17-25 Aralık sürecinin sabık bakanı, bugünlerde kentsel dönüşüm uzmanı ve büyük projelerin
müteahhidi Erdoğan Bayraktar, 23 Nisan’da bir din adamının Atatürk’ü öven konuşmalarından kesitler paylaşınca çok sayıda kullanıcı Bayraktar’ı paylaşımından dolayı kutladı.
Belli ki bu kadar takdir gelince Bayraktar tedirginliğe kapılarak ikinci bir paylaşım yaptı ve “aslında Atatürk’ü çok seven birisi olmadığını ancak her Türkiye vatandaşının Atatürk’e saygı duyması gerektiğini” belirtti.
Erdoğan Bayraktar nasıl ki AKP’li dönemi çok güzel anlatan bir bürokratsa, O’nun attığı tweet de İslamcıların ruhunu ortaya koyuyor.
Bayraktar’ın “Atatürk” diyebilmesi kendisi açısından büyük bir adım çünkü İslamcılar millet kavramını reddettikleri için doğal olarak “Türk”ü de kabul etmiyor. Etseler bile “Türk’ün atası” olarak Atatürk’ü görmek onlar açısından çok “korkutucu” bir durum. Bu yüzden de “Mustafa Kemal” hitabını tercih ediyorlar, şimdilerde ona bir de “gazi” unvanı eklemek zorunda kaldılar. Bunlar hep İslamcıların değiştirmeye çalıştığı ancak yok etmeye “muktedir” olamadığı, kökü çok derinlerde olan laik Türkiye sosyolojisi ve Atatürk’e duyulan sevginin sonucu. Bayraktar’ın Atatürk paylaşımı yapmak zorunda kalması AKP’nin yenilmesi ve laik Cumhuriyet’in kazanmasıdır.
Seçim sonuçları, yasa değişiklikleri, genel toplumsal koşullar anlamında elbette Türkiye kötüye gidiyor – bunu kimse inkar edemez – ancak her şeye rağmen toplumun genlerine işlemiş bir sevginin sökülüp atılamayacağı iktidar tarafından anlaşılmış durumda. Bu yüzden de “Atatürk’le zıtlaşma” siyaseti yerini, “Atatürk’e saygı duyduğunu” söyleme siyasetine bıraktı. Yöntem değişti ancak amaç baki. Erdoğan Bayraktar’ın yaptığı şey de yeni yöntemi kullanmak. Tüm AKP kadroları aşağı yukarı aynı şeyi düşünüyor ve uyguluyor.
Yani Bayraktar’ın “Atatürk’ü çok seven birisi olmaması” da kendisine özel bir durum değil. Temsil ettiği siyasi çizginin bakışı tam olarak budur. Siyasal İslamcılığa evrilen sağ çizgi Atatürk’ü zaten hiç sevmedi. Bugünün farkı bunu “korkusuzca” dile getiriyor olması.
Bunun “nedeni” başka bir tartışmanın konusu ancak akla gelen en güzel söz, Yakup Kadri’nin Yaban romanındaki “İnsan Türk olur da nasıl Mustafa Kemal’den yana olmaz?” ifadesi. İslamcılığın genlerindeki Atatürk sevgisizliğinin temelinde de bu “etnik rahatsızlık” var. Oysa Atatürk’ü sevmek, gayet doğal bir şey. Öğrenilecek ya da öğretilecek bir şey bile değil. Anne ve babaya duyulan sevgi gibi. İlginç olan kişinin bundan nasiplenmemesi olabilir ancak.
Erdoğan Bayraktar da bu “sevgisizler kulübünün” sıradan bir üyesi. Hayatları boyunca Atatürk’ü gördükleri her yerde “Bizim neyimiz eksik?” sorusunu kendilerine soracak ve bunun yarattığı travmayla yaşayacak bir siyasi akımın, on yıl sonra hatırlanmayacak bir ferdi.
Ama haksızlık etmemek gerek. Tarih Bayraktar’ı yazmaya gerek görmese bile, kendisinden yardım isteyen kanser hastası Dilek Özçelik’i ağlatmasını, 17-25 Aralık’tan sonra kendisini istifaya götürecek acemi gevezeliklerini çok daha kalıcı olan toplumsal hafıza unutmayacak.
Sizin gibiler Atatürk’ü sevse ne sevmese ne? Saygı duysa ne duymasa ne? O’nu tüm dünya tanımış, saygı duymuş. Düşmanı bile önünde eğilmiş. Siz ise bu “toplumsal sevginin” bünyenizde yarattığı kompleksle kendi kendinizi yiyip bitiriyorsunuz!