Dün İzmir 41. Asliye Ceza Mahkemesi’nde, Fırat Çakıroğlu’nun Ege Üniversitesi kampüsünde PKK’lılarca şehit edilmesi üzerine açılan “görevi ihmal” davası sonuçlandı. Dönemin rektörü Candeğer Yılmaz ve Edebiyat Fakültesi Dekanı Ersin Doğer suçlu bulunup 10’ar ay ceza aldılar. Hapis cezaları 20’şer bin lira para cezasına çevrildi.
Fırat’ın babası Mahir Çakıroğlu dün mahkemeden sonra meselenin özüne inmiş: “Sanıklar olay gününü konuşuyor ama 3 senelik bir geçmiş var. Fırat’ın okuduğu dönem ve ondan önce de yıllar var.”
Evet, “ondan önce de yıllar” var…
24 yaşındaki Fırat Çakıroğlu, 20 Şubat 2015’te Nurullah Semo tarafından bıçaklandığı sırada Türkiye açılımın doruklarındaydı. Ne demek bu? Dolandırmadan anlatalım. AKP hükümeti, tüm devlet mekanizmasını PKK propagandası yapmaya, Türklüğü tahkir etmeye, Güneydoğu’da bir “Kürdistan” kurmaya, İmralı’daki bebek katilini serbest bırakmak için hazırlıklar yapmaya kullanıyordu. Valiler, Tayyip Erdoğan’ın daha başbakanlığında verdiği “operasyon yapmayın” emrine uymaya devam ediyordu, PKK da iç isyan için elinden gelen her tür hazırlığı gündüz gözüne yapıyordu!
Çakıroğlu’nun cenazesi kurumadan, sadece sekiz gün sonra AKP’li Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, bir yanına İçişleri Bakanı Efkan Ala’yı, grup başkan vekili Mahir Ünal’ı, öbür yanına HDP’li Sırrı Süreyya Önder’i, Pervin Buldan’ı ve İdris Baluken’i oturtup, Apo ile birlikte hazırladıkları meşhur Dolmabahçe Mutabakatını okuyordu. (Utanmaz ak troller bugün 6 muhalif partinin masasına Pervin Buldan’ı fotoşopluyor. Oysa Pervin Buldan’ın fotoşopsuz hali Dolmabahçe’de ölümsüzleşti.)
Bu “özgürlükçü” ortamda şehir yapılanmalarını oluşturan PKK, üniversiteleri de ihmal etmeyecekti. Devlet üniversitelerinin kampüsleri PKK’dan talimat alan örgütlerin tahakkümü altına girmişti. Aynen valilere verilen kanunsuz sözlü talimatlar gibi rektörlere de “üzerlerine gitmeyin” deniyordu.
Benzer bir talimatı medya kuruluşları da alıyor, PKK’nın kampüs saldırıları “karşıt görüşlü öğrencilerin çatışması” diye veriliyordu. Fırat’ı bıçaklayarak “karşıt görüş” bildiren Nurullah Semo’nun terör örgütü PKK’nın kadrolu üyesi olduğu ortaya çıktı.
Dünkü davanın açılması için Adalet Bakanlığı’nın YÖK’ten soruşturma izni alması gerekti. Yani rektör ve dekanın savcı tarafından soruşturulması ve davanın açılması YÖK’ün oluruyla mümkün oldu. Tabi şimdi kime sorsak YÖK deyince “Yüksek Öğretim Kurumu” anlıyor. Ama ben burada YÖK’ü Recep Tayyip Erdoğan diye okuyorum. Fırat’ın babasının anlatmaya çalıştığı “önceki yıllar”ı görüyorum.
“YÖK” rektöre ve dekana sahip çıkmadı. Ama halen daha sahip çıkılan, hesap vermemiş çok sayıda suçlu var. Bu süreçte teröristlerin önüne kurban diye atılmış daha nice şehitler var. İstihbaratçısından emniyetçisine, valisinden bakanına, bu süreçte daha hesap vermemiş nice suç ortağı var. En başta da tüm bu işlerin başındaki “YÖK” denen zat var. Ama bu dünya Sultan Süleyman’a kalmadı. YÖK’e de kalmaz!