Erdoğan, çarşamba günkü kabine toplantısı sonrası AFAD merkez binasında bir konuşma yaptı.
Bu “konuşma işi”, gerçekte ne doğru dürüst kamuoyunu bilgilendirme ne de bir ulusa seslenişti. Bölge genelinde çalışma yürütenlerin işine yarayacak pratik bir yönlendirme de değildi.
Erdoğan, o gün her zaman yaptığını yaptı. İktidarıyla çürüttüğü ülkenin her felaketinde olduğu gibi yine kendi sorumluluğunu örtmek için propagandaya girişti.
Devasa Cumhurbaşkanlığı konvoyuyla bölgedeki yardım trafiğinin aksatıldığı yetmemiş olacak… Şimdi de AFAD’ın koordinasyon ve irtibat salonunun ortasına bir kürsü kondurmuşlar ve deprem bölgesindeki operasyonları idare etmekle meşgul olması gereken görevlileri Erdoğan’ın propaganda konuşmasını dinlemeye memur etmişler.
Hoş, kameraya yansıyan yüz ifadeleri pek bir kaygısız. Zaten bir işe yaramıyoruz, bari Reis gelmiş, onu dinleyelim der gibiler.
Ağızdan rahatlıkla çıkan yalanlar, çok daha büyük depremlerde Japonya’da, Şili’de, Meksika’da yaşanmayan “felaketin” neden Türkiye’de yaşandığının açıklaması gibi.
Erdoğan, daha “bismillah” derken bölgedeki 369 bin binanın –içerdiği 1 milyon 850 bin konut ve iş yeri ile– Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından incelendiğini iddia etti.
Oysa geçen 12 günlük zaman diliminde 369 bin binayı inceleyip raporlamak için her binaya düşen inceleme süresi 3 saniye. Bu performansı depremin ilk 48 saatinde can veren on binler de aradı.
Erdoğan anlatıyor da anlatıyor. Şu kadar personel, bu kadar iş makinesi, şöyle uçak, böyle helikopter…
Ama illa ki ucuz mukayeseciliğe de sıra geliyor. Hem de hiç hakkı olmamasına rağmen.
Erdoğan, canlı yayınlanmasını mecbur ettiği bu konuşmayı adeta TOKİ ile övünmek için hazırlatmış olmalı. Ama TOKİ, bir “eski Türkiye” kurumu. 1984’te kurulmuş. Hatta ön çalışmaları ile tarihi 70’lere kadar uzanıyor.
Üstelik TOKİ projeleri, çoğunlukla kentlerin kurulu olduğu ovaların uzağında, yamaç ve tepelerdeki ucuz ve kayalık zeminlerde gerçekleştiriliyor. Dolayısıyla 10 ilin yoğun nüfuslu kent ve kasabalarında yaşanan katliamın hemen üstüne TOKİ ile övünmek, ahlakı da geçtim, tam bir alakaya maydanoz durumu.
“İnşaat Ya Resulullah” şiarıyla adeta şehirlere deprem ayarlı katliam blokları diken AKP’nin azgın müteahhit sınıfı ne olacak?
İşte AKP’nin müteahhit-belediye-yapı denetimci şeytan üçgeni ile hazırladığı deprem ayarlı soykırımda Erdoğan’ın savunması hazır. Prompterde şu cümle yazılıymış:
“Son afette yıkılan tüm binaların yüzde 98’inin 1999 yılı öncesi inşa edilenler olması bize bina standardı ve denetimi konusunda kat ettiğimiz ilerlemeyi göstermekle birlikte işi daha sıkı tutmamız gerektiğini de hatırlatıyor.”
Asrın palavrası!
Depremle birlikte çok sayıda araştırma gibi 2021 yılına ait bir TÜİK raporu da gündeme geldi. 10 ilin 7’sinde kayıtlı binaların en az yarısı 2001 ve sonrasına ait. Bu oran Malatya için %48.4, Osmaniye için %46.5, Adana için 38.7.
Veriler, depremden etkilenen 10 ilin 8’inde hane halklarının en az yarısının 2001’den sonra inşa edilen binalarda yaşadığını gösteriyor.
2021 yılı itibarıyla tüm Türkiye’de bu oran zaten %47.4! Deprem sonrası, kentlerin geriye dönük uydu görüntüleriyle de her şey apaçık ortada. Kentlerde yıkımlar, AKP’li müteahhitler eliyle açılan genişleme bölgelerinde yoğunlaşmış.
Yani Erdoğan’ın büyük bir çarpıtmayla üstünü örttüğü gerçek şu: Ülkenin yarısı AKP inşaat medeniyetinin beton tuzağı altında.
Bundan sonra gerçekleşecek olan 7 ve üzeri şiddetteki büyük depremlerde ülkenin yarısı “AKP binası” tehdidi altında. Her an her yer Kahramanmaraş, İslâhiye, Antakya gibi haritadan silinebilir ve hayatta kalanlar bir anda öz yurdunda memleketinden olabilir.
Şu felaketin ortasında bile Erdoğan’ın on binlerin canı pahasına iktidarını korumak için gösterdiği çabanın da tarihte bir örneği yok. Ama nafile. Bu vakitten sonra kimseyi kandıramaz.