Ahmet Davutoğlu, partisinin Salı günkü il başkanları toplantısında ilginç bir çıkışa imza attı. Davutoğlu’nun açıklaması, “Aday kim olursa olsun, ülkeyi 6 genel başkanın iradesi yönetecek,” cümlesiyle basında yer buldu.
Davutoğlu’nun böyle boyundan büyük laflarla siyaseti dizayn etme iddiaları hep müstehzi karşılansa da biz ciddiyetimizi koruyalım. Zira satır aralarından önemli bazı sorular yeşeriyor.
Davutoğlu bahse şöyle başlamış:
“Halen televizyonlara baktığımda temel soru, Cumhurbaşkanı kim olacak sorusu. Şunu zikredeyim açık yüreklilikle, tek adam yönetiminden şikâyet ettikten sonra, ‘bu tek adam gidecek, başka bir tek adam gelecek’ mantığıyla sadece Cumhurbaşkanı’nın ismini konuşuyor olmaları büyük bir zaaftır.”
Davutoğlu, belki de bilinçaltındaki “devrik son Başbakan” etiketiyle takvim yapraklarını karıştırıyor ve bu ucube sisteme dair bir milat kabul ettirmek istiyor. Oysa kendisi “tek adam” yönetimine giden siyasetin baş mimarlarından. O sözüm ona miladın gerisinde yaşadığı mağduriyet bu gerçeği değiştirmiyor.
Fakat Davutoğlu’nun serzenişi genel olarak geçersiz bir argüman. Kimin Cumhurbaşkanı olacağı sorusu herhalde temel sorudur. Oyunun kuralı bu değil miydi? Biz bir şeyler mi kaçırdık?
Davutoğlu, kafasındaki stratejik (!) dehlizlerde fokocu kır gerillası örgütü mü hayal ediyor? Tasarılarında tümevarımcı bir şûralar rejimi kurma planı yoksa, sokakta, televizyonda, sosyal medyada Cumhurbaşkanı adayını konuşmak kadar doğal ne var?
Davutoğlu bu arada içindeki siyasal İslamcı zehri sıçratmaktan da geri durmamış:“Kurtarıcı gibi gelen tek kişilerin nasıl bozuldukları, yozlaştıklarının tarihidir Cumhuriyet tarihi, demokrasi tarihi.”
Menderes’i mi kastediyor? Demirel’i mi? Özal’ı mı? Eh, yol arkadaşı Erdoğan’la yetinecek olsa bu zaten cumhuriyetin ve demokrasinin Ayasofya’nın kapısıyla aynı akıbeti yaşadığı son 20 yıl.
Davutoğlu’nun garezi Atatürk’e ve İnönü’ye… Fakat bu bile şimdilik tali mesele…
Asıl derdini devamında anlatmış:
“Yeni Cumhurbaşkanı ister içeriden, ister dışarıdan olsun, ilkeler konusunda onun taahhüdünü isteriz, yetmez, 6 lider o Cumhurbaşkanlığı döneminde garantör olur. Pasif izleyici olmaz. Soru kimin aday olacağı değil, nasıl bir zihniyetle ülkeyi yöneteceğimiz. Aday ilan ettiğimiz anda aday kendi başına kampanya yürütecek, seçildikten sonra da kendi başına hükümet icra edecekse bu altılı masanın ne kıymeti harbiyesi var? O zaman biz hepimiz bir kişiye altın tepside Cumhurbaşkanlığı sunmak için bu çabayı sarf ediyoruz öyle mi? Kimse rüya görmesin! Biz o masadayken, sadece bir aday belirlenmeyecek, önümüzdeki dönemde Türkiye’nin kaderi belirlenecekse o kaderde söz sahibi oluruz ve bu konuda hiçbir kısıtlamayı kabul etmeyiz.”
Türkiye’yi bilfiil bugünlere taşımış adam olduğunu bilmesek, ağzındaki “ilkeler” lafzı kulağa hoş geliyor. Çok idealist. Hani, ADD’li emekli öğretmenin ağzından duysak. “Bir diktatör gidecek, başka diktatör gelecek. Önemli olan ilkeler ve zihniyet…” dese, parlamentonun önemini vurgulasa, tamam diyeceğim.
Ama Ahmet Davutoğlu bu konuşmasıyla aslında 6’lı masaya mesaj gönderiyor. En başından beri hiç terk etmediği “arıza çıkartma” huyunun bir sonucu. Daha masaya oturduğu ilk gün Millet İttifakı’nın adını değiştirmeye kalkmıştı. “Ağır ol, molla desinler” diye uyaran da yok sanırım…
Ama sonuç olarak sıkıntısı anlaşılıyor. Mevzi kapmaya, inisiyatif sahibi olmaya, “Büyük Enişte” olmaya çalışıyor.
Fakat bu ülkede Başbakanlık yapmış birinin sözlerini iyi tartması lazım.
Stratejik Hoca, 6’lı masanın temel hedefinin parlamenter sisteme dönüş olduğunu bilmiyor mu? Hedef bu değil mi?
Temel hedefi ve kaygısı parlamenter sisteme dönüş olan bir siyasi aktör, böyle çiğ bir “yedirmeyiz”, “enayi değiliz?” çıkışı yapmaz.
Ha, samimi olarak şöyle bir kaygı mı var? 6’lı masadan veya dışarıdan biri aday olur, sayemizde kazanır ama yetkilerine sarılıp kendi diktatörlüğünü tesis eder…
Halk ne güne duruyor? Halkınıza güveniyor musunuz? Davutoğlu, diktatörden kurtulma iradesini göstermiş bir halkın yeni bir diktatör adayının gözünü korkutabileceğine mi inanmıyor? Yoksa o halkın geçmişin hesabını sorma potansiyelinden mi korkuyor?
Davutoğlu belki de bazı şeylerin hesabını vermekten korkuyor. Fakat hedefi derhal parlamenter sisteme dönüş olan bir süreçte direksiyon kavgasına düşme görüntüsü vermek işleri kolaylaştırmayacak.
Dahası, tabi ki hesap sorulacak. Sorulmasın mı? İlkelere ne oldu? O elinizde salladığınız ortaokul kaleminden çıkmış “sosyal yardımlar devam etsin” ilkelerini sormuyorum. Evrensel hukuk ilkelerini soruyorum. Hani şu milat işlemeyenlerden… Yapanın yanına kâr kalacaksa, kimse hesap vermeyecekse, o zaman 6‘lı masa niye var diye bu halk sormaz mı sanıyorsunuz?
Ama Davutoğlu’nun sıkıntısı bununla da bitmiyor.
Onlarca senaryodan sadece birine göre, diyelim ki, Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı oldu. Diğer 5 genel başkanı Cumhurbaşkanı Yardımcısı yaptı. Bakanlar da partilerin aldığı oy nispetinde serpiştirildi… Hedefi kısa sürede parlamenter sisteme dönmek ve birkaç ay içerisinde seçimlere gitmek olduktan sonra bu da bir yoldur.
Peki, garantör ne demek? Davutoğlu’nun “garantörlük”ten, “taahhüt”ten kastı, yeni Cumhurbaşkanı’nın koltuğunda oturup her kararında 6’lı masaya başvurması, icazet ve talimat alması ise bunun adı zaten devleti ortadan kaldırma suçu!
Davutoğlu, “İlkeler yerine şahısları öne çıkartmak, Türkiye’ye ihanet etmektir.” buyurmuş. Doğru. Diktatörlüğü kaldırmak yerine diktatör değiştirmek ihanettir. Ama ihanetler çeşitlidir. Bir tanesinden kaçınmak uğruna seçilen başka bir yol da ihanete açılabilir. Bizden tarihe not olsun.
Herkes aklını başına toplasın. Mesele politik, ideolojik programlarda buluşmaksa siyasi ittifak bunun için var. 6’lı masanın tarihsel görevi ise ucube sistemi çarçabuk dağıtmak ve TBMM iradesini hâkim kılmak üzere Tayyip Erdoğan’ın karşısına seçilme şansı en yüksek Cumhurbaşkanı adayını çıkartmak ve sandıklara sahip çıkmak. Bu vazifenizi yerine getirirseniz, gerçek garantörün halk olduğunu görürsünüz.