Depremin ardından olan biteni yorumlamak için sosyalistlerin severek, alışkanlıkla ve hiç düşünmeden kullandığı bir açıklama var: “Deprem değil kapitalizm öldürür.” Ya da “afetin nedeni kapitalizm”…
Bu, insana ilk anda ‘ne kadar doğru,’ dedirten fakat biraz daha ayrıntılı ve derin düşünüldüğünde birçok açıdan eleştiriyi hak eden, aslında gerçeklikle teması ilk yarattığı izlenime göre çok düşük olan bir açıklama. Ve bunun da ötesinde, asıl sorumlunun üzerini örten bir yaklaşım.
Buradaki ilk sorumluluk örtme, bir zamanların “trafik canavarı” söylemi gibi bir “vahşi kapitalizm” soyutlaması yaratmakla yapılıyor. Elbette soyutlama olmadan fikir üretilemez ama her soyutlama, doğru bir açıklamaya neden olmaz. Bunun gibi burada, karşımızda son derece somut bir sorumlu, AKP Kabilesi varken bu soyut “kapitalizm” karşıtlığı yanıltıcıdır.
Sosyalistlerimizin kafasında bir dünya tahayyülü var. Bir tarafta kâr peşinde, tüm kötülüklere yol açan bir kapitalistler sınıfı, diğer tarafta da emekçiler… Ama AKP’nin yarattığı Türkiye’de böyle bir ortam ya da toplumsal sınıflaşma yok. Burada çıkarları için halkı ölüme mahkûm edenler, AKP’nin kabile elitinden, badem bıyıklı, eş dost, akraba güruhundan, tarikatlardan, şeyhlerden başkası değil. Kimse sorumlu ararken kafasında, puro tüttürüp viski içen göbekli kapitalistler kurmamalı. Çünkü artık Türkiye’nin egemenleri, sömürücüleri onlar değil, diğerleri…
İşin daha da garibi, deprem kuşağında olan Japonya, ABD – Kaliforniya gibi dünyada kapitalizmin en çok yayıldığı, geliştiği bölgelerdeki depremlerde, böyle büyük yıkımlar ve kitlesel ölümler olmuyor. Hem de daha şiddetli depremlerde bile… Şimdi isteyen ‘ama bu ülkeler emperyalist, oralarda biriken artı değer tedbir alınmasını sağlıyor vs.’ açıklamalarına girişebilir tabii. Ama mesela Türkiye’den birçok sahada daha geri durumda bulunan Şili’de de durum değişmiyor. Oradan da Türkiye’deki gibi “deprem katliamı” haberleri alamazsınız!
Demek ki kapitalizmin metropolünde de çevresinde de Türkiye’deki gibi bir durum yok. Çünkü en kötü kapitalizmde dahi belli kurallar, normlar söz konusudur. Kapitalistler bina yaparak kâr etmek ister ama yaşanabilecek Türkiye’deki gibi büyük bir yıkımın yaratacağı ulusal çaptaki bir ekonomik çöküşü de hesaplar, buna göre tedbir alır, aldırırlar. Sadece kabilenin çıkarının, iktidarının, hem de kabileye destek olan binlerce insanın ölümünü dahi göze alınarak gözetilebileceği anlayış, ancak AKP tipi kabile rejimlerine özgü…
Aradaki bu farkı anlamak, Türkiye’yi ve AKP rejimini anlamanın ilk adımıdır. Alışılmış açıklamaların konforundan çıkmadan bir yere varmak mümkün değil.
Sosyalistlerimiz, dünyayı çok iyi analiz etmiş bir düşünce sistemine sahip oldukları fikrinin özgüveni içinde, ellerinde her olayı açıklayacak kısa, paket çözümlerle gezdiklerini düşünüyorlar. Ama maalesef ne dünya o kadar basit ne de Türkiye’deki AKP rejimi onların şablon reçetelerine, kalıp teşhislerine uyuyor.
Olayı net olarak ortaya koymadan halka bir şey anlatamayacağımız gibi kendimize de doğruyu söylememiş ve kiminle mücadele ettiğimizi de asla anlayamamış oluruz:
Evet; liberalizm, vahşi kapitalizm kötüdür ama emin olun AKP’nin kabile siyasetinden, toplum olamamış güruhundan, çok gündemde olan tüm yağmacılardan daha yağmacı olan partili zenginlerinden, devleti bitirmiş kabile örgütünden, kadın, çocuk, insan düşmanı tarikatlarından daha geri, daha vahşi değildir.
Halkımızı ölüme mahkûm eden doğrudan doğruya AKP’nin kabileci, tarikatçı düzenidir. Yoksa hayallerde yaşayan ama Türkiye’de arasanız da bulamayacağınız “vahşi kapitalizm” değil…