Türkiye’deki toplumsal sorunların salt enflasyon, işsizlik, yolsuzluk, dinci dayatmalar ve siyasal faşizmin getirileri ve uygulamaları olmadığı konusunda pek azımız düşünce birliği içindeyiz! Ayırdına varılmayacak denli sinsice ilerleyen ve toplumsal kültürün kalıcı olarak değişmesine yol açacak bu yaptırımlar biz laiklerin, yani vatanseverlerin, yani devrimcilerin, yani Atatürkçü azınlığın (onlara göre) gözünden kaçmıyor. Bu çağdışılığı yaşadıkça ve umutlarımız bilendikçe ayırdına varıyoruz ki iktidar, 22 yıldır laik Türkiye Cumhuriyeti’ni İslamlaştırmak, toplumu Araplaştırmak peşindedir; ömrünü ve başarısını, yetiştirmeyi hedeflediği “Yeşil Kuşağa” emanet ederek Türkiye’yi küresel emperyalizme sürgit bağlamak, İslam’a hizmet verecek güçlü, dinci ve anayasal (!) totaliter bir ön devletin düşünü kurmaktadır.
Yüz yıla yaklaşan zaman içinde hiç ara vermeden, gözler kara, beyinler kapalı sürdürülen hazırlıklar ve kefen giymeyi göze almak gibi hamaset edebiyatına vardırılan bu mantıksız hedef, Türkiye Cumhuriyeti’ni İslam coğrafyasının lideri yapmak ve ABD emperyalizminin koynuna sokmaktan başka bir şey değildir. Onlara göre, hedefi tam on ikiden vuracak tek güç İmam Hatip’ten yetişecek dindar Yeşil Kuşaktır! Ne acımasız bir uygulamadır ki kendi çocukları ABD’de okurken, yoksul ana babaların yavruları, dincilerin ellerine umarsızca bırakılmış durumda… Yoksulluğun çözümü dinci tarikatlarmış gibi, yaşamanın kolayı boyun eğmekmiş gibi ve bu halkın mutluluğu siyasal İslam’daymış gibi, tüm yollar cennete çıkmakta… İnsanımızın dünya yaşamı ile tanrısal güç arasındaki seçkileri, kendi vicdanlarından alınıp emperyalizmin hoşgörüsüne kilitlendiğini bizler bağırıyoruz; inançlı yoksulluk, cahilliğin verdiği sağırlıkla bunu duymazdan geliyor. Ne yazıktır; tanrının önlerine koyduğu yaşam mönüsüne şükür etmekle yetiniyorlar.
Cumhuriyet tarihimiz tarikatların, siyasal dincilerin ve devrimlerin örtülü düşmanı feodalist sağ partilerin Atatürk ve laiklikle giriştiği kavgayla geçmiştir. Bu hedef için yetişen Ali Kemaller ve ağalı beyli hainler, cumhuriyet demokrasinin (!) kara lekeleridir.
GENÇLİK TETİKTE…
Evet, gençlik 80 darbesin ardından girdiği eylemsizlik sürecini, düşünce bazında sonlandırmış görünüyor. Politikasız geçen zaman içinde, dinci faşizmin verdiği pratikle özgürlüklerine ve yaşam biçimlerine dokunan her kararı, sosyal medyada alaycı siyaset dışı bir yaklaşımla hızlıca yanıtlamaktadırlar. Bizleri şaşırtan, ancak sevindiren şey bu gençliğin, düşünülenin aksine dindar gençlikle aralarında sorunsal bir çelişkinin bulunmamasıdır. Bir başka değişle laik, demokrat, devrimci ve özgürlükçü gençlik, başını kapatan gençlikle anı sorunlar, aynı zorluklar, aynı koşullarda yaşıyor ve ülke yararına olmadığını düşündükleri her konuda gerektiğinde, birlikte eylem koyabiliyorlar. Gezi’de de böyle olmadı mı? “Antiemperyalist Müslümanlar” laik arkadaşlarıyla Taksim’e yürümüş, doğa için, yaşam haklarına dayatılan siyasal baskılar için omuz omuza “Hayır” diyebilmişti. Vatansever, Atatürkçü ve özgürlükçü hiçbir gencin kafası, türbanlı arkadaşının başındaki beze takılmamıştı. Yeri geldiğinde onu polisin sopasından, gazından korumasını bilmişti. Çünkü onlar, inançtan önce “vatan ve özgürlüğü” düşünen ilerici ve özgür ruhlu gençlerdi.
Türk gençliğinin devrimci karakteri inançlarla değil, bilimin gerçekleriyle şekillenmiştir. Ordunun darbelerinde yaşamını yitiren, işkence gören, zindanda ömür geçiren Atatürkçü, devrimci sol gençlik için inançlar ve din, uğruna savaşım verilecek bir değer olmaktan çoktan çıkmıştır. İşte dincilerin korkusu ve yeşil gençlik yetiştirme cabaları, bu gerçeğin yarattığı huzursuzluğun getirisidir.
Görülüyor ki Türkiye’nin sorunu inançlar değildir; inançlar üzerinden beslenen ABD ve onun ülke içindeki uzantılarının dış sermaye seviciliğidir. Gözü doymayan sahte burjuvadır, siyasal İslamcıdır, feodalizmden geçinen aşiretlerdir, tarikatlardır, şeyhler, ağalar/beylerdir, büyük toprak sahipleridir ve en önemlisi, Emevi eksenindeki Sünni, gerici Arap hayranı siyasetçiler ve partileridir.
NE YAPSANIZ OLMAYACAK…
Sizler istemiyorsunuz ki olsun!
Dindarı dinci, dinciyi yobaz, imamı gerici, gençliği siyasal İslamcı, çocukları vaiz, kadını kul, erkeği acımasız, yoksulu dilenci, emekçiyi köle, esnafı açıkgöz, köylüyü göçer yapmaya zorlarsanız olmaz!
Devleti, Diyanet gibi yönetirseniz hiç olmaz!
Fetva alarak, spor salonunu açarken besmele çekerek; yangınını söndürmek, fiyatları düşürmek, kredi yağdırmak için tanrıdan yardım dileyerek; yoksulluk çekenleri cennetin düşsel konforuyla uyutursanız bu iş olmaz!
Atatürk’e küfür edenleri cezasız bırakırsanız, ayyaşlıkla suçlarsanız, üniversite gençliğini, profesörleri adamdan saymazsanız, bilimsel gerçeklerini dışlarsanız, uzaya gönderdiğiniz pilota “astronot” derseniz hiç olmaz.
Tarikat erbabını devlete yamarsanız, diyanetin imamını derslere sokarsanız olmaz!
Özal’dan bu yana din pazarlayarak bu ülkenin varını yoğunu sattınız. Türk kimliğini, dolar bastırıp konut alan yabancının boynuna astınız. Yine olmadı; çünkü ipe un serilmez!
İşçiye, memura, emekliye, çiftçiye, öğrenciye, öğretmene tepeden bakarsanız olmaz!
Yoksulun yer sofrasında karın doyurup, şişkin yatağında uyursanız bu iş olmaz!
İçlerinizde öfke ve kin; yüzlerinizde “yumuşak” birer maske… Karşınızda baş eğmiş bir CHP… Şimdi sizlere her şey daha güzel, ama… Yırtınsanız da olamaz; olmayacak!
Minare kılıfa girmiyor…
Sizler konuştukça halkımız alkışlıyor…
Bu nasıl bir ilahi liderlik karizmasıdır, aklımız almıyor!
Tek şey oluyor bugün; bu halk, dini konuştukça dinden soğuyor! Tanrı inancını gözden geçirme gereği duyuyor. Tanık olduğu, yaşadığı tüm sorunların kaynağını dincilerden geldiğine inanır oluyor. Gün geçtikçe laikliğin yok edildiğini anlıyor. Hiçbir AKP’li siyasetçi ateist (tanrıtanımaz) düşüncenin altında din düşmanı bir gençlik aramasın. Suç sizde! Radikal dinciliği topluma eken sizlersiniz. Şimdi yer yer ateist biçiyorsunuz! Kanla kazanılmış bu topraklarda gerici tohumu yetişmediğini Atatürk’ün cumhuriyeti sizlere öğretmedi mi?
Şu bir gerçek; dünyada ve Türkiye’de sorgulayan bir gençlik var ve bilişim çağının olanaklarını kullanarak ulaşamadıkları bilgi yok! Bu yüksek bilinç insanları, tanrıya inanmanın, ondan bir beklenti ummanın gereksizliğine doğru itiyor. Bilinim bu hızlı ilerleyişi, dinsel inanışları bilimin geri kaldığı coğrafyalara doğru hapsediyor; o topraklarda yaşayan halkların çağı yakalaması olanaksızlaşıyor. Bilim paranın emrinde hızla gelişirken, inançlar yoksulların beyninde yaşıyor/yaşatılıyor, onları kemiriyor.
Halkları dinle sömürenlerin, dogma düşüncelerle emperyalizmin hizmetçiliğini yapanların da mutlak sonu vardır. Ateizme karşı olabilirsiniz; tanrıya inanmak ya da inanmamak kişisel bir seçki… Düşüncenin diyalektiği isteseniz de, istemeseniz de inançları köreltiyor. Gelecekte laiklik, bizler gibi demokratikleşmemiş halkların mumla aradığı bir “özellik” olmaktan çıkacaktır.
***
Tanrı’ya inanmayan o insanların vicdanları, canlıları ve doğayı yok etmeyecek denli korumacıdır. Yoksula yardım ettiklerinde karşılığında bir istekleri olmaz. Onların gözünde, yaşanan sorunların kaynağı inançları kullanan kapitalist/emperyalist sistemdir. Din kavgaları, etnik kışkırtmalar, ekonomik sömürüler, ulus/devletlerin batışı ve demokrasinin halklara özgü kullanılışı, sona yaklaşan liberal sistemin açmazlarıdır. Ve adres gösterirler; tarihteki savaşların, ölümlerin, var/yok oluşların ve soykırımların nedeni “insan-din-sermaye” üçlüsüdür!
Ateistin tanrısı, onu yaratan doğanın kendisidir. Mal/mülk hırsı, yalan dolan, emeksiz kazanç, mağduriyetten geçinme, cennet/cehennem, ahiret, öte dünya yer almaz onun kitabında… Yaşamın doğuşu ve bitişi, günün doğuşu ve batışı gibi nettir. Şans, “iyi zamanda iyi yerde” bulunmaktır; yazgı, insanın seçkisidir. Suçlu, cezasını yargıçtan alır. İyiliğinin ödülü ise vicdanının sesidir.
Müslüman inanışın yoğun yaşandığı ülkemizde ateist akımın sınırları günümüzde çok dardır. Ancak, siyasal dinci iktidarın dayatmalardan bıkmış görünen özgürlükçü gençlik, siyasal dinciliğin geriliğine, oradan ülkesine ve geleceğine vurulacak darbelere karşı kararlıdır. Tanrıtanımazlık, Rusya’da %48, İsveç’te %85’lere tırmanırken, 2022 verilerine göre Türk halkının salt %7’i ateisttir! Bu oranın içinde gizli ateistler yoktur. Yani Müslüman mahallesinde salyangoz satılmadığını iyi bilenlerdir onlar!
HALK DİNCİLİĞİ BİLMİYOR
AKP iktidarının toplum üzerindeki siyasal dincilik politikalarını, dindar gençlik yetiştirme çabalarını, kutsal dava denilen şeyin ne sonuçlar doğuracağını, akılcı bir yolla çözümlemeye çabalayan gerçek dindarların da bu ülkede var olduğunu biliyoruz. Ne var ki, o halkın önemli bir yüzdesi geleneksel hoşgörü, saf ve temiz duygularla ömürlerini tüketirken, dinciliğin siyasal çapını tartışacak birikimden yoksundurlar. Kuran’ı Türkçe okuyamayan, dinini tam tanıyamayan, siyasal seçkilerinde Müslümanlığı sandıkla birleştiren halkımızın Türkiye’nin kimin ellerinde, nereye sürüklediğini bilmesi düşünülemez; en azından şimdilik!
Türkiye Cumhuriyetinin laik, demokratik ve güçler ayrılığına dayalı sistemini yok ederek dindarlaştırmak, Atatürkçü ve sol devrimci gençliğimizin sorguladığı karşıdevrimci bir yapılanmadır. Toplumdaki inançlılar ile inançsızların birbirlerinden etkilenerek yaşadıklarını varsayarsak, bu etkileşimin inançları törpüleyerek küçülttüğünü de yadsıyamayız. Unutulmamalıdır ki her kuşak geçmişi sorgulamıştır ve eleştirmiştir. Ekonomi, siyaset, toplum inançları, gelenekler, eğitim anlayışları ve sistemleri bu sorgulamanın ve eleştirilerin biçimlendirdiği bir yaşam pratiğinden başka bir şey değildir. Türk gençliği bilimin yolundan ayrılmadıkça halkımızı yozlaştırmak, inançları ortaçağ ritmine sokmak, Atatürk ilkelerini Anıtkabir’e gömmek ve emperyalizmin değirmenine su taşımak dinci partiler için bitmiştir.
Toplum olarak bilmeliyiz; acının ve sevincin, başarının ve başarısızlığın kaynağı bizleriz. Evrende yalnız olduğumuzu, bu kimsesizlikten ürkerek devasa bir güç yarattığımızı, o gücün bizde oluşturduğu inanç duygusunu abartarak birbirimize zarar vermeye başladığımızı, onu paylaşmayı bile göze alamadığımızı, oysa onun tekliğini ve sahipsizliğini kullanarak yine de parçalara böldüğümüzü anladığımızda gülüp geçeceğiz, ama iş işten geçecek! İnsanlık, çektiği acılarla, katlandığı zorluklarla, birbirini öldürmekle, planladığı düşmanlıklarla, boşa tükettiği emeklerle kalakalacak.
Neden ideal ahlaklı bir toplum ve adaletli bir dünya kuramıyoruz; bunca dinsel öğreti yaratılmış ve insanlık onlara inanıyorken?
Binlerce yıl düşünürlerin kafa patlattığı, yanıtlayamadığı bu sorunun yanıtını bir tek tanrı biliyor!
Mutluluk arayışını bıkmadan sürdüren yorgun insan, yine de sormadan edemiyor Tanrı’sına; “Neden beni korumuyorsun? Kötülükle, açlıkla, yoksullukla baş etmem gerektiğinde, barışı aradığımda, neden yardımcı olmuyorsun? Kuşku duymadığım adaletine soruyorum; neden bana yoksullukla varsıllığı bir seçenek olarak sundun? Yoksulara sabır ve cennet diyorsun, varsıllara servet dağıtıyorsun! Adaletini sorgulayamam haşa; lakin dünyada 3 milyar kulun yoksul ve aç… Afrika’da çocuklar iskelete dönmüş… Yoksulluğu ve açlığı bir günde yok edecek servete sahip 100 milyon kulunun vicdanı buz gibi… Yeryüzünü cennet etmiş yaşıyorlar! Gözüm varsa gözüm çıksın Tanrı’m, mutlak bir bildiğin vardır bu işte.
Şu basit sorunun yanıtını biz kullarına bağışla, bağışla ki düzene karşı gelmeyelim, birbirimize düşman olmayalım, sana bir sitemimiz olmasın. Kazancımıza şükür edip servete kem göz dikmeyelim. Başımızı eğip yazgımıza sarılalım. Kuşkularımızdan, abuk sabuk sorularımızdan, isyanlarımızdan ötürü günaha girmeyelim.
Seni, bizlerin yarattığını iddia edenlerin haklılığı karşısında bir söz hakkımız olsun be Tanrı’m!