Dün TCBM yeniden faiz yükseltme kararı aldı. Politika faizi 250 baz puan daha yükseltildi ve yüzde 45’e ulaştı. Ancak buna rağmen ABD Doları aynı gün içinde yükselmeye devam etti. Son bir ayda TL döviz karşısında yüzde 3 değer kaybetti. Geçen ay ABD Doları 29,3 TL iken bu ay 30,3 TL oldu.
Faizin “reel” ekonomi üzerinde bir etkisi olduğu mitolojisi aslında iktisat “biliminin” sadece son 50 yıllık söylencesidir. Öyle çok iddia edildiği gibi “monetarizm” bir ortodoksi de değildir. İktisat “bilimi” nedir derseniz, Harvard’ın yayınevinin bastığı iktisada giriş kitabıdır diyebiliriz. O kitabı açın. 50 yıl önce başkadır, 70 yıl önce başka, 90 yıl önce başka. O zaman yeni bilimimiz de oradadır.
Eğriler, grafikler görürsünüz. Faiz ile büyüme, faiz ile yatırım, faiz ile enflasyon, faiz ile işsizlik arası bağıntılar vardır. Bazen pozitif bazen negatif eğimi olan bir çizgi…
Türkçeye veya başka bir dile çevirirsiniz. Grafikleri ister tarar ister yayınevindeki çocuğa bir daha çizdirirsiniz. Okuma kutuları bile aynıdır. Yaz altına ismini, bas kitabı: İktisada Giriş. Giriş o giriş zaten. Dört yıl boyunca o kitaptaki her eğri başka bir ders olarak karşınıza çıkar. Harvard’daki kitap değişirse, müfredat da değişir. Buna ortodoksi dersin bu sefer.
Hadi bu ortodoksiyi bilim kabul edelim. Merkez Bankası’nın faizinin değişmesinin para arzı ile doğrudan bağlantı olması için bu paranın mutlaka ABD Doları, Euro, İngiliz Sterlini veya Japon Yeni gibi rezerv para statüsü taşıması gerekir.
Sanki faiz ile oynayıp para arzını kontrol etmek, Keynes döneminde bilinmiyor muydu? Biliniyordu ama kimsenin aklına bunun üzerinden dev gibi parasal bir kuram inşa etmek gelmedi. Nedeni de basitti. Tıpkı 2008-2018 yılları arasında yaşanan süreç gibi, 1929’dan sonra da faizler düşe düşe yüzde sıfıra inmişti.
Eğer elinizde daha fazla faizi indirme olanağı kalmadıysa ve ekonomi yine de durgunluk evresinden çıkamıyorsa, mecburen başka bir araca sarılırsınız.
Keynesyen ekonomi denen modelde bu yüzden hükümet harcamaları ile ekonomik büyüme teşvik edilir. Bütçe açığı vasıtasıyla resesyon ile, bütçe fazlası vasıtasıyla enflasyon ile mücadele edilir. En azından harcamalar demiryolu, liman gibi altyapı projelerine giderse; en hesapsız bütçe açığının dahi orta vadede ekonomiye “reel” katkısı olabilir. Ya da AKP yaptığı gibi oy satın almaya gider bütçe. Bunun ekonomiyle hiçbir alakası yok, hakikaten siyasi bir mesele.
2018 yılında ABD ve Avrupa’da reel faiz eksi, nominal faiz sıfıra yaklaşmıştı. Yine de ne büyüme teşvik edilebiliyordu ne de yatırım. Artık matematiksel olarak işe yarama ihtimali kalmamıştı faiz politikasının. Nereye indiriyorsun ki?
Covid yardıma yetişti. Trilyonlarca Dolar ve Euro miktarında harcama paketleriyle ekonomiye bildiğin para pompalandı. Bal gibi matbaalar çalıştı. Çatır çatır para bastılar.
Gerçi Monetaristlerin de namusu kurtulmuş oldu. Kuramları hâlâ yerinde duruyor ancak kimsenin taktığı yok. Bahane de hazır. Covid gibi olağanüstü bir durum oldu, yoksa asla para falan basmayız biz, sadece faizle oynarız.
Çok güzel ya! “Olağanüstü” veya olağan adına ne derseniz deyin. Krizlerde işe yaramayan, bir tek hiçbir sorun olmadığında işe yarayan bir ekonomi kuramı.
Türkiye gibi azgelişmiş ülkelere gelirsek… Hükümet harcamalarını arttırmak veya kısmak yine bir gerçekliğe denk düşebilir. Nihayetinde matbaa orada. Fiziki bir gerçek var. Basarsın parayı üç ay sonrası Allah kerim. Hem TL cinsinden kamu borçları da erimiş olur.
Ancak Türkiye gibi ülkelerde faizi arttırmanın ve düşürmenin büyümeye, enflasyona ve işsizliğe etkisi, ABD veya Avrupa’daki gibi doğrudan etkisi olamaz. Ki oralarda da sadece belli tarihsel dönemlerde olabiliyor.
“En azından enflasyonun birkaç puan üstünde faiz olsun ki; görüntüyü kurtaralım” diyenlerin bütün argümanları da komik. Faiz düşüyorken, “piyasa zaten TCMB faizini değil; yurtdışı ile kredi faiz oranlarını baz alıyor” diyenler, faiz yükselirken birden bire TL’ye ABD Doları gibi rezerv para muamelesi yapıyor ve “illa da bir iki puan enflasyonun üstü olsun ki; enflasyon düşsün” diye tutturuyorlar. Bir siz akıllısınız, okumuşsunuz. Geri kalan herkes cahil, aptal. Ne masal anlatıyorsunuz?
Bunlar “Araba Sevdası” romanındaki gibi güzel modalar, güzel özentiler olarak hoş bir tebessüm yaratıyor.
Oysa Batı özentiliğini bir yana bırakalım, Türkiye hakikaten kapitalizme bağlanmış ve piyasa ekonomisini uygulayan bir ülke aslında. Herkes tutturmuş piyasanın gerçekleri. Tek bir piyasa var o da dünya piyasası. Ve Türkiye bu piyasa ne dayatıyorsa aslında yapıyor.
Tek sorunumuz şu. Biz ülke olarak, bu dünya sisteminin vasat ve hatta AKP sağ olsun artık vasat altı oyuncusuyuz. Bizim sanayimiz ihracata yöneliktir artık. Özal’dan beri tercih bu. Daha kaç kez “çağ” atlayacağız. Özelleştirecek bir kurum da kalmadı.
Yineliyoruz. Türkiye’nin sanayisi dünya piyasası ne istiyorsa onu yapıyor. Bizim gelişmişlik düzeyimizi de, sermaye birikimimizi de, ücret seviyemizi de sanayimizin niteliği belirlemektedir. Türkiye’nin sanayisi emek yoğundur. Emeğin değeri belli bir seviyenin üstüne çıkamaz. Bu yüzden asgari ücret 2024 yılının sonuna kadar 400 doların altını görecektir. Her sene aynısı oluyor. Hani herkes diyor ya; “yapısal” ele almak lazım. Bizim sanayimiz hakikaten 500 doları aşan bir ortalama ücret ile dünya piyasaları için üretim yapamaz. Bu yapısal bir gerçektir.
Kısacası ücretler TL bazında yükselse bile, önce talep enflasyonunu tetikleyecek ve sonra da dolar bazında düşecektir. ABD Doları 45 TL’ye kadar yükselecek bu da beraberinde bu sefer maliyet enflasyonunu sürükleyecektir.
TCMB’nin faizinin, Gaye Hanım’ın babasının, “sen benim kim olduğumu biliyor musun” diye tokatlanan türbanlı bacının, oradaki kel kafalı Boğaziçi Mezunu “endojen mendojen” lakırdıları eden ezberci, kodamancı “bilim” otoritesinin bu olayla hiçbir alakası yok. İster faizi artırsınlar, ister düşürsünler.
Kapitalizmin Türkiye’de iflas ettiği nokta, ihracat sanayinin hayal edilen mucizeyi ve zenginleşmeyi sağlayamamasıdır. Hatta tam tersine, AKP’nin son 10 yıldır beton ekonomisinden ihracat ve üretim ekonomisine dümeni çevirmesi, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal düşüşünü daha da hızlandırmıştır. AKP yüzünden, Türkiye yoksullaşmış, sosyolojisi Afganlaşmış, sanayisi Pakistanlaşmış, emek gücü de Suriyelileşmiştir. Bravo. Sonunda Özal’dan beri beklenen “çağ” değişikliği gerçekleşti. Biraz geriye doğru ama.
Liberal de sosyalist de faiz tartışmasını çok seviyor. Çünkü aslında bal gibi ihracata yönelik sanayileşmesini tamamlamış olmasına rağmen hiç de iyi bir yerde olmayan bir Türkiye gerçeğini kabullenemiyorlar. Bütün kesimler bu en büyük liberal ütopyaya iman etmişti. Dünya piyasasına eklemlenen bir ülkenin zenginleşmesi kaçınılmaz görülüyordu. Zenginlik gelmedi. Sanayileşmemiz yine vasat hatta belli açılardan geriledi. Bir de liberal rejim kendine has bir faşizme dönüştü.
Bu gerçeği herkes görmezden gelmeye çalışıyor. Kafalar kuma gömülüyor. Çünkü sosyalist yeniden devletçi olmaktan, şöyle veya böyle otarşiyi savunmaktan korkuyor. Liberal zaten dinini kaybetmekten korkan bir yobaz gibi bu kavramları duysa çıldırıyor.
AKP bu yüzden bu faiz tartışmasını sevdi. Ruhlar, hortlaklar âlemi gibi. Konuşup durmaya devam ederiz. Hele gecenin karanlığında iyi gider.