Dün Tayyip Erdoğan, Kocaeli’nin İzmit ve Kartepe ilçelerinde kurulu Belçika sermayeli iki sanayi kuruluşunda 60 günlük grev erteleme kararı aldı. Erdoğan’ın imzaladığı 6540 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş ve Hak-İş’e bağlı Özçelik-İş üyesi yüzlerce işçinin grev hakkı pratikte gasp edilmiş oluyor.
Sendikal hareketin çok güçlü olduğu 80 öncesi dönemin Demirel hükümetlerinde ve 12 Eylül sonrası yine sendikal toparlanma görülen, 90’larda sıkça başvurulan erteleme tedbiri, AKP döneminde artık bir norm.
Tabi, “ucube başkanlık sistemine” geçtiğimiz 9 Temmuz 2018’e kadar bu yetki Bakanlar Kurulu’ndaydı ve usulen de olsa tartışılma imkânı vardı. Şimdi ise Türk işçisinin “hak arama hakkı”, dünkü örnekte görüldüğü gibi Tayyip Erdoğan’ın vicdanına, takdirine, insafına kalmış halde.
(Elbette Erdoğan’ın dünkü kararı, işçileri durdurmaya yetmedi. Grev hakkı elinden alınan Kocaeli’deki fabrika işçileri, bugün vardiya değişimini fırsat bilip tesis içerisinde eylem yaptı.)
Kararnamede Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunundaki 63. maddeye yapılan atıf, “milli güvenliği bozucu niteliğe” işaret ediyor. Türkiye’de önce 1963’te, sonra 1983’te, ardından 2012 yılında son haliyle yürürlüğe giren kanunlarda, karar verilmiş grev ve lokavtları ertelemek üzere millî güvenlik ve genel sağlık gerekçeleri tanımlıdır. Bunun dünyada benzer örnekleri de var. Fakat Türk işçisinin Kocaeli’deki Belçika sermayeli iki fabrikada yapacağı grev, millî güvenliği nasıl tehdit edebilir?
AKP’nin yarattığı toksik sahte milliyetçi cereyâna bakacak olursanız belki tam tersi bir durumda; yabancı sermayeli fabrikanın Türkiye’de üretimi durdurarak millî güvenliği tehdit ettiği öne sürülebilir.
Ama hiç de öyle olmuyor.
Söz konusu iki fabrikanın sahibi, beş kıtada 30 bine yakın çalışanıyla 2021 yılında 6 milyar euro gelir elde eden, Belçika’nın 150 yıllık sanayi devi Bekaert.
“Ey Avrupa, Ey Batı” diyen Erdoğan ise “yerli ve millî” düzenine tehdit olarak AB Başkenti Brüksel’in sanayi devi Bekaert’i değil, Türk işçisini görüyor! DİSK’li, Hak-İş’li olmuş, hiç fark etmiyor.
İşçiler mi Belçika’ya çalışıyor yoksa millî güvenlikten kasıt Belçika’nın millî güvenliği mi ona da artık Erdoğan cevap versin. Ama kesin olan şu ki, Erdoğan rejimi, Türkiye’de en temel insan hak ve özgürlüklerinden biri olan işçi grevinin köküne kibrit suyu döktü.
Bekaert grev ertelemeleri ile birlikte AKP rejimi, 2002 yılından beri Türk işçisine tam 19 defa bu kurşunu sıkmış oldu. Bunların ilk 8’i, AKP iktidarının ilk 14 yılında gerçekleşirken kalan 11’i ise 15 Temmuz’dan bugüne sırf 6 yıl içinde gerçekleşti. Hatta bunların da 7’si, OHAL kararnameleri ile gerçekleşti. Yani AKP’nin, yüz binlerce işçinin grev hakkına tecavüzü zaman içinde sıklaşmış, hatta gemi azıya almış durumda.
Erdoğan’ın 2017’de 15 Temmuz’un yıldönümünde, hem de Uluslararası Yatırımcılar Derneği’nin toplantısında telaffuz ettiği “Şimdi grev tehdidi olan yere OHAL’den istifade izin vermiyoruz” cümlesi her şeyi anlatıyordu. Yani güçlü ve müreffeh bir ülkede üretim hayatının normal, olağan ve vazgeçilmez bir unsuru olan grev hakkı, Erdoğan için bir tehdit.
Sonraki sene, iş adamlarına seslendiği konuşmasında daha da utanç verici ifadeler yer alıyordu:“Tüm sanayi kesimine seslenmek isterim 7. OHAL dâhil bir fabrikada grev söz konusu mu? Bu süreç içerisinde Türkiye’de sanayi durmamıştır.”
Bu zihniyetin Türk işçisine ve Türk insanına reva gördüğü muamele öyle aşağılayıcı ki, artık Türk işçisini mağdur eden Belçika sermayesinin bugününe bile hitap etmiyor. Erdoğan, Türkiye’yi Bekaert’in yeni kurulduğu 150 yıl öncesine, II. Leopold’un Kongo’yu vahşiyane soykırımlardan geçirdiği en karanlık kapitalist döneme doğru götürüyor.
Tabi ki grev ertelemesi, moda tabirle büyük resmin sadece ufak bir karesi. Daha geçtiğimiz eylül ayında Akkuyu’da Rus patronun tek kalemde 7 bin Türk işçisini kapı dışarı edişini konuşamadık. (İşin acı tarafı, anlı şanlı sendikalar, sol basın ve sosyalist partiler de bu işin peşinde düşmedi. Kapitalist patron, “sosyalizmin anavatanından” olunca 7 bin Türk işçinin Türk yurdunda işinden edilmesi sosyalizme mi yaramış oldu? Buna da onlar cevap versin!)
Tek adam diktasını savunanların temel argümanı, güçlü liderliğin kararları süratle alması durumunda Türkiye’nin güçleneceğiydi. Şimdi ise “güçlü Tayyipliğin” hiç bir engelle karşılaşmadığı zaman nasıl da süratle kararlar alıp milleti ezdiğini böyle aşağılayıcı bir tecrübeyle yaşıyoruz.