Tayyip Erdoğan AKP’nin 21. yılı kuruluş yıl dönümü için yaptığı konuşmada “eski Türkiye’de var olan kast sistemini kaldırdıklarını” söylüyor. Muhalefet diye hep karşı çıkacak değiliz tabii ki; Erdoğan bu sefer doğruyu söylüyor: AKP Türkiye’deki kast sistemini gerçekten de kaldırdı ancak yerine koyduğu şey ise köleci-kabileci bir düzen oldu. Artık yalnızca “reis, ailesi ve yakın çevresi” var!
Erdoğan, “elini vicdanına koyan herkesin bugünün Türkiye’sinin 21 yıl öncesine göre daha demokratik, özgür ve fırsat eşitliğinin olduğu bir Türkiye” olduğunu söylüyor. Türkiye’nin daha demokratik olmadığını söylediğinizde tutuklandığınız çok özgür bir dönemden geçiyoruz(!) Kavramların içini boşaltmak, bu kavramları yok etmek için üretilmiş propaganda yönteminin bir parçası.
Açıklamaya göre eski Türkiye’nin Kemalist elitleri halka “Sen işçisin işçi kal, sen köylüsün köyünde kal, sen fakirsin fakir kal” demişler. Kim bu elitler? Ordu evindeki güneş gözlüklü gaddar subay, fabrikada viskisini yudumlayan “dinsiz” patron, okuldaki öğretmen, hastanedeki doktor, devlet dairesinde “Bugün git, yarın gel!” diyen memur. Yani kısacası devlete çöreklenen bürokratik oligarşi ve bunların ortaklığını yapan hain burjuvalar. Bunlar AKP’nin nazarında Kemalist ve CeHaPe zihniyetini temsil eden imgeler.
Burada başka bir yalan daha var; Türkiye köylü toplumundan AKP iktidara gelmeden çok önceleri çıkmış, şehirlerdeki nüfusun köy nüfusuna oranı çok büyük oranda artmıştı. Bu 90’lı yıllarda artık iyice hızlanan bir dönüşümdü ve “köylüsün köyünde kal” dediği iddia edilen iktidarlar buna engel olmadığı gibi değişimin de önünü açtı. Her olaydan bir mağduriyet yaratan gözyaşı partisinin ve siyasal İslam’ın en büyük toplumsal dayanağı da bu süreçte kentlere yönelen bu nüfus hareketi oldu. AKP’nin eleştirdiği devlet bürokrasisi, İslamcılığa engel olmadığı gibi, onun önündeki tüm engelleri kaldırdı.
Diğer taraftan “elit” denilerek hedef gösterilen toplumsal kesimler Cumhuriyet’in kurduğu okullarda okumuş, aydınlanmanın nimetlerinden faydalanan kesimler oldu. Bu durum, bir “imtiyaz” sonucu oluşmadı; toplumun her kesiminden ve ülkenin her yerinden vatandaşlar çalışarak bir yerlere gelebildiler.
Önceleri Köy Enstitüleri, sonraları Anadolu Liseleri-Fen Liseleri-Öğretmen Liseleri, devlet parasız yatılı gibi kurumlar bu işleyişin oturmasına katkı sağladı ve Türkiye iyisiyle kötüsüyle bir düzen kurabildi.
Bu düzenin yani “eski Türkiye”nin ne kadar sağlıklı olduğu başka bir tartışma konusu ancak devlet geleneğiyle, bürokrasisiyle ve ağır aksak bile olsa demokrasi geleneğiyle bir Cumhuriyet ayakta tutuldu. Türkiye bir muz cumhuriyeti olmadı.
Devletin yarattığı “nimetlerden” faydalanma hakkı ise bile belli bir mantık çerçevesinde sağlanıyordu. Bugün eski Türkiye’deki bürokratik oligarşiden şikayet eden AKP’lilerin neredeyse tamamının bir süre devlette görev yapmış olmaları, İslamcılıklarına rağmen bürokrat olarak çalışmaları mağduriyet edebiyatının koca bir yalan olduğunu anlatıyor.
Gelinen noktada Cumhuriyet’in yarattığı toplumsal katmanlara ait “ayrıcalıkların” alınması, toplumun vasıfsızlaşmasına sebep oldu. İktidar eşit bir toplum değil, vasıfsız bir toplum yarattı.
Bugün ülkede çalışan nüfusun neredeyse %70’nin asgari ücretle çalışması bunun en somut göstergesi. Kemalizme atfedilen en büyük İslamcı yalanlardan olan “tek tip toplumun” alasını, AKP iktidarı yaratmış durumda. Hangi okullarda okursak okuyalım, ne üretirsek üretelim sabahtan akşama kadar çalışan ve asgari ücrete talim eden bir vatandaş topluluğuyuz.
Milletvekili olmanın bile bir ayrıcalığı kalmamış durumda. Kimilerinin hoşuna gitse bile bu durum belli kesimlere ait olan bir “imtiyaz”ın geri alınması anlamına gelmiyor, bu ayrıcalığın Erdoğan’a “devredilmesi” anlamına geliyor.
AKP’nin elindeki en büyük koz toplumsal katmanları ortadan kaldırıp, eşitlediği vatandaşların kendi içlerinde rekabet etmesini sağlamak. Sağlık çalışanları arasındaki maaş tartışması; hekimlerin yardımcı sağlık personelleriyle yaşanan artışlardan dolayı karşı karşıya gelmeleri sistemin nasıl ayakta durduğunu gayet güzel anlatan bir örnek.
Bu rekabet örgütlü bir orta sınıf hareketinin oluşmasına engel olduğu gibi, iktidarın mücadelenin ana hedefi olmasını engelliyor ve toplumsal dayanışmayı sıfırlıyor.
Bu yüzden de gerçekten de “Kast sistemini yıktık” söylemi doğru. İşçisiyle, iş adamıyla, yoksulu ve zenginiyle hepimiz reisin kurduğu kabile düzeninin parçaları haline gelmiş durumdayız.