmalar yaptığını, verinin şimdinin petrolü olduğunu, veriyi enformasyona dönüştürüp, bilgiye ulaşmaya gayret ettiklerinden bahsetti… ‘Marmara Urban Forum’ kurduklarını, ‘çözüm üreten kentler’ bağlamında, ‘Yerel Yönetim Akademisi’nde, yılda 16 bin öğrenci eğittiklerini belirtti… (Emir Osmanoğlu da toplantıya sonradan katılan 2. kişi oldu; toplantı anısı final fotoğrafına, beni de çağırdılar…)
Sonuç olarak
Ankara’da düzenlenmiş olan ‘8. Kent Araştırmaları Kongresi: Cumhuriyetin 100. Yılında Kent’ toplantısı, genelde, ortalama Ankaralı’dan, (şehircilikle ilgili) meslektaş ve/ya da üniversite gençliğinden uzak, birtakım (AKP-destekli) kuruluş(lar) üyelerinin, kendi cemaat-içi haberleşme, bildiri-leşme, akademik yüksel(til)me arayışlı bir toplanma eylemi olarak gerçekleşmiştir… Özelde de, Prof. Dr. İlhan Tekeli’nin (kayıtlı ve sadık ve de Vakıf üyesi) öğrencilerinin, onun bildik ve engin (!) bilgi birikimi ve araştırma evreninden nemalanmak ya da yararlanmak üzere bir araya geldikleri bir âyin kılgısı (gibi)olmuştur…
Türk kentine ve 100. yıl kentleşmesine yararı olmuş mudur?
En azından, dipten doruğa dek borçlu Türk ekonomisinin can çekiştiği günümüzde ve ölü toprağı sessizliğindeki Ankara’da ya da Ankara’ya doğru, hafif bir canlılık, ölgün bir eylemlilik yaratmıştır?!
Az kazanım mıdır, bu?!!
(NOT: Yazıda bahsi geçen etkinlik, 31 Mart seçimlerinden önce gerçekleşmiştir.)