Zorba iktidarların halkla iletişimi her zaman sorunludur, hastalıklıdır. Demokratik yönetimlerdeki gibi bir iletişim ve kural içi yöntemlerle iktidarı değiştirmek bir yana politik sapmaya uğratmak bile mümkün değildir. Zira yazılı kurallar ve teamüller bizatihi iktidar tarafından kötüye kullanılmaktadır.
İçeride halkla yürütülen sağlıksız ilişki, iktidar yanlısı kitleler üzerinde gerçeklerden tamamen kopuk bir dış dünya algısı yaratabilir. Gerçeklik algısının kopması, değişim arzulayan fakat sonunu hesaplamaktan aciz kötü niyetli veyahut “maceraperest” güçlere bir fırsat doğurmaktadır.
Savaş çağrısı ve yıpratma siyaseti
Saplantılı bir iktidar ve koşulsuz itaat eden birincil halka oligarşik zümrenin sorumsuzluğu ile halkın bir kısmının buna prim vermesiyle en kötü senaryo için şartlar olgunlaşmaya başlamıştır.
Bölgesel krizleri tırmandırarak ülkeyi bir savaşa sürüklemek rejimi yıkmakla kalmayıp ülkenin büsbütün elden gitmesiyle de sonuçlanabilir ki, kimse böyle bir mesuliyeti almak istemez. Rejim değiştirtecek derecede sarsıcı bir yıpratma savaşına zorlamak her yönüyle ağır ve sorunlu bir eylemdir. İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Pearl Harbour baskını ve 11 Eylül 2001 saldırıları komplo teorileri kapsamında ele alınacak olursa bir yönüyle bu tip zorlayıcı savaş örnekleri sayılabilirler. Yalnız bu iki örnek de, rejim muhaliflerinin otoriter bir iktidarı devirme amacından ziyade en az onun kadar önemli olan devletin dış politikadaki rotasını belirleme girişimleridir. Nitekim, ilk komplo sonrası ABD’nin savaşa dahil olması ve savaştan sonra küresel hegemonyanın İngiltere’den ABD’ye devri; ikinci komplo sonrasında Afganistan ve Irak işgalleri ve de ardından Arap Baharı şahin politika yapıcı güç odaklarının ülkeyi çatışan taraf konumuna zorlayarak devlet politikasını istedikleri ayara getirebildiklerini göstermiştir.
İkinci tip senaryoda, sürmekte olan bir savaşta ülke içindeki farklı eğilimleri temsil eden partilerin iktidar olma uğruna düşman yerine üstü kapalı bir biçimde siyasî hasmını zor duruma düşürerek güç devşirme çabası söz konusudur. Bunu Türkiye, Balkan Savaşları sırasında yaşadı. İttihat ve Terakki’ye bağlı komutanların cephede bile siyasî mücadelenin içinde olması ordu için büyük bir handikap oluşturmuştu. Sonuç utanç vericiydi ve bunun kritiği ancak cumhuriyetin ilanından sonra yapılabildi.
Üçüncü tip senaryo ise kaybedilmiş bir savaşın ardından zayıflayan otoriteye karşı yapılacak bir yıkım siyaseti biçimindedir. Rus-Japon Savaşı’nda Rus İmparatorluğu’nun aldığı ağır mağlubiyet ve ardından gelen 1905 Rus Devrimi buna örnek gösterilebilir. 1905 Rus Devrimi, 1917’de gerçekleşecek Bolşevik İhtilâli için önemli bir deneyim ve kilometre taşı olması bakımından ayrıca incelenmelidir. Pek tabii bu son örnekteki gibi bir siyasî fırsatçılık, ilk ikisinin aksine daha az riskli ve genel kabul görür türdendir.
…
Türkiye’nin bugünkü durumu ise bu yukarıdaki senaryolardan çok farklıdır. Daha önceleri birkaç kez değindiğim gibi Türk Hükümeti irredantist romantizmle hareket etmeyi bırakıp yaklaşan büyük fırtınada her halükarda tarafsız kalmaya çalışmalıdır. Türkiye’nin bu demografik yapıyla, ekonomik ve sosyal cinnet halinin kentlerde ve kırsalda toplum yaşamını kıvılcımını bekleyen barut deposu haline getirdiği kavşakta müdahil olunacak bir savaşın altından kalkamayabilir. Sayıları az da olsa provokatif etkileri yüksek düzeyde binlerce gerçek ve sanal trol, Türk toplumunu germektedir. Ülke menfaatine olan en ufak bir buluş ya da bir başarı bile ya muhalif düşüncedeki insanları taciz aracına dönüştürülerek abartılı biçimlerde göklere çıkarılır ya da sırf istenmeyen bir iktidar döneminde yaşandığı için yerin dibine sokulur. Esasen bu tablo bir millet için oldukça kaygı verici bir tablodur. Üzüntüde ve neşede ortak olunamazsa gelecek bugünden daha iyi olmaz. Öncelikle bu kritik hususta bir “millet” gibi duygu ve düşünce birliğinin tesis edilmesi, tam manasıyla bir normalleşme şarttır. Elbette bu normalleşme, Özel-Erdoğan normalleşmesi gibi absürt bir yakınlaşma olmamalıdır; zira konu iki siyasî partiyi aşan ciddi bir konudur.
Barış dönemi halkçı muhalefet siyaseti
Son seçimlerden CHP, Türkiye’nin birinci partisi çıkarak yerelde iktidar oldu. Ancak görece iyi geçen tüzük kurultayında bile Mansur Yavaş’a yapılan muamele akıllara yeniden bir takım soru işaretleri getirmiştir. Kuvvetle muhtemel hiziplerin partisi CHP’de, her dönemki hastalık yeniden zuhur etmiş, avam tabiriyle Mansur Yavaş’a ayak oyunu çekilmiş ve denklemin dışında tutulmaya çalışılmıştır. Ya da yine her zaman olduğu gibi basit bir organizasyon beceriksizliği söz konusudur. Her iki hâl neticesinde de parti, iktidarı devralmaya ve yönetmeye hazır bir görüntü vermemektedir.
Peki nasıl hareket etmelidir?
Eskilerin kabinesi şimdilerin sekreterler kurulunda tek özerk konuma ve özel yetkiye sahip modern Düyun-u Umumiye şefi Mehmet Şimşek’i markaja alarak… CHP’nin iktidar planlarında Şimşek tarzı bir ekonomi yönetimi varsa zaten geçmiş olsun. Şayet halkçı ekonomi yönetimi olma iddiaları halen geçerliyse vakit kaybetmeden saldırmaya başlasınlar. Bu bankerin, Türkiye lehine bir icraatı olmadı, olmayacak. Devraldığı güne göre rakamlar daha da kötüleşti ama rezerv biriktirerek mevcut siyasi hegemonyanın ömrünü uzatmada başarı sağlayabilir. Sonuçta hiçbir yerde olmayan yüksek faizlerle yabancı sermayenin kap-kaç yapması sağlanıyor. Kurun dalgalı kur rejimine uygun biçimde yukarı gitmesi de engellenerek bu sermayenin dolar cinsinden ciddi reel kazançlar elde etmesi garanti altına alınmış oluyor. TCMB’nin yıl sonu enflasyon beklentisi %38, ancak bunun tutturulabilmesi bile şüpheliyken faiz indiriminin konuşulduğu enteresan bir yerdeyiz. Ya enflasyon hedefinden taviz verilecek ve hastalık kronikleşecek ya da büsbütün bir durgunlukla yeni iflas dalgalarının ve dizginlenemeyen enflasyonun bir arada olduğu stagflasyon süreci başlayacak…(Veriler dikkatlice analiz edildiğinde o sürece girildiğimiz anlaşılıyor)
…
Sorunu yaratanlardan çözüm ortaya koymaları beklenemez. Halkçı muhalefet ne pahasına olursa olsun bu bankere tüm kuvvetiyle bastırmalı ve daha önce olduğu gibi kovulmasını çabuklaştırmalıdır. Ekonomik çöküşte dip yaşanmadı ama kadayıfın altı iyice kızardı. Bazen bir şefkat tokadı o milletin daha hayrınadır.