Tayyip Erdoğan’ın dün Saray’da gençlerle buluşmasında yeniden Suriyelilere destek vurgusu yapması, iktidar bloğunun mülteciler üzerinden oluşan kamuoyunu “fırsata çevirme” arayışının yeni bir göstergesi. Erdoğan konuşmasında, “Türkiye’nin mülteci noktasında 1 numara olduğunu, dünyada 1 numara olduğunu ve bundan da rahatsızlık duymadığını” dile getirerek, bundan sonraki aşamanın Suriye’de 200 bin briket ev yapmanın olduğunu söylüyor.
Erdoğan, Suriyeliler meselesindeki tavrı üzerinden toplumun her kesiminden tepki alsa da anlaşılan o ki, “sahiplenici” çizgisini devam ettirecek gibi görünüyor.
Bunu sadece iktidarın “ümmetçi” ideolojisiyle açıklamak çok da yeterli değil. Erdoğan bu tavrıyla hem “ümmetin lideri” görüntüsü yaratmaya çalışıyor hem de muhalif İslamcı kesimleri de bu tavır üzerinden iktidar çizgisine davet ediyor.
Davutoğlu ve Babacan gibi isimlerin geçmişte AKP’nin Suriye politikasını inşa eden isimler arasında oldukları düşünüldüğünde, Suriyeliler meselesi muhalefet içinde bir gedik açmanın konusu olarak kullanılmak isteniyor. Diğer taraftan ana muhalefet ise Erdoğan’ın “teslimiyetçi” çizgisine karşı Ümit Özdağ’ın temsil ettiği “radikal” çizgiye doğru sürüklenmek isteniyor.
Özdağ’ın “kutup olabilecek” bir siyasi gücü olmadığı söylenebilir. Anketlere yansıyan bir sonuç henüz yok. Gerçek şu ki, Özdağ bunu farklı amaçlar için kullanmaya çalışsa bile ifade ettiği şeylerin bir toplumsal bir tabanı var ve bu gerçeklik Zafer Partisi’ni farklı bir güce taşıyabilir.
Erdoğan’ın da Özdağ’a “istihbaratçı” diyerek saldırması da, iktidar açısından Özdağ’ın “muhatap alınacak kadar güçlü bir figür” olarak gösterilmek istenmesinin bir parçası. Böylelikle yükselen Suriyeli tartışmasıyla birlikte muhalefet kendi içinde hem “ümmetçilik” üzerinden hem de “milliyetçilik” üzerinden bölünmüş oluyor.
Erdoğan’ın elinin bu kadar zayıf olduğu bir meseleyi sürekli olarak gündeme getirmesi, bilinçli bir tepki oluşturmaya çalışmasının başka bir anlamı yok. Özellikle ekonomik krizin böylesine hissedildiği bir dönemde “Suriyelilere ev projesi” gösterilecek tepkinin dozunun daha da artması için sık sık yineleniyor.
Bu “sahiplenici” açıklamalara gösterilen tepkinin iktidar yerine sığınmacılara yönelmesi de planlanıyor olabilir. Kulağa hoş gelmeyebilir ama yine de uyarmalıyız, sığınmacılara yönelik bir şiddet eyleminin sonucu sığınmacıların tehciri olmaz aksine sığınmacıların burada kalıcı hale gelmesi olur.
İktidarın oluşan tepkiyi kademeli olarak arttırması ve halkı sığınmacılara karşı bu derece sahipsiz bırakması böyle bir tehlikeye de yol açıyor. Sorunun kaynağını AKP olduğunu söyleyen ancak sığınmacıların “kalıcı” olduğunu söyleyen anlayış ne kadar yanlışsa batıdaki yabancı düşmanı akımlara öykünüp sığınmacılar üzerinden bir mücadele geliştirmek de o kadar yanlış.
Türkiye mültecilerden kaynaklanan yükü daha fazla taşıyamaz. Ancak bu yük sadece mültecilerden kaynaklanmıyor, Türk milliyetçiliğini önce ayaklar altına alan sonra yok eden, en son aşamada toplumu tamamen kimliksizleştirmek isteyen AKP iktidarından kaynaklanıyor. Bunun için de tek başına “mülteciler” üzerinden oluşan bir gündem yapaydır ve iktidar odaklıdır.
Toplumun radikalleştiği bir dönemde sağduyulu bir siyaset “pasif” olmakla eleştirilebilir ancak bu radikalleşmeyi doğru bir politik zemine çekmek de en başta ana muhalefetin görevi.